Ali Gültekin

21 Ocak 2015 Çarşamba

JE SUiS CHARLiE

11 Ocak 2015, 12:58

Ali GÜLTEKİN
Avrupa ülkeleri bir süredir radikal dinci kelle avcılarının “İslam adına” Ortadoğu ‘da sürdürdükleri vahşeti Avrupa’ya taşınabileceği konusunda uyarılar yapılıyordu. Bunu fırsata çeviren Avrupa’nın ırkçı örgütleri kitlesel destek yarata bilmek için ala bildiğine çalışma yürüttüler.  Önceki gün Paris’te karikatür dergisi “Charlie Hebdo”ya yapılan alçakça saldırı insanlık düşmanı katilerin Dünya’yı cehenneme çevireceklerinin mesajı ile ırkçıların elini güçlendirecek koz verdiler. Aralarında karikatüristlerin, gazetecilerin, korumanın olduğu 12 kişinin katledilmesi Avrupa ülkelerinde on binleri aşan İslam karşıtı gösterilerin artmasının işaretlerini alıyoruz
İSLAMOFOBİ İNSANLIK DIŞI KATLİAMLARLA İLE ÖNLENMEZ
Bundan önce 11 Eylül olayı, Kasım 2004’te Hollanda’da Rejisör Theo Van Gogh’un öldürülmesi, 11 Mart 2004’te 191 insanın canına mal olan Madrid’de trene yapılan bombalı saldırı ve 7 Temmuz 2005’de Londra’da metroya yapılan saldırıda 56 kişinin ölmesi sonrası Avrupa ülkelerinde ırkçı ve İslam karşıtı güçlü hareketlerin oluşmasının önünü açmıştı.
Türkiye yetkililerinin “Terörün her türlüsüne” deme yerine Fransa’da mantığı beli olan teröre somut yaklaşarak “ İslam adına” yapılan teröre lanet okumaları Avrupa ülkelerinde yaşayan milyonlarca Müslüman’ı rahatlatacak, diğer inançlardan Avrupa halklarını daha samimi kucaklayarak, PEGİDA gibi örgütlerin ırkçı propaganda yapmalarının önünü kesmiş olacaktı.
BİRLİKTE OLMAKTAN BAŞKA ÇAREMİZ YOK!
Hiçbir Avrupa vatandaşı ile diyalogu olmamış, Avrupa ülkelerine gitmemiş, o ülkelerde yaşamamış biri bu duyguyu anlayamaz. Dışarıdan bakarak bizim verdiğimiz bu tepkiyi veremez. Oysa bunu Avrupa ülkelerinde yaşayanlar olarak en iyi biz biliriz. Biz ısrarla tüm Avrupa halkları ile eşit sosyal, siyasal haklar temelinde farklılıklarımıza hoşgörü göstererek birlikte yaşamı her alanda savunmaya devam edeceğiz.
TÜRKİYE BU KARANLIK GÜNLERİ YAŞAMADI MI?
ABD, bağımsız ülke olan Türkiye üzerinde 27 Mayıs senaryolarını yazmadı mı? 6-7 Eylül komedisi yaşanmadı mı? Kölelik koşullarında sosyal siyasal haklardan yoksun çalışan emekçilerin 15-16 Haziran’ı yaşamadı mı? Siyasal yasaklar 1968 kuşağını ortaya çıkarmadı mı?  Diyarbakır zindanlarındaki işkence çığlıkları Kürt hareketini yaratmadı mı? Sivas olayları ile Alevi örgütlenmelerini ortaya çıkarmadı mı?  28 Şubat inançlar üzerinden ortaya çıkmadı mı? Demek ki, hiçbir insani değer baskı ve zulümle yok edilemiyor. Demek ki hiçbir insan hakkı engellenemiyor.
BİZİM AYRIMIZ ĞAYRIMIZ YOK!
Okul’da çocuğumuza ders veren Alman Öğretmen, Hollanda’da yaşlılar yurdunda Annemizin saçlarını tarayıp bakımını yapan Hollandalı kadın bakıcı, Yaramıza merhem olan İngiliz Doktor düşmanımız olabilir mi?  Özgürlü çocuğumuza şefkat gösteren İsveçli hemşire, Öksüz bebeye anne şefkati gösteren Belçikalı bakıcıya, yazılarını okuduğumuz Fransız yazar  -çizerler, İspanyalı kapı komşumuz bizim düşmanlarımız değil.  Bizler iş arkadaşları, komşular, aynı sınıfta öğrenciler, aynı sendikada işçiler, aynı partilerde üyeleriz…
AVRUPA HALKLARI BİZİM YANIMIZDA OLDULAR
Avrupa ülkelerinde her geçen gün baskıcı yasalara dönüşerek çıkan her yabancılar yasasına karşı yabancılardan çok meydanlara çıkarak tepki gösteren Avrupa halklarıdır. Her ırkçı saldırıda lanet okumak için meydanlara inen Avrupa halklarıdır. Bugün başta Köln’de yapılan Avrupa’nın en büyük minareli camisi için İslam karşıtı ve ırkçı Almanlara karşı cami çevresinde bedenini Müslümanlardan önce İslam karşıtı ve ırkçılara karşı siper ederek İnanç özgürlüğünü savunan yüz binlerce Alman’a biz bunu nasıl izah edeceğiz?  Bir milyon nüfusu olan sadece Köln de 100’e yakın camimiz ile inancımızı yaşarken, İslami değerlerimize göre yaşam sürerken,  hoş görü içindeki yaşamımızı nasıl sürdüreceğiz? Avrupa parlamento kürsülerinde yabancıların anadilde eğitimini, inanç özgürlüklerini savunan İsveçli, Finlandiyalı, Alman parlamenterin yüzüne nasıl bakacağız? Bu güne kadar farklılıklarımıza hoş görü ile yaklaşarak kültürel değerlerimizi birleştirerek oluşturduğumuz dostluğu bozmamak için inanç ve inatla savunmaya devam edeceğiz.
EMPERYALİSTLERİN KARANLIK DEHLİZLERİNDEKİ YARASALARI
Başta Ortadoğu ve Dünya’nın diğer ülkeler içinde Pazar paylarını artırmak için it dalaşına giren emperyalist güçler aynı ipten dokunmuş farklı renklerdeki şer odaklarını devreye sokarak ülkelerde kan akıtıyorlar.
Özgürlüğü, insani değerleri, farklı yaşamları, inançları İslam karşıtıymış gibi hedef göstererek Ortadoğu’da kelle avcısı örgütler peydahladılar. Avrupa ülkeleri içinde yoksullulaşmanın, hoşnutsuzluğun, sebebini, çoğunluk oldukları için Müslüman ülkelerden gelen yabancılar hedef tahtasına konuluyor. Ortadoğu ülkelerindeki kelle avcılarının ’’Dünya’ya yayılacağının korkusunu her gün yayınlayarak PEGİDA illetini yedeklediler. Emperyalistler, şeytani planlar ile şer odaklarını kullanarak inanç, mezhepler, ulus olarak halkları çatıştırarak  kendilerine at koşturacak meydan yaratıyorlar.  
DAHA GÜÇLÜ BİRLİK
Tıpkı Avrupa’da yabancılara karşı işlenen cinayetlere karşı Alman, Fransız, İngiliz ve diğer halkların gösterdiği duyarlılık gibi Müslüman toplumu olarak aynı duyarlılığı göstererek farklı uluslara, inançlara, mezheplere, renklere, dillere karşı düşmanlığımızın olmadığını göstermek için her alanda Fransa’da sözde “İslam adına” yapılan katliama karşı tepki göstermeliyiz.
Ulus, İnanç, Mezhep her ne adına yapılırsa yapılsın bu katliamlar canice işlenmiş cinayetlerdir. Hiçbir Din, Mezhep, İnanç, Peygamber, kutsal kitaplar başka bir inancı kesmek, yakmak, öldürerek yok etmek için ortaya çıkmadı.
Barış içinde insanca yaşanılır bir dünya için.
Hadi hayırlısı…

PANORAMA 2014


06 Ocak 2015, 13:07
Ali GÜLTEKİN
Rakamlar, istatistik bilgiler, yorumlar, anketler, akademik makaleler ile sözde bilimsel bir 2014 yılı tahlili yapmaya gerek var mı? Köylü Fadime, Çoban Ali, İşçi Süleyman, Memur Nazlı halimiz nicedir biliyor.
 DEVLET OLMA BU MU?
Gürpınar’da oğlunun cesedini sırtında torbada taşıyan baba, Bağdat caddesinde teker izi ile yarışan lüks araba tutkunu prensler.  Yırtık lastik ayakkabısı ile Ermenek kazasında madende ölen oğlunun tabutunu sırtlayan baba, İstanbul boğazından doğum günleri için yat, yalı anahtarı alan veliahtlar…
Bitarafta 1000 lira askeri ücretle ekmeğini suya batırarak yaşayanlar, diğer tarafta trilyonlarca maaş alan yöneticiler. Bir tarafta,  Soma maden kazasında toprağın altından çıkarılan işçinin ambulansın sedyesini kirlenmemesi için gösterdiği hassasiyet. Diğer tarafında kirli ellerin ülkemizi talan etmesi…
Lafı gevelemeye ne gerek. Gerideki akarsuyu hesaplamadan önüne bent kuranlar sele kapılır giderler. Medeni ülkeler yeni teknoloji üretiyor. Biz yeni tarikatlar, örgütler, çeteler üretiyoruz. Medeni ülkeler hızlı tren yapar biz treni raya sokamıyoruz. Gelişmiş ülkelerin yaptığı uçaklar için;  Biz hava alanı hazırlarken doğanın dengesini bozarız. Ülkemize yatırım yapmak isteyen yabancı sermayeye Çankaya köşkünün bahçesini sunarız. Bu sorun ülkemizde sadece mevcut hükümetin değil onlarca yıldır geleneksel siyasal yaşamın kronikleşmiş halindendir.
İSLAM DİNİ BU MU?
 Bizim dinimizin merkezinde insan varken, dinimizce yapmamamız gereken ne varsa yaparak inancımızdan kopuk yaşıyoruz. İslam’ın ve medeniyetin beşiği dediğimiz toprakları bir birimizi boğazladığımız “mezbaha neye” çevirdik. Gelişmiş ülkeler inançlarını yaşam biçimi içinde yaşatırken, OSKAR, NOBEL, NİŞANLARI alıp, ŞEHİR, ÜLKE, ÜRÜN MARKALAR ve ESERLER yaratarak kalkınan eğemem ülkeler olurken, biz marka düşkünü tüketici ülkeler olarak postu parlak tutmaya çalışıyoruz.  
YILIN HER GÜNÜ NEYİ KUTLUYORUZ?
Yılın her günü geçtiğimiz yıllarda yaşadığımız bir vahşetin yasını tutarak geçiriyoruz. İntikam, kin ve nefret duygusu içerisinde ölümü kutsuyoruz. Her gün bir önceki yaşanılmışlığın matemini tutarken ajanslar yeni şer odaklarının cinayet haberlerini vererek gelecek yılların yas günlerini rezerve ediyor. 
BÜTÜN BUNLAR NİYE?
 Siyasal çalkantılar: ulus, mezhep, siyasal çatışmalar, 6-7 Eylül azınlıklar olayı.  İşçilerin hak ve özgürlük mücadelesi 15-16 Haziran, 1 Mayıs katliamı 1977…
 Katliamlar: Dersim, Çorum, Maraş, Malatya, Sivas, Gazi Başbağlar, Roboski…
Darbeler: 27 Mayıs,12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat…
İdamlar: 17 Eylül 1961 Menderes ve arkadaşları, 6 Mayıs 1972 Deniz Gezmiş ve arkadaşları,13 Aralık 1980 17 yaşı 18 e çıkarılan Erdal Eren dönemlerin simgesel isimleri olmuşlardır.
GELECEĞİ KARARTMAK!
Diyarbakır, Mamak, Metris, Ulucanlar… Zindanlarında, işkence tezgâhları, idam sehpaları ile düşünce özgürlüğünün bedeli ortaya konuldu. Bana neci, duygusuz, duyarsız gençlik  üretmekten, başarmaktan, hak aramaktan çok marka düşkünü moda hayranı tüketici model nesil “üretimine” başlandı… 
SANAYİLEŞMEK  BU MU?
Zonguldak'ın Armutçuk, Amasya'da, Yeniçeltek, Zonguldak'ın Kozlu, Yozgat'ın Sorgun, Karaman'ın Ermenek, Kastamonu'nun Küre ilçesi. Bursa'nın Mustafakemalpaşa, Balıkesir'in Dursunbey,  Zonguldak Karadon, Edirne'nin Keşan, Zonguldak'ın Kozlu, Soma, Ermenek'de kalkınma adında toprak altında kaldık. ETİBANK, SÜMERBANK, SEKA, ET BALIK, TEKEL, PTT, DEMİR-ÇELİK… nerede?
DOĞAMIZ
ÇET, HES, Nükleer santral, yol, hava alanı, köprü, tarım, konut, maden sahalarını başka alan yokmuş gibi  ranta açarak Allah'ın bizler için var ettiği güzel doğamızı yok ediyoruz.
HAYVANLARIMIZ
Dünya’yı sadece insanların sanarak,  yaban hayvanların yaşam alanlarını yok ederek, sokak hayvanlarını zehirleyerek, göçmen kuşların yollarını keserek hoyratça kullanıyoruz.
GELİŞME
Gelişmiş ülkeler, Yazarlar, Yapımcılar, Filozoflar, Bilim insanları, Akademisyenler, Siyasetçiler… Saygın, toplum eserleri, icatları, akademik çalışmaları, kitapları, resimleri ışığında yürüyerek medeniyeti yaşıyorlar.  Biz, ölümler, yargısız infazlar, idamlar, işkenceler, zindanlar, ortadan kaybedilenlerle kendi karanlığımıza bir birimizi çekerek, ağıtlar, matemler ile yol arıyoruz.  
GELİŞEN ÜLKE
Tarım alanlarımızı sanayi ve yerleşme açarak inşat baronlarına verdik. Hayvancılık ve tarım dışa bağımlı. Elimizde bir inşaat var. Yapıp,yıkıp,söküp, dikip ”eğleniyoruz” Yabancı sermayenin kan emişine direnen üç beş milli sermaye…
MİLLİ DEĞERLERİMİZE NE OLDU?
Gelişmiş ülkeler her yıl yeni araba modeli değiştiriyor. Biz, her yıl eğitim sistemini değiştiriyoruz. Gelişmiş ülkeler her yıl kalkınmalarını yükseltiyor. Bizim sağlık sistemimiz “çökertiyoruz.”Gelişmiş ülkeler her yıl yeni teknolojilerini sıralıyor. Biz, İş cinayetleri, kadın cinayetleri, trafik cinayetleri, hastane kapılarında ölümleri, maganda kurşunlarını, uyuşturucu, fuhuş, kaçakçılık, hırsızlık dosyalarını sıralıyoruz.
BAŞARABİLİRİZ
Eşit sosyal, siyasal haklar temelinde halkların kardeşliğini pekiştirmeliyiz. Eğitim ve sağlığı dünya standartlarına çıkarmalıyız. Sanayi, tarım, hayvancılık üretimini yapmalıyız. Sosyal, kültürel, tarihi, değerlerimizi korumalıyız. Dinimizi “korku dini” olmaktan kurtarıp, sevgi dinine dönüştürerek inanç ve siyasal özgürlükleri hayata geçirmeliyiz. Ulusal kimliklerimize, inançlarımıza, dilimize, rengimize, farklılıklarımıza hoş görü ile yaklaşarak ortak ülke değerlerimiz üzerinde kurtuluş savaşı inancı ve iradesi ile bütünleşirsek, bu cennet vatan tüm insanlığa nimetlerinden sunarak insanca yaşamamızı sağlar. Asıl mesele; Bizim insani değerlerimize sahip çıkarak yaşamamız.

Hadi hayırlısı...


AB’DE İSLAM DÜŞMANLIĞI YAYILIYOR


26 Aralık 2014, 15:22
Ali GÜLTEKİN
Avrupa’da son yıllarda Ortadoğu ülkelerinde radikal dinci örgütlerin insanlık dışı işkence ve katliamları sermaye basını tarafından sürekli gündemde tutuluyor. Bir taraftan Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmek için insanlık dışı örgütlere el atından destek veren emperyalistler diğer taraftan IŞİD’in insanlık dışı vahşetini yayınlayarak İslamofobi, "İslam korkusu" yayıyorlar.  Avrupa ülkeleri 1960 lı yıllarda ihtiyaç duydukları iş gücü dolaysı ile ülkelerine çağırdıkları işçilerin üçüncü kuşak çocukları artık İslam karşıtı ırkçılar tarafından potansiyel suçlu ilan edilerek istenilmiyorlar. Radikal dinci terör gerekçe gösterilerek  körüklenen “İslam düşmanlığı” gelinen aşamada, azımsanmayacak bir taban tutturmuş durumda. Avrupa ülkesinde “İslam karşıtlığı” üzerinden kurulan ırkçı partiler hükümet ortakları oldular.
“İslam düşmanlığı” üzerinden yükselen “yeni” ırkçılık Almanya’da bugüne kadar siyasi anlamda bu kadar etkili olamamıştı.
Hıristiyan Demokratların İslam düşmanlığını yapması, işsizliğin ve kriminal olayların artması ve bunların sebebinin Müslümanlar olarak gösterilmesi İslam düşmanlığını artırmakta. 
Almanya’da İslam karşıtlığı üzerinden ırkçılık, son bir kaç haftadır Dresden merkezli “pazartesi Eylemleri”ne bakılırsa Hitler dönemi sonrası en çok  kitle desteğine ulaştı.
Doğu Almanya’daki yarım milyonluk Dresden’de dört hafta önce 300 kişiyle başlayan ırkçı eyleme katılanların sayısı geçen pazartesi 15 bine ulaştı. Her pazartesi pek çok kentte ırkçılar tarafından çeşitli isimler altında eylemler düzenleniyor.
IRÇILIK YAYILIYOR
Kendisini “Avrupa’nın İslamlaştırılması’na karşı Avrupalı Yurtseverler” (PEGIDA) olarak adlandıran, başında da adi suçlu birinin bulunduğu bu “yeni” ırkçı hareket, açık olarak ülkede yaşayan yabancıları, İslam ülkelerinden gelen göçmenleri hedef alıyor.
Halk arasında düşmanlık ve nefreti körükleyerek, bölücülük yaparak emellerine ulaşmaya çalışıyorlar. İlerici, Demokrat AB halkları bu yeni yetme ırkçı gelişmeye karşı Müslüman halkın istediği ülkede yaşama hakkını savunan karşı gösteriler hazırlıyor. Irkçı gösterilere güvenlik ve yargı birimlerinin  “düşünce özgürlüğü” adına izin vermeyerek, ırkçıların faaliyetini yasaklamalıdırlar. 
Özellikle Merkel’in muhafazakâr Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisi eylemlere “anlayışla” yaklaşıyor. Sokağa çıkan göstericileri “Kaygıları anlaşılabilecek kitle” ya da “Öfkeli vatandaşlar” olarak tanımlıyor.
Hiç şüphesiz; göçmen oranının sadece yüzde 2.2, Müslüman oranının yüzde 0.1 olduğu Dresden’in, ırkçılar tarafından “İslam tehdidi” gerekçesiyle merkez haline getirilmesi anlaşılır değil.
HoGeSa, PEGIDA, DÜGIDA, BOGIDA, MÜGIDA... gibi adlarla ortaya çıkan ırkçı ve yabancı düşmanı inisiyatiflerin asıl hedefi, göçmenlerle Alman halkı arasında düşmanlık yaratmak.  Etnik-dini değerleri öne çıkararak ülkelerdeki sosyal-siyasal sorunların kaynağını gizlemektir. Çeşitli Neonazi örgütlerinden Almanya İçin Alternatif (AfD) partisine kadar muhafazakâr-sağcı çevrelerce desteklenen bu hareketlerin günümüzde bu kadar taraftar toplamasının asıl nedeni basın, yayın ve sağcı  siyasetin yıllardan beri İslam karşıtlığı üzerinden geliştirdiği söylemlerdendir.
AB’de İslam düşmanlığı temelinde yükselen ırkçılık her geçen gün artıyor.
Eski Cumhurbaşkanı Christian Wulff, “İslam Almanya’ya aittir” dediğinde eleştirilen, Müslüman ülkelerden gelen göçmenleri aşağılayan Thilo Sarrazin alkışlanması o günlerde bu zemini hazırlamıştı.
Dünya’da 11 Eylül 2001 saldırısından sonra geliştirilen “medeniyetler çatışması”na kadar uzanan İslam ülkelerinden gelen göçmenlerin “potansiyel suçlu”, “devletin sırtından geçinen asalaklar” olarak ilan edilmesinden bu yana, İslam karşıtlığı üzerinden yapılan ırkçılık kıriz yaşayan ülkelerin cankurtaranı oldu. Yabancı düşmanlığı ve İslam düşmanlığı ülkelerde sağlın hastalık gibi yayıldı. Çünkü devleti yönetenlerle, ırkçılar arasında bir zihniyet birliği sağlanmıştı. Hal böyle olunca da İslam karşıtlığı üzerinden ırkçı ve yabancı düşmanı görüşleri yaymak çok daha kolay hale geldi. 
Almanya sokaklarında Hıristiyan-Batı değerlerinin ifadesi olan “Abendland”ın İslam’dan kurtarılması söyleminin diğer ülkelerce önemi bir hayli fazladır. Bunda radikal dincilerin Ortadoğu’da yaptıkları insanlık dışı katliamlar, kelle kesmelerinin, Türkiye ile bunlar arasında bağ kurulması nedeni ile AB ülkelerinde yaşayan Müslüman Türkler bu kesimlerin hedefi haline gelmişlerdir.
Faşist akımlar Ortadoğu’yu göstererek, bu korkuları kullanarak güç toplamayı, belli kesimleri etkilemeyi hedefliyorlar.
Irkçı hareketin özellikle Doğu Avrupa’da daha geniş bir zemin bulması dikkat çekicidir. İki Almanya’nın birleşmesinden sonra bu bölgede sağcı-milliyetçi-ırkçı bir kuşak yaratarak solu zayıflatma hesapları bugün önlenemez bir güce ulaştı.
BİRLEŞEREK MÜCADELE ETME
İstihbarat örgütleri tarafından ırkçı örgütlerin kurulduğu biliniyor.
Gelişmeler karşısında yaşadığımız ülkelerin halkları ile birleşerek, ırkçılığa, ayrımcılığa, işsizliğe yoksullaşmaya karşı mücadele etmekten başka çaremiz yok.
Hadi hayırlısı...

SIRAT KÖPRÜSÜNDEN UMUDA YOLCULUK


19 Aralık 2014, 16:04
Ali GÜLTEKİN
Her gün Avrupa’nın güney sahillerinden ”umuda yolculuğa” çıkanların parçalanan teknelerden denize savrulan cesetlerin karaya vurduğunu görüyoruz. Gazeteler ölüm haberlerini manşetlerinden veriyor.
ÖLÜME YOLCULUK
Asya ve Ortadoğu ülkelerinde diktatör yönetimlerce savaşlar, ölümler, açlık, yoksulluk, talan içinde yaşam koşulları can güvenliği olmayanlar “umut yolculuğu” ile ülkelerini terk ediyorlar. İnsanlar, “böyle ölmektense şansımı deneyerek ölmek istiyorum”  diyerek umut ve ölümü göğüslüyorlar.
AVRUPA KAPILARI NEDEN ÖLÜM DERYASI
AB, dışarıdan “cennet” bir ülke olarak görülüyor. Kazılan hendeklerde, mızrak ucunda, tel örgülerde, dağlar başında, denizin dalgaları arasında ölüm yolculuğuna çıkıyorlar. Avrupa ülkeleri yanı başında yaşanılan trajedilere kulak tıkayarak çığlıkları duymuyor, siyah gözlüklerinden ölümleri görmüyor. Karaya ne kadar çok insan ceset vurursa AB güvenlikte başarı kazandıklarının memnuniyet sergiliyorlar.
CADI KAZANINA ODUN TAŞIMAK
Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanılan karışıklıkların sorumlularından birisi de AB değil mi? Askerleri, silahları, sermayeleri ile o ülkelerde ne arıyorlar? Kaynayan cadı kazanına odun taşıyanlar arasında AB ülkeleri yok mu? Ölümler üzerinde uçuşan kuzgunlar kim?
UMUDA YOLCLUK
“Umut yolcuları” en çok Almanya’yı tercih ediyorlar.  Almanya bu sayıyı azaltmak için daha çok baskıcı uygulamalar ve yasalar çıkarıyor. Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, bugüne kadar izlenen politikalara geçtiğimiz aylarda bir yenisini daha ekledi. Katıldığı bir televizyon programında “transit ülkelerde sığınmacı alım kampları kurulmalı” önerisini ortaya attı. Kamplara “Hoş geldin ve Seyahat Merkezleri” adını veriyor. Daha önceki SPD hükümetinde içişleri bakanlığı yapan Otto Schily de aynı öneriyi yıllar önce yapmıştı.  Bu öneri toplumsal tepkiler nedeniyle geri adım atılmışt. Ne yazık ki; Bu gün aynı duyarlılık yok.
ÖLÜMLERDEN ÖLENLERİ SUÇLAMA
Avrupa’ya sığınmayı imkânsız hale getirmek için Akdeniz’deki ölümler gösteriliyor.   Sınır ülkelerde  “sığınmacı kampları” kurulacak. AB, BM yetkilileri denetiminde iltica başvuruları tek tek alacak. Kabul edilenler AB ülkeleri arasında nüfus oranına göre dağıtılacak. Sırat köprüsünden geçirilen insanlar AB dışındaki ülke kamplarına hapsedilecekler.
AB KAPILARA YENİ “BEKÇİ” ARIYOR
“Arap baharı” öncesi Kuzey Afrika ülkelerinden transit gelen  sığınmacıların AB ülkelerine girmemeleri için Libya bekçilik görevini çeşitli maddi ve siyasi yardımlar  karşılığında gönüllü üstleniyordu. Sığınmacıların Türkiye ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaştığı biliniyor. AB sırat köprüsünü Türkiye üzerine kurmak için girişimler başlattı.
TEPKİLER…
Sığınma başvurularının Avrupa’nın dışına çıkarılmasındaki amaç sığınmacıların Akdeniz üzerinde ölümüne engellemek değil, Avrupa’da sığınma hakkını kaldırmaktır.” (proasyl.de)
Gerçekten de maksat savaşın, açlığın, sefaletin sürdüğü bölgelerden insanların Avrupa’ya ulaşmasını engellemektir. Bu ülkelerde kurulacak kamplarda insanlık dışı yaşam sürdürmeleri dayatılan insanların sığınma hakları ortadan kaldırılacak.  
Amaç ölümleri durdurmak olsa çoğunluğu kadınlar ve çocuklar olmak üzere 390 kişi Akdeniz’in sularına gömülmesinin önlemleri alınmaz mıydı? Daha sonraki sürede 3 bin kişi AB sınırlarında can vermedi mi? Akdeniz’de, Eğe’de hala ölümler yaşanmıyor mu?
Der Spiegel dergisine göre, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana sığınma arayışı içinde olan insanların sayısının rekor düzeye ulaştığını yazıyor. Savaşlar, çatışmalar, yoksulluk, sefalet her geçen gün artarken, umuda yolculuk daha çok can alacak gözüküyor.
 SEFALET SON BULMUYOR
Yoksul ülkelerden AB’ye gelen “sığınmacılar” sefalet içinde yaşıyorlar. Meslek, dil, eğitimi olmayanların çoğunluğu bir süre sonra hırsızlık, fuhuş, kumar çetelerinin ellerine düşerek “cennet” hayal ettikleri ülkelerde cehennemi yaşıyorlar. Şanslı olanlar, hiçbir bir sosyal güvencesi olmayan, zor şartlarda kölece kaçak çalıştırılıyorlar.
Pembe rüyamızın  “umuda yolculuk”  hayalleri üzerinde dolaşan karabulutların arasında kuzgunlar uçuşuyor. Avrupa artık kaçak yollar ile pembe hayallerimizi süsleyen yaşama başlanılacak ülke olmaktan çıkarak ölüme yolculuk oldu…
Öyle ölümler gördük ki…
Defalarca dönüp ülkeme baktım
Yıldızlar yerde, yürekler gökte, hüzünler serde
Üzülsem de olmaz, dönsem de olmaz
Yenilsem de olmaz, eğilsem de olmaz
Umuda yolculuğa böyle çıktık.
Hadi hayırlısı…

GAZ VERME GAZA GELME


14 Aralık 2014, 13:21
Ali GÜLTEKİN
Dünya’ya gaz veren ve gazını alan küresel güçler arasında enerji pazarı alev alev yanıyor. ABD-AB ekseniyle Rusya arasındaki enerji çatışması bir yıl önce Ukrayna’nın başkenti Kiev’deki Maidan Meydanı’nda başlayan AB yanlısı gösterilerin ardından yapılan darbe ile gün yüzüne çıktı.
Ukrayna sahasında gol yiyen her kim olursa olsun yenilginin bedelini o ülkenin yoksul halkları ödeyecek. Rusya’nın sahip olduğu en önemli silahı devasa enerji kaynaklarını gücünü her alanda kullanıyor.
Ukrayna ve Polonya’nın ABD-AB ye yakın durmasından huysuzlanan Rusya bu ülkeleri “enerji koridoru” olmaktan çıkarıp,  Avrupa’ya taşınacak doğal gaz koridorunu kendi güvenli sahası içinden geçirme planlarını devreye sokuyor.
NEDEN ALMANYA?
Rusya enerji hattı konusunda iki temel yol belirledi. Birincisi, Kuzey Avrupa Doğalgaz Hattı”nı (North Stream). İkincisi, Güney Avrupa Doğalgaz Hattı (South Stream)  oldu. Rusya ile Almanya arasında Eylül 2011’de sağlanan anlaşma sonucu doğal gaz nakli hattı North Steam’in açılışı yapılmıştı. Yılda 55 milyar metreküp doğal gazın akıtıldığı bu hat diğer taraftan Almanya’yı güçlendirerek Kuzey Avrupa’nın doğal gaz deposuna hâkim bir ülke konumuna getiriyor. Bu hattın başında Türk dostu olarak bilinen Putin’in kankası Almanya Eski Başbakanı Gerhard Schröder bulunuyor.
GAZ VERME
 Ekonomik ve siyasal risklerine rağmen Putin’in Aralık 2015’ten itibaren Balkanlar ve Güney Avrupa ülkelerine yılda 63 milyar metreküp doğal gaz pompalaması planlanan Güney Doğalgaz Hattı’nın yapımını durdurması sıradan bir hamle değildir. Bu hamle küresel güçler arasındaki gaz alma ve verme dalaşının derinleştiğinin göstergesidir.
 “German Foreing Policy” sitesinde yer alan yorumda ABD-AB Rusya enerji çatlağında en çok zarar görecek ülkelerin başında Almanya’nın geleceği belirtiliyor. Hattın yüzde 51’i Rus Gazprom’a, yüzde 15’i Alman Wintershall tekelline ait. Geriye kalan; İtalya, İspanya, Fransa... tekellerine ait. Hattın denetleme kurulu başkanlığını Alman Henning Voscherau yapıyor. Bu demektir ki, Rus doğal gazının Avrupa’ya taşınmasında Almanya stratejik bir rol oynuyor ve her iki hatta da kilit konuma sahip durumda.
South Stream’in iptali her ne kadar Putin’in Merkel’in kalesine attığı bir gol olarak görünse de Merkel oyunda çekilmiş gözükmüyor.  Muhafazakâr Frankfurter Allgemeine Zeitung, kararı “Putin’in kişisel yenilgisi” olarak değerlendirerek Almanya’nın biraz havasını boşaltarak topluma verdiği gaz ile Rusya karşısında alınan yenilgiyi hafifletmeye çalışıyor.
KAZANANLAR KAYBEDENLERUkrayna,  yeni bir hat açılana kadar kendini şanslı görüyor. Bir diğer kazanan taraf ABD olabilir. Bir taraftan Rus gazını Ukrayna üzerinden akıtılmasından yana olan ABD, diğer taraftan kendisi doğal gazını satmak için savaş alanında gaz yiyenleri siren ve sinyali açık ambulansı ile toplayarak kendi komuta merkezine taşıyor.
STRATEJİK PLAN
Avrupa’nın Rus doğal gazını tüketmemesi durumunda bunun gelecekte Rus ekonomisine önemli ölçüde zarar vereceği düşüncesinde. Petrol fiyatlarındaki düşüşün son haftalarda rublenin değerini düşürmesi Rusya’yı gelecek için kaygılandırıyor. Batılı güçler Rusya’nın en önemli ticaret kaynağı olan petrol ve doğal gaz satışını düşürerek, Rusya ile ticareti keserek Putin’i dize getirme çalışıyorlar. Putin, Çin ile büyük bir anlaşma imzalayarak ABD-AB bileşenlerine karşı ataklar geliştiriyor.
GAZA GELMEYELİMTürkiye’nin, Rus doğal gazının Avrupa’ya taşınması konusunda transit geçişe göz kırparken, Putin, karşıtlarına Türkiye’nin saflarını belirlediğinin sinyalini yayıyor. Bu durumun Türkiye-ABD-AB arasındaki ilişkilerde önemli gelişmelerin olacağı gösteriyor. Şangay Beşlisi veya Şangay İşbirliği Örgütü içinde yer almayı birkaç defa dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Davutoğlu hükümeti bu süreci nasıl yönetecek?  Küresel güçler, kendi cephesini güçlendirmek için başlattıkları doğal gaz dalaşı içinde mezar kazıcı ve defin işini yapacak destekçi arıyorlar. Hesap çok iyi yapılarak temkinli yaklaşılmalı. Gaza gelerek cenk havasında oyuna çıkarken,  havası boşalan tekerin taşıdığı gücü nereye sürüklediğini göz ardı etmemek gerek.  

GAZIMIZI ALMASINLAR
Küresel güçlerin bu Pazar savaşı içinde yer almak ateşten gömlek giymektir. Bu savaşların içinde geçmişte yer alıp en çok zararı görenler olarak en iyi biz biliriz. Türkiye’nin işinin bu süreçte hiç de kolay olmadığını bu günden görebiliyoruz. ABD-AB eksenli Rusya enerji hattı dalaşı içerisinde yer almamızın bedelini Ukrayna örneği gibi çok ağır olabilir.
Hadi hayırlısı…

İNSAN OLMAK!

İNSAN OLMAK!

10 Ekim 2014, 14:34
Ali GÜLTEKİN
Her birimiz masumane duygular içerisinde Dünya’ya gözlerimizi açarız. Emeklerken dokunduğumuz, yürüme aşamasında ilk elini tutuğumuz çocukların dinini, ulusunu bilmeyiz. Oynar, koşar, güler eğleniriz.
Konuşmaya başladığımızda dilleri, şiveleri, inançları, ulusları fark ederiz. Görürüz ki hepimiz insanız. Bütün bunlar bizi neden düşmanlaştırsın ki? Bütün bunlar bizim sevgimizi neden yok etsin ki?·  İçinde sevgi barınan için, bütün dünya tek bir ailedir. Gautama Buddha·  Çiçekler sevdikleri topraklarda büyürler. Hz. Muhammed (sav)·  Biz muhabbet ve sevgi fedaileriyiz. Husumete vaktimiz yok. Bediüzzaman Said Nursi·  İnsanların en acizi, insanlardan kardeş edinemeyenidir; ondan daha acziyse kardeş edindikten sonra onu yitirenidir. Hz. Ali
 VAMPİRLER KANA DOYMUYOR
Ortadoğu’yu din, mezhep, ulus, aşiret çatışmaları içerisine çeken politikalara mühendislik yapan kan emiciler çatışma ve savaşlardan yarattıkları ekonomi ile beslenmeye devam ediyorlar. Aynı zamanda, toplumsal tepkiye karşı barışçı görüntü vererek umut olma algısı yaratıyorlar.
NEDEN MÜSLÜMAN ÜLKELER?
Yan yana büyüyerek ekmeğimizi evimizi paylaştığımız can arkadaşımızın alevi- Sünni olduğunu yıllar sonra öğreniyoruz. Kürt, Arap, Laz dili konuşan gelinimizden, damatlarımızdan kültürlerini tanıyoruz. Arap, Yunan, Fransız, İtalyan’ı tanımak için bütçeler ayırarak kültür turlarına çıkıyoruz. Dillerini öğreniyoruz. Dinlerini araştırıp okuyoruz. Bu birikimlerimiz sevgimizi güçlendirirken nasıl oluyor da birileri tarafından nefrete dönüştürülebiliniyor?
ORTADOĞU NEDEN ORTA OYUN SAHASI?
Bir litre petrolü olmayan ülkeler sanayisini geliştirerek, arabalar, uçaklar teknoloji üretiyorlar.  Ortadoğu küresel sermayenin kan damarı.  Küresel güçlerin işbirlikçi yöneticileri, saraylar,  yatlar, saltanat kurup İslam inancının kabul etmediği bir yaşam tarzı ile “Allahın kulu” olma yerine küresel güçlerin uşağı olma becerisini sürdürdüğü kadar tahtında kalıyorlar. Yaşam tarzları ile İslam inancını kaybeden diktatörler İslam adına “şeriat kanunları” ile ülkelerindeki halkları kölelik koşullarında yönetiyorlar.
SOKAKLARA DİKKAT!
“Faili meçhul cinayetler” ardı ardına çeşitli bölgelerde hortladı. Halkların barış, kardeşlik, birlikte yaşam istemlerine karşı “sivil kuvvetler” adı altında uluslar arası çetelerin ülkemizdeki işbirlikçisi kontrgerillanın yedeklediği çeteler (Devlet Bahçeli’nin sağduyu çağırısına rağmen) Kürt - Türk çatışması için MHP bayrağı taşıyan, simgesi yapanları, inanç boyutunda Hizbullah’ı sokaklara çıkararak çatışmaların içine çekmesi bir rastlantı değil. Yakılan binalar, araçlar, bayraklar, yağmalamalar, 90 lı yılların görüntülerini geri sarmaya başladı. Bize düşen görev; Din, mezhep, ulus ayrışmaları ve çatışmalarına karşı farklılıklarımıza karşı hoşgörüyü öne çıkararak halkların kardeşliğini inatla savunup bu oyun boşa çıkarmak olmalı.  
Farabi: Sevginin kurduğu devleti adalet devam ettirir. Halklar olarak bir birimizi sevmediğimizde bu ülkeden nasıl bir yasa uygularsanız uygulayınız insanları düşmanlaşmaktan, çatışmaktan, ayrışmaktan, parçalanmaktan kurtaramazsınız.
KOALİSYON DEĞİL ÇIKAR BİLEŞENLERİ.
Masumane çocukluk duygularımız ile büyürken büyükler tarafından çirkin oyunların içine çekiliyoruz. Uyuşturucu, Fuhuş, kumar, çeteleşme, şiddet, ulus, inanç ayrışması, sermayeye sahip olanlar tarafından köleleştirilenler, yoksul zengin semtlerinin oluşmasını sevgi ayrışması ortaya çıkarıyor. Milliyetçi, kökten dinci, mezhepçi akımlar oluşturularak halklar arasında düşmanlık körükleniyor. Biz böyle yetişirken insanlık âlemi çocuklara yeterince önem veriyor mu? Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) gibi örgütler bile çocuklarla ilgili konulara maalesef yeterince duyarlı değiller. Eğer yeterince duyarlı olsalardı Dünyada bu kadar çocuk açlıktan, kıtlıktan, savaştan dolayı ölmez, ölenlerin birkaç katı kadarı sakat kalmaz, bedensel ve ruhsal sorun yaşamazdı. Irkçı, milliyetçi, köktendinci, mezhepçi eğilimlerden etkilenmezdi. Filistin, Irak, Suriye’de ölen çocuk sayısını tespit ederek sahip çıkarlardı.
BU GENÇLERİ KİM YÖNLENDİRİYOR?
Alman iç istihbarat örgütünün başkanının açıkladığına göre, Avrupa’dan IŞİD saflarına 30 yaşının altında olup katılan 3 bin kişi var. Bunların neredeyse tümü Türkiye üzerinden Irak ve Suriye’ye giriş yapmış. Bu gençlerin, güçlü istihbarat örgütlerine sahip adeta polis devletleri olan Almanya, Fransa, Amerika, İngiltere’den 'Allahu ekberdiyerek insan kafası kesen, örgüte katılmasının alt yapılarının nasıl oluşturulduğu sorusunu birlikte düşünelim. Kim hangi sonucu çıkaracak?
Hadi hayırlısı…

OĞLUM YÜZME BİLMEZDİ!


Ali GÜLTEKİN
"Oğlum yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı? Geceleri uyuyamıyorum.  
Ayşe Gökçe Ana oğlunun yüzme bilmediğini bildiğinden; Gemici, balıkçı olmasını istemezdi. Yapışır yakasına göndermezdi.  Peşi sıra gider, yalvar yakar döndürürdü yolundan.
Saçını süpürge eder, mecalinin yettiği kadar kanatlarının altına alır, yavrularına ve kuzucuklarına yoksul evinde bakarak güle oynaya yaşarlardı birlikte.
Ayşe Ana nerden bilsin kahrolası maden ocağına oluk gibi sular akacak. Bendini yıkmışçasına boşalan selin 18 canı candan koparacağını nereden bilsin Ayşe Ana.
BİLENLERE NE DEMELİ?
Ya! Bilenlerin suskunluğu? Ya! Bilenlerin pişkinliği? Ya! Bilenlerin aymazlığı! Her tufan sonrası  bir masalcının güneşli günler hikâyesi dinleyerek uyutulup, uyandığımızda rüya yorumcularının telkini ile yaşadığımız acıları unutup geride bırakıyoruz…  Elbistan’da yıllar önce toprak altına “gömdüğümüz” canlarımızın çıkarılamadığından haberi olan var mı?
ÖZÜMÜZE DÖNELİM
Müslüman bir coğrafya’da yaşamamıza, çoğunluğumuzun Müslüman bir toplum olmasından dolayı inancımıza göre: insana olma erdemi, sevgi, saygı, emek, hak, hukuk, paylaşım, birlikte ortak yaşamın bizler açısından kutsal olması gerekmiyor mu?
BUNLARA NEDEN PARTİZANLIK YAPARIZ?
Bizim ülkemizde ne yaşanıyor? Yeşil alanlar yok yakılıp, yıkılıp, kesilip yok edildi. Tarihi kalıntılarımız yağmalandı. Geleneksel mimari yerine daha çok kar edilen yapı türüne geçildi. Kültürel değerler  gereksizleştirildi.. Geleneksel sosyal yaşamdan koptuk. Eğitim, kültür, yaşam biçimi, çalışma hayatı, vergi sorumlulukları, kar etme usulü, işveren-usta-kalfa-çırak-işçi silsilesi ortadan kayboldu. İşçi ücretleri, iş güvencesi, sosyal-siyasal haklar, iş sağlığı, iş hukuku konularında dünya ülkelerinin sonlarındayız.
Yabancı sermaye tutkusu, marka hevesi ile ne markamızı yaratabildik ne de milli sanayimizi kurabildik. Milli sermaye ile geri,  cadde sokaklarımız süsleyen yabancı marka tabelaları ile “ileri ülkeyiz”
İNANCIMIZ SERMAYEYE YENİK Mİ DÜŞTÜ?
Tersanelerde gemi yapmaya kalkıyoruz onlarca iş kazasında yüzlerce ölümle kapatıyoruz.  Gökdelenler yapıyoruz patır, patır işçilerimiz inşatlardan atarak rezidans temellerine gömüyoruz. Bayram, tatil günü demeye korkuyoruz. Yollarımız trafik kazaları ile kan gölüne çevriliyor. Kuraklık diyerek yağmur duasına çıkıyoruz. Allah yüzümüzü kara çıkarmayıp yağmur veriyor malımız çanımızı sel sularına veriyoruz.
 Maden açıyor işçilerimizi “ateşle yakıyor”, “su ile boğuyor”, “toprağa gömüyoruz”.
Şehir planı adına yeşili, doğallığı yok ederek hayalet şehirler yaratıyoruz. Köylerimizi geliştirelim derken köylerin doğal dokusuna kent aşısı yaparak melez bir toplum yaratıyoruz.
DOĞRU YAPTIĞIMIZ NE VAR?
Yerli sanayimiz, öz sermayemiz, yerli markalarımız, milli takımımız, kültürel zenginliğimiz, tarihsel dokumuz,  Anadolu insanının yüzyıllardır var ettiği ortak değerleri, birliğimiz, dirliğimiz, paylaşımımız yok oluyor. Bunu duyun yok oluyor yokkkk.
NE YAPMALI?
Bütün bunların sorumlusu iktidar partileri değil, Bütün bunların sorumluluğu muhalefet pareleri hiç değil? Bu ülkede yaşayan insanların duyarsızlığı sonucu buralara sürüklendik.  Siyasi partiler kutsal değerler değil. Yüzlerce partiler ismi silinerek yok oldu.  Bizler yüzyıllardır milli değerlerimiz ve inançlarımızla yaşıyoruz.  Partileri bizim ve ülke sorunlarımıza çözüm yaratacak çalışmalar yaptıkça destekler, partiler ülke sorunlarından koptukça bizde partilerden kopmalıyız.
İnanç, milli, ulusal değerlerimiz üzerinden duygularımıza okşanarak yapılan  ticaret ve siyaseti bertaraf ederek önce insan olduğumuzu unutmamalıyız.  
Ayşe ananın yüreğindeki acıyı söndürecek cevabı gözlerinin içine bakarak verebilecek biri var mı?
Hadi Hayırlısı…

SERMAYE Mİ? SAĞLIK MI?


Koro halinde “10 yıl öncesine göre iyiyiz” sözlerini duya biliriz. Bu iyileşme sağlığa olan yatırımlarımız sonucu gelişme mi?  Dünya üzerinde doğal  gelişimin sızıntıları mı? Neden doğal gelişmeler ile yetiniyoruz?
Bir bilene soralım mı?
Anlatsın mı?
Anlatır mı?
SAĞLIK VE EĞTİM YOKSULUMUYUZ?
Ülkeler arası sağlık ve eğitim farklılıkları konusunda tekrar ahkâm kesmeye ne gerek.  Günümüz teknolojisi üzerinden araştırdığımızda her ülkenin ne kadar sosyal devlet olduğu bilgilerine ulaşabiliyoruz. Hangi ülkelerin eğitim ve sağlığı ne kadar önemsediği yaşam standartları olarak ortada.
MESELE GELİŞMEMİŞ ÜLKE OLMAK MI?
Memleketimizde gelişmiş ülkelerde olmayan yatlar, saraylar, arabalar, saltanatlar, zenginlikler var. Gelişmiş ülkelerden daha zengin doğal kaynaklarımız var. Mesele bu olunca mangalda kül bırakmıyor, tüm dünya’ya meydan okuyoruz. Sağlık ve eğitim sorun olduğunda “biz gelişmiş ülke değiliz. Ancak imkânlarımız doğrultusunda hizmet verebiliyoruz .” şeklinde yakınıyoruz.  Bilim insanları:  Eğitimli ve sağlıklı toplumlar gelişir, güçlenir. Derler…
YAKINIYORUZ!
 Hastanelerde yaşanılan kötü koşullar için “yetersiz personel” gerekçesine şahit olan var mı? Hasta odalarında bulunan sağlıksız, yetersiz malzemeler için “ödenekten” olduğunu dinledik mi? Yakalarında “temizlik görevlisi” yazan taşeron çalışanların hasta bakıcılığı görevleri yaptığını göreniniz var mı? Yöneticilerin döner sermayeden ne kadar aylık aldıklarını bilen var mı?
Yıllarca Orhan Gencebay’ın “Böyle gelmiş böyle gider” şarkıları ile uyutulunca, “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” atasözü ile büyütülünce…
Bilsek ne değişir??  
Bilmesek ne değişir?
HANGİ GELİŞME?
Başka hangi ülkelerde; Hastanede hasta yakını refakatçiler kalıyor? Hastane bahçesinde yatıp kalkan hasta yakınları olur? Hastasını servisten servise taşıyan refakatçi olur mu? Hastaneden, yakını tarafından hastasının altından alan, banyo yaptıran başka “medeni bir ülke” kaldı mı?
“Allah devletimize, milletimize zeval vermesin” diyerek hadi tüm bunları sineye çekelim…
HASTANE KANTİNLERİNE NE DEMELİ
Gördüklerimi, yaşadıklarımı yazmak içimi acıdığı için sizlerle paylaşmayacağım. Her gün içimizden milyonlarcası bu tür ortamların içinde bulunuyoruz.
SORALIM!
Hastane kantinlerine giren yetkililer var mı? Hastane kantinlerini denetleyen görevliler var mı?
Hastane kantinlerinin ortamlarını gören var mı? Ne satılır? Hangi ortamda neler yenilir?
 Nasıl bir ortamda insanlar bir arada yer içerler yetkililer bilir mi?
Bilen var mı?
Kantinleri “ihale ile” verenler bilir mi?
Bizim sorma hakkımız var mı?
Bu güzel ülkede;  Sağlık, eğitim, sevgi, mutluluk, birlikte eşit yaşam istiyoruz…
Hadi hayırlısı…

ALMAN TÜRK POLİS BENZETMESİ

Sayın Bülent Arınç’ın kastettiğin, Alman Polisinin yetkileri 2008 yılında, yoğun tartışmalardan sonra kabul edilen ve 2009’da yürürlüğe giren, uluslararası terörle mücadele amaçlı Federal Emniyet Dairesi (BKA) yasasıdır.
Almanya  Polis teşkilatını  federal , eyalet Polisleri ve bu polislerin iş kollarından oluşur.
Almanya’nın uluslararası terörle mücadele amaçlı yapılan bir düzenlemesini Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle ortaya çıkan gösteriler gerekçesiyle örnek almayı gündeme getirmesi ne kadar doğru?
TELEFON VE ORTAM  DİNLEME
 Almanya’da mahkemeden izin alarak dinleme genel yasa içinde de vardır.  Telefon dinlemesini yaparken hangisinin özel hayatla ilgili olduğuna ilişkin 122 sayfalık düzenleme getirilmiştir. Bütün Almanya’da 10 yılda sadece beş adet uzaktan ev dinlemesi yapılmış.
Mahkeme kararı yokken on binlerce kişinin dinlendiğinin beyan edildiği böylesi serbestliğin olduğu bir ülke için daha ne istenile bilinir?
 KİMLİK SORMA.
11 Eylül olaylarından sonra bazı eyaletlerde polise tren istasyonları gibi, kalabalığın olduğu yerlerde belirgin bir neden, bir şüphe olmaksızın kimlik sorma hakkı verildi. Birçok eyalet bu uygulamayı o zaman reddetti. Baden-Württemberg ise buna izin verdi. Şimdi düzenlemenin kaldırılması için büyük gayret içinde.
POLİS EĞİTİMİ
Almanya’da polisin eğitimine yetkileriyle değil, insan haklarıyla, polisin sorumluluklarıyla başlanır. Polisin, örneğin gösterilerdeki en birincil görevi  gerilimin tırmanmasını frenlemek, tansiyonu düşürmek, sinirlerin gerilmesine engel olmak, çatışmaların meydana gelmesini engellemek için yumuşak davranmak göstericilerin gösteri hakkını korumaktır.
Gösterici saldırsa dahi, polis yine göstericinin zarar görmemesini temel alarak hareket eder. Göstericinin temel hakları olan yaşam hakkı, vücut bütünlüğü hakkını öncelik alarak davranmak zorundadır. O nedenle burada yaralanmalar nadiren olur.
İZİNSİZ GÖSTERİ
Bir izinsiz gösteriyi engellemek öncelikli hak olmaktan çıkar.  Eğer kişinin vücut bütünlüğü veya yaşam hakkı tehlike altındaysa. Temel hak ve hürriyetlerde ‘öncelik’ dikkate alınır.
EV ARAMASI
Polisin elinde mahkeme kararı mevcut ise ev sahibi kapıyı açmadığında mahkeme kararı ile evin kapısını kırarak veya açarak evde arama yapabilir. Evde birçok şahıs yaşıyor suçlu ailenin bir ferdi ise sadece şahsın odasını arama yetkisi vardır. Ama daha sonra bilirkişi çağırarak evinize eşyanıza verilmiş bir zarar var ise alma hakkına sahipsiniz. 
POLİS ÇALIŞMASI:
Eyaletler arasında farklılıklar olmakla birlikte polis haftada ortalama 40 saat görev yapmaktadır. Polis merkezlerinde polisler 4 vardiya halinde çalışmaktadır. Vardiyalar senelik olarak belirlenmiş durumdadır. Personel bir sene içerisinde hangi gün ve saatlerde çalışacağını çizelgeye bakarak öğrenebilmektedir. Çok önemli bir olay olmadıkça bu görev saatleri dışında ek göreve çağrılmamaktadır. Bir polisin yıllık iş günü olarak 30 gün senelik izni bulunmaktadır.
SOSYAL HAKLAR
Polisler için lojman, lokal, servis, hizmetli vb. hizmetler bulunmamaktadır. Hizmet aracı dışında makam aracı da bulunmamaktadır. En üst rütbeli polis dâhil herkes göreve özel araçları veya toplu taşıma araçları ile gelmektedir.
POLİS SENDİKASI
Polis teşkilatı sendikal hakka sahiptir. Polis sendikalarının ilgilendiği üç alan bulunmaktadır: Aylıklar, çalışma saatleri ve çalışma şartları. Polisin çalışma şartları veya maaşları gibi konularda sendika ile idare arasında yapılan görüşmelerin olumsuz geçmesi durumunda toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılabilmektedir. Bütün görevlere erkek polislerle beraber hiçbir ayrım yapılmaksızın eşit olarak kadın Polisler görev almakta. Sendikaların önemli bir katkısı da, üyelerinin kaza yaptığında hatalı olması durumunda resmi araçların tamir ücretlerini karşılamaktır. Polis mahkemelik olduğu takdirde avukatlık ücretini Sendika karşılamaktadır. Bir polisin bir yere ataması yapılacağı zaman ve hakkındaki pek çok işlemde sendikanın onayı gerekmektedir. Eğer sendika gerekçeleri yeterli bulmaz ise atamayı engelleyebilmektedir. Ayrıca sendika memurun idare tarafından aleyhine yapılan tüm uygulamaları takip etmekte, idarenin keyfî uygulamaları engellenmekte ve mağduriyetine izin vermemektedir.
Polis izin alınması kaydıyla boş zamanlarında mesleğine zarar vermeyecek bir işte çalışabilmektedir
HALKLA İLİŞKİLER
Alman Polis genel olarak sert bilinmektedir. Ancak bu imaja rağmen demokratik bir ülke olma yolunda önemli mesafeler geçiren Almanya’da polis-halk ilişkileri ayrı bir öneme sahiptir. Vatandaşa karşı bağırma, asık suratla konuşma ve özellikle zor kullanma konusunda hassas olması için polis sürekli denetim altında tutulmaktadır. Polis okullarında bu konuda çok titiz çalışmalar yapılmaktadır. Karakola gelen kişilere nasıl hitap edileceği, güler yüzlü olunması gibi konular ve özellikle insan hakları konuları hem pratik hem de teorik derslerde sürekli işlenmektedir. Alman Polisi kendi teşkilatının tanıtımı ve reklamına ciddi paralar harcanmaktadır. Okullara gidilerek polislik mesleği anlatılmakta, gençlerin
Polisten talepleri ve şikâyetleri dinlenmekle beraber çözüm yolları için öneriler sunulmaktadır.  Kurallar herkes için geçerlidir ve kimseye ayrımcılık yapılmamaktadır. Kişilik hakları ve insanlık onuru ön planda tutulmaktadır. Vatandaşların polisin çalışmalarındaki katkısı ve desteği iyi bir seviyededir. Zaten polisin başarısının yüzde doksanı halkın vereceği desteğe bağlıdır. Halkından destek almayan bir polis teşkilatının başarılı olmasından söz edilemez
POLİSİN TOPLUM KURALLARINA UYMASI
Denetlerken ilk önce kendisinin bu kurallara riayet etmesi konusunda tavizsiz davranmaktadır. Örneğin trafik ışıklarına uyma, emniyet kemerini takma gibi.
SONUÇ OLARAK
Biz ülkelerde  yasalarda olan veya olmayan şiddet içeren olayları cımbızlayarak ülkemizde uyguladığımızda içinden çıkılmaz bir yola gireriz. Devlet, hükümet ve yetkili sorumluluğu ile davranmalıyız. Başka ülkelerdeki Polis haklarını cımbızlayarak kamuoyuna anlatırsak o ülke vatandaşlarının ana yasal haklarını da kendi ülkemiz halklarına anlatmamız, uygulamamız gerekmez mi?
Şiddet, baskı yerine sevgiyi, demokrasiyi öne çıkararak toplumsal bütünlük içinde yaşamamız daha güzel olmaz mı?
Hadi Hayırlısı…