Ali Gültekin

10 Temmuz 2016 Pazar

DÜNYA İLE YARIŞ; KÜS-BARIŞ

Mucit Abbas çoktandır yurt dışına gitmeyi kafaya koymuş. Kefen parası biriktirir gibi pasaport parası biriktiriyor. Ah Ulan Rıza her seferinde “nah gidersin” diyerek Mucit Abbas’ın metabolizma ayarlarını bozuyor.
 Mucit Abbas: Ben süfera-yi ecnebiye müracaat etmeden vizesiz Deutschland’a gideceğim. “Gâvur şehirlerde yaşayamam” Almanya’da Türkheim şehrine yerleşirim.
Ah Ulan Rıza: “Bochum’a git”
Mucit Abbas: Ayıp oluyor, Ah Ulan Rıza sen Avrupa’ya medeniyete gidecek adamla nasıl konuşuyorsun?
Ah Ulan Rıza:
ABD’yi küstürdük.
İran ile küstük.
Suriye’yi küstürdük.
İsrail ile küstük.
Rusya’yı küstürdük.
Çin’i küstürdük.
Mısır ile küstük.
Irak’ı küstürdük.
AB ile küstük.
Birleşik Krallık ile dargınız… Sen Avrupa’ya değil dışarı adım atamazsın.
Mucit Abbas: Birleşik Krallık kim?
 Ah Ulan Rıza: Büyük Britanya!
Mucit Abbas: Büyük Britanya bizim Osmanlı’dan daha mı büyük?
Ah Ulan Rıza: Bir zamanların üzerinden güneşin batmadığı imparatorluk İngiltere.
Mucit Abbas: Bursa’ya gelip Abdullah Gül’e madalya takan “koca garının” memleketi değil mi?
Ah Ulan Rıza: Kraliçe II. Elizabeth’in ülkesi.
VİZESİZ AB
Mucit Abbas: AB’ye vizesiz seyahat olmayacak mı? Ahali bavullarını hazırlayıp saat başı ajansları dinlemeye başladı.
Gazeteler yazıyor. Televizyonlar bangır bangır bağırıyor. Siyasiler demeç üstüne demeç veriyor. AB ülkelerine vizesiz seyahat başlıyor.  Kimi bavul hazırlıyor, kimi bavulunu alıp yollara düştü. Kimi kazanacağı euro ile gelecek planları yapıyor.
Memlekete 3 milyar euro sıcak parada gelmedi. Belkide üzerine bir 3 milyar euro korlar çöl sıcakları gibi gelir.  Ah Ulan Rıza İngiltere bize koltuk çıkmaz mı?
Ah Ulan Rıza: Çıkardı emme Mısırlıoğlu onları kızdırdı. Onlar’da AB’den çıkıyorlar.
Mucit Abbas: Mısırlıoğlu neden kızdırdı?
Ah Ulan Rıza: Mısırlıoğlu: Shakespeare 500 sene önce yaşamıştır. Shakespeare İngiliz değildir.Ne önce, ne de sonra; İngiltere’ye Shakespeare adında bir adam gelmemiştir. Shakespeare’in aslı Şeyh Pir’dir. Gizli müslümandır. Demiş bunu duyan İngilizler bize darılmış.
Mucit Abbas: Mısırlıoğlu’dan bize ne kardeşim. Türkoğlu Türk dememiş ki. Mısır ile aramız açık ya Mısırlıoğlu gizli arabozan olabilir mi?
Televizyon ve radyolarda haberler başlamak üzere.  Spikerler haber masasında yerlerini almadan alt yazı ile beklenilmeyen haber verildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan: Biz yolumuza gidiyoruz sen yoluna git kiminle anlaşabiliyorsan anlaş. AB resti ile hayaller Balkanlardan gelen sert rüzgâr ile savrulup Rusya’ya gidecekti ki Ukrayna’da nükleer akıma karıştı.
HALİMİZ NİCE OLUR?
Mucit Abbas: Ah Ulan Rıza AB bizi neden istemiyor? “Tam yaklaştık” dediğimizde her zaman uzaklaşıyoruz? AB’nin nasıl oyunlar kurduğunun şifrelerini Kuran-ı Kerim’in Şifresi yazarı Dr. Ömer Çelakıl’a çözdürmeyiz mi?
Ah Ulan Rıza: Ekşi sözlüğe göre, Çelakıl: Kürtçede bir deyim. Çel 40 demek, akil da bildiğimiz akıl. İkisi bir arada: Kararsız, çevresine çokça kulak verip sürekli fikir değiştiren kişiler için kullanılır. Ona sormamız doğru bir yöntem olur mu?
Mucit Abbas: Deep Blue adında dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov’yu yenen bilgisayara AB’nin bar kotlarını versek AB fasıllarını açamaz mı?
ÖDÜNÇ ALAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SATAR.
Ah Ulan Rıza: Abbas kardeş! Biz biraz farklı milletiz. Önce diplomasiyi iyi bilmemiz gerek. Sonra halka doğru bilgi, doğru haber aktarılmalı. Devlet politikalarımız oturaklı olmalı. Hadi diyelim küstük. Şimdi barışıyoruz. Öyle bir milletiz ki küsene de bağırıp çağırıyoruz, barışana da. Konuların uzmanlarınca tartışılarak kararlar alamıyoruz. Almanların bir atasözü var. “Her kuyuya tükürme bir gün gelir sende su içersin” o nedenle diplomasimiz ilkeli olacak. Araba sürerken yoldaki yayaya, yolda yaya olarak yürürken araba süren şoföre küfür eden milletiz. Gel bu sohbeti burada “Delilere çan takmaya kalksan demirin kilosu yüz milyon olur” diyen Bulgar atasözü ile bitirelim. Avrupa kendi işsizine iş bulamıyor. Kendi yoksulunu doyuramıyor. AB’ye girsek bizim kaderimizde hiç bir şey değişmeyecek. Ödünç alan, özgürlüğünü satar. Abbas kardeş sen kefen parası gibi biriktirdiğin pasaport parasına uzo al ben de Türk kara sularında yakalanan balık alayım. Ulu çınarın koyu gölgesinde Türk Yunan dostluğu müptelası olmadan muhabbet edelim mi?
Mucit Abbas: Ah Ulan Rıza!
Hadi hayırlısı…

ÖLÜMLER DURSUN!

Ölüm haberleri dinleyerek, cenaze törenleri izleyerek büyüyor çocuklarımız. Ateş düşen evlerimizin pencerelerinden, bacalarından yükselen feryatlar, çığlıklar, ağıt seslerine gözyaşları dökerek uyanıyor çocuklarımız. Ülkemizin neresinde nasıl bir acı yaşayacağız endişesi içinde uyuyamıyor çocuklarımız.
Ölümler dursun! Acılar dursun! Gözyaşları dinsin!
ÖLÜYORUZ!
Cenaze törenlerinde hala ayrışmacı “nutuklar” atılıyor. Hala çözüm yaratma yerine çözümsüzlük sergileyen makam, mevki ve olanakları koruyucu söylemler geliştiriliyor.
Ölüyoruz! Ankara, Mardin, İstanbul, Bursa, Antep, Hakkâri… yurdumuzun dört bir yanında
Ölüyoruz! Ölüyoruz! Ölüyoruz!

Ölümler üzerinden bir birine çemkirerek kendi olanaklarını koruyanlar: Ölümlerdeki acıları, gözyaşlarını siyah gözlüklerinizden görmüyor olabilirsiniz. Acıları, çığlıkları, feryatları, ağıtları duymuyor musunuz?  
Ağıtları duyunuz! Feryatları duyunuz! Çığlıkları duyunuz!
DIŞ GÜÇLER FOBİSİNDEN KURTULUN!
Yıllardır her husumetin “dış güçlere” havale edilmesinden dolayı “dış güçler” fobimiz oluştu. “Hala dış güçler hayaletini ülkemizde gezdiriyorlar.”
“Dünyanın en genç nüfusuna sahibiz, en güzel coğrafyada yaşıyoruz bizi çekemiyorlar. Türkiye’nin altı petrol dolu, Türkiye’nin dağları Bor madeni ile kaplı bize düşmanlar. Müslüman’ız bizi sevmiyorlar …”
 Bizi istemiyorlar! Bizi sevmiyorlar! Bize düşmanlar!
Kendi kendimize hayali düşmanlar yaratarak sosyal savaş vermekte üstümüze yok.
Bu dış güçler “hayalet gibi ülkemizde geziyorsa” yıllardır hükümetler neredeydi?
Muhalefetler ne yaptı? Devlet ne yapıyor?
“Bir anda dünya meydan okuyoruz. Bir bakmışsınız dünya bize muhtaç. Canımız sıkılınca herkesi düşman ilan ediyoruz.” Başımıza ne gelirse adresi dış güçler olarak gösteriyor sorumluluktan kaçıyoruz.
KİM NEDEN BİZİM DÜŞMANIMIZ OLSUN?
Sanayi gücümüz mü var?
Tarım gücümüz mü var?
Hayvancılık gücümüz mü var?
Turizm gücümüz mü var?
Siyasi gücümüz mü var?
Yaptırım gücümüz mü var?
Coğrafi gücümüz mü var?
Eğitim, kültür, sanat, spor, politika…
gücümüz mü var?
‘DIŞ GÜÇLER FOBİSİ’
-Muhalefet ve iktidarı dış güçler mi bir araya getiremiyor?
-Ortadoğu politikamızı dış güçler mi yönetiyor?

-AB sürecimizi dış güçler mi çıkmaza soktu?
-ABD, Rusya, İsrail ile ilişkilerimizi dış güçler mi belirliyor?
-Bankalarımızı, fabrikalarımızı, yollarımızı, sularımızı, madenlerimizi, enerjimizi, telefonumuzu… 
yabancı sermayeye işletmesine dış güçler mi verdi?
 “ALLAH DIŞ GÜÇLERİN BELASINI VERSİN”
-Üretim verine tüketici toplum olduk.
-Yabancı sermayenin yatırım merkezi durumuna düştük.

-Eğitimli gençlerimiz ülke dışına çıkıp, bir iş tutmak için yaban ellere kaçıyor
-Üç lira vererek 1 Euro, 1 Dolar alır olduk.
-Yerli ve milli marka yaratma yerine ithal kullanır olduk.
-Bize vize koymayan ülkelerin sayısı bir elin parmakları kadar kaldı.
-Sağlık, eğitim, tarım, hayvancılık, sanayi, siyasi… sorunlarımız bir türlü çözülemiyor.
-Şehirlerimizin kentsel dönüşümlerini hala tamamlayamadık.
-Ormanlarımızı koruyamıyoruz.
-Tüneller, köprüler, yollar, hava alanlarını yabancı sermaye inşa ediyor.
Türkiye halkları nerede? Türkiye’nin milli sermayesi nerede? Türkiye nereye?
HASET ARAMAK DEĞİL, HÂSIL OLMAK!
Mesele kendi övgümüzle yağlanmak değil. Asıl mesele; Sanayi, tarım, hayvancılık alanında gelişip, bu gelişimi ekonomik, siyasi, sosyal, özgürlükçü temelde halka yansıtıp eğitim, sağlık, sosyal yaşam alanlarında hâsıl olmaktır.
SONUÇ OLARAK
Mesele öldürdük, öldük ile övünme değil. Asıl mesele; ölümler yerine farklılıklarımızla birlikte dirlik içinde özgürce  yaşanılır bir ülke ile onurlanmamdır.
Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?
Sevda ne yana düşer usta
Hicran ne yana
Yalnızlık hep bana
Bana mı düşer usta?

Refik Durbaş
Mesele ölümlerin üzerinden öfke saçmak değil. Asıl mesele; Öfkemizi yenerek ölümlerin durdurmaktır. İçte ve dışta barışı sağlamak, halkların birliği, vatanın bütünlüğü üzerinden bayrağın dalgalanmasıdır.
Hadi hayırlısı…

VALİ UĞURLADIK, VALİ AĞIRLADIK

Denge gazetesine Mayıs 2013 tarihinde yazdığım yazıyı o günden bu güne ne değişti girişi yaparak olduğu gibi yayınlıyorum.
Sorunu çözmek için birlikte olmak yerine sorun yaratmak için ayrışma geleneğimizi sürdürüyoruz.
Onca eğitimi, bilgisi, deneyimi ile şehirlere atanan valiler projelerini uygulamaya koyamadan ya merkeze alınırlar veya başka bir ile atanırlar. Bu nasıl gelişir? Kuşkusuz illerin siyasi güçlerinin yönlendirmeleriyle olur. Peki, üzerindeki siyasi bir gücün gölgesinde valiler özgürce kendi düşüncelerini hayata geçirebilirler mi?
ÜÇ VALİ ÜÇ PROJE
Manisa Valisi Halil İbrahim Daşöz: Kardeş Okul, Kardeş Kurum" projesi hayata geçecek.
Manisa Valisi Abdurrahman Savaş: Gediz havzası yönetim heyeti koordinatör ili Manisa seçildi. Başkanlığını valiliğimiz yürütecek.
Manisa Valisi Erdoğan Bektaş: Organik tarımda dünyada ilk sırada olacağız
 
Tarih 2016… Üç Manisa valisinin ortaya koyduğu üç projenin akıbeti nedir? Harcanan onca emek, zaman, para… ve  görevden alınan veya başka illere atanan valilerin ardından arşive indirilen projeler…
Mayıs 2013 de ne demişiz?
 
GELSİN VALİ, GİTSİN KAYMAKAM
Fransa`da 1789 Devrimi ile yerel yönetimler reformu yapıldı. Napoleon Bonaparte 1799-1815 yılları arasında yaptığı reformlarda 1789 devrimi yerel yönetimler uygulamasının çoğunluğuna bağlı kaldı. Avrupa konseyi 1957 yılında yerel yönetimler konferansı yaparak yerel yönetimler arasındaki ilişkisini bağımsız yargı organlarına bıraktı. Fransa, 1982 reformlarından sonra yerel yönetimlerde ciddi bir değişim sürecine girdi.
M.Ö. 1792 - 1750 yılları arasında uygulanan, taş sütunlara yazılı Hammurabi Kanunlarını Louve müzesine kaçıran Fransızların yerel yönetimler idaresi kanunundan esinlenerek uyguladığımız yerel yönetimler uygulamamızın kavgası ve karmaşası bizim ülkemizde hala sürüyor.
 
Yerel yönetim reformu
Gelsin Kaymakam, gitsin Vali
Peki, ne olacak bu memleketin hali?
Bürokratlar atanarak gelir. Üç beş ayı iadeyi ziyaretler ile geçer. Yedi, sekiz ayda bölgede tanınır. Geriye ne kaldı? Yeni atama, görevden alma, sürgünler...
Şehrini, Kasabasını, bölgesini tanıyan biri yerel yönetime talip olup seçim ile gelse ne zararımız olur? Hayal dünyamızla bölünme, ayrışma senaryoları geliştirirken dünya ülkeleri bekleyin Türkiye geride kaldı demiyor. Ata erken binen uzaya geçti. Biz hala; Elimizde çerez, masada kebaplar, parmaklar dokunmatik ekranında, fındık kırarak, Anayasa, seçim sistemi, seçim barajı, şehir planı, yerel yönetimler... kavgası yapıyoruz.
 
Yönetim anlayışımız
-Vali iktidarın adamı
-Kaymakam Bakan'ının adamı
-Müdür Vali`nin adamı
 
Yerel yönetime bakışımız
-Vali iktidar partisinden mi?
- Kaymakam milliyetçi mi?
-Emniyet Müdürü Alevi mi?
-Milli eğitim Müdürü Sünni mi?
- Orman Müdürü Kürt mü?
-Maliye Müdürü Tarikatçı mı?
-Turizm Müdürü Komünist mi?
-Sağlık Müdürü Cumhuriyetçi mi?
....Ahali bürokratların bu yönünü ile ilgileniyorlar. Biri gider, diğeri gelir. Ahali aynı muhabbetlere devam eder.
Sonuç: Birinin mutlaka diğerinin adamı olduğu kanısını değiştirmez.
 
Ahali sormaz mı?
-Polisler arabamı çekmişler.
-Trafikte adamı olan var mı?
 
Nasıl değişecek?
Yerel yöneticilerin seçimle is başına gelmesinin kime ne zararı olur?. Atamalar, sürgünler, açığa almalar gibi "hantal yapıdan" kurtulsak ne zararımız olur? Ahali bürokratları "kimin nesi" araştırmaları yerine, bürokrattır, ama aynı zamanda Edebiyatçıdır, Şairdir, Ressamdır, Müzisyendir... yönlerini öğrense fena mı olur? Bürokratlar; ağır devlet adamlığı görünümünden kurtulup, siyah gözlüklerini çıkarıp, sosyal aktivitelerini öne çıkarıp, ahaliye  şefkatlice baksa ne kayıp eder? Protokol merasimleri ile birbirimizi ağırlamalarda bu güne kadar ne kazanım elde ettik? Kazanımı olmayan geleneği sürdürmenin, israfın, zaman kaybının... mantığı ne?
Bürokratlar; "suya dokunursam sürerler", "sabuna dokunursam açığa alırlar" korkusu yerine elini su ve sabunla temizleyip; bilgi, birikim, yetenek ve deneyimlerini korkusuzca görev bölgesinde hayata geçirmesi kime ne zarar verir?

Sorun sadece atama mı?
Bürokratların; taşınmaları, harçları, yeni görev yerlerindeki uyumları, okulları, geride bıraktıkları arkadaşlıkları, dostlukları, sevgileri, onca masraf bizim kaybımız değil mi?

Neyin üzerinden ayak diriyoruz?
Değişimlerden korkmayalım. Bu vatan değişimlerle bölünmez. Demokrasi; vatan, millet sevgisini güçlendirir. Katı yöntemler ile suyun akışı değiştirilirse doğanın dengesi de değişir.
Korkularımız ile değil, sevgi ile yaşayalım.
Ayrışarak küçülme yerine bütünleşerek güçlenelim.
Ötekileştirme yerine, hoşgörü ve muhabbetle kucaklaşalım.
Hadi hayırlısı...

TAŞ OCAKLARI VE MANİSA’NIN VİCDANI

Ali GÜLTEKİN


-Manisa’nın yüzlerce ağaç, bitki çeşidi, dört mevsimi yaşadığınız doğası ve yılkı atlarının oynaştığı Spil’i var.
-Manisa’nın yeni gelin endamında salınarak akan Gediz’i var.
-Manisa’nın dört mevsim ürün veren eşsiz, bereketli ovası var.
-Manisa’nın uluslar arası MOSB var.
-Manisa’nın Mesir’i var.
-Manisa’nın topraklarında yaşamış birçok kültürel uygarlığı var.
-Manisa’nın Aigai, yoğurtçu kalasi, Sart, Artemis Tapınağı, Sinagog, Cimnazyum, Thyatira kilisesi, Kybele, Niobe, Philadelphia… tarihi değerleri var.
-Manisa’nın Kirazı, üzümü, inciri, çileği, zeytini, kavunu… var.
-Manisa’nın Şehzadeleri, Hafıza Sultan’ı var.
-Manisa’nın çevreci Tarzan’ı var.
-Manisa’nın Tarihi Kula Evleri, Darphane, Mevlevihane, Sinan Bey Medresesi, Ulu Cami Külliyesi var.
-Manisa’nın Üsküp,Prijedor, İngolstadt, Güzelyurt,Oral,Yiwu,Kalmar gibi  uluslar arası  kardeş şehirleri var.
-Manisa’nın Ana yurt’dan Ata yurda Obasya’sı var.
-Manisa’nın kurtuluş savaşı kahramanlarından Saçlı Mustafa Efe, Makbule hanım… var.
-Manisa’nın bir de yüz karası ihanetçisi Hüsniyadis’i var.
 
Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.
   
Ateşi ve ihaneti gördük.
Dayandık,
dayandık her yanda.

               Nazım Hikmet
“TAŞ OCAKLARI MANİSA’NIN YENİ HÜSNİYADİSLERİ”
"Kireç, babaları zengin, fakat oğulları yoksul yapar." Bu Alman atasözünden yola çıkarakTaş Ocakları bugün babaları zengin ederken yarın Manisa’nın üzümünü, kirazını, zeytinini, çileğini, kavununu, suyunu, doğasını yok ederek çocuklarını, sağlıksız yoksul yaşatacak. 
Taş ocakları: Görüntü, gürültü ve hava kirliliği yaratıyor. Çiçeklerin tozlaşmasında görevli böcekleri ölümüne yol açarak polenleşmeyi ortadan kaldırıyor. Taş ocaklarından çıkan kireçli toz kütlesi ağaç, bitkileri yok ederken su havzalarına “zehir” saçarak yaşam alanlarını yok ediyor. Taş ocakları toz bulutu bitkileri toz tabakasıyla kaplanması sonucunda yapraklar yüzeyinde bulunan stoma açıklıkları kapatarak bitkinin gaz alış verişi yapmasını, solunum ve fotosentezi azaltıyor. Stomaların kapanması terlemeyi de azalttığından bitkinin topraktan su almasını güçleştiriyor. Yaprak yüzeyindeki toz tabakası klorofilleri maskeleyerek güneşten istifadeyi azaltıyor. Yeterli ışık olmayan yaprakta zamanla klorofil sentezi de engellenir ve yapraklar sarartıyor. Bu sürecin devam etmesiyle bitkinin büyüme hızı ve gelişmesi yavaşlıyor.
Taş ocaklarının bulunduğu yere yakın olan tarım alanları da çıkan kireç tozundan dolayı toprağın asit-baz dengesini bozduğundan toprak olumsuz etkileniyor.
Taş ocakları: Canlı ve cansız varlıkların birlikte yaşadığı doğayı yok ediyor…
 
MANİSA’NIN VİCDANI!
-Taş ocaklarına göz yuman Manisa’nın vicdanı rahat mı?
-Manisa’yı düşmana teslim eden ihanetçi Hüsniyadis ile Manisa’yı taş ocaklarının kireçli toz bulutlarına teslim eden anlayışın farkı var mı?
-Manisa’yı MOSB de bulunan uluslarası şirketlerin başına Emlakdere’deki taş ocaklarından taş yağdırarak mı tanıtacak, marka kent yapacağız?
-Yukarıçobanisa’da ovaya toz bulutları yayarak mı Manisa’da organik tarım yapacağız?
-Yoğurtçu Kalesi’nin temeline iş makineleri ile dayanarak taş ocakları ile mi tarihimizi koruyacağız?
-Gölmarmara’da Köyün içme suyunu tehlikeye sokarak, hayvanların otlama alanlarını ortadan kaldırarak, zeytinlik plantasyonları, Maionia Antik Kentini de içeren sit alanı, doğa, tarih, tarım, kültür ve insan sağlığını taş ocağı açarak koruyacağız?

MANİSALI VİCDANLIDIR
Manisalıların vicdanı taş ocaklarını kabul eder mi?
Manisalılar yeni Hüsniyadislere Manisa’yı teslim etmezler.
Manisalılar Manisa’yı severler.
Manisalılar Manisa’yı korurlar.
Manisa Manisa’da yaşayanların onurudur.
Hadi hayırlısı…

OSMANILI 1915 ALMANYA 2016

Almanya Hükümet partileri CDU/CSU, SPD ve muhalefetteki Yeşiller tarafından hazırlanan dört sayfalık “18/8613” sayılı tasarıyı Alman Federal Parlamentosu 1915-1916 yıllarında Osmanlı topraklarında Ermeni halkına yapılanları “soykırım” olarak tanımlayarak kabul etti.
Sembolik bir “sertifika” olarak dosyalarda yerini almaktan öte bir yaptırımı olmayan tasarı Türkiye’de bahar ayında zemheriye dönüştü.
TEPKİ Mi? BİLİMSEL DİPLOMASİ Mİ?
Türkiye’ iç politikada bütünleştirici üslup, dış politika da ihtiyatlı diplomasi yürütebiliyor mu? Saman alevi gibi parlayan söylemler dış politikada diplomasi dili olur mu? Siyasal kazanımlar endeksli tehditkâr söylemler iç politika dili olur mu?  
Daha önce İsviçre ve Fransa için kullanılan bu türden söylemlerden sonuç alınabilindi mi?
Bu nedenle bilimsel söylemler ile önleyici, kalıcı dış politika diplomasi dili gerekmez mi?
NE YAPMALI?
Dış politikalarını dünya kamuoyu içinde taraf bulacak söylemler üzerinden yürüten ülkeler gelişerek ekonomik ve siyasal alanda güç sahibi oldular.
Dün, Saddam, Muammer Kaddafi, Usame bin Ladin’in dünyaya kafa tutan haykırışları hala kulaklarımızda.  Bunlar ile yolların ayıran uluslar arası sermaye hazırladıkları sinsi planları ile Iraklı, Libyalı işbirlikçi ihanet çetelerinin desteğini yanlarına alarak ülkeleri işgal ederek Saddam ve Kaddafi’yi  “ halk düşmanı” ilan ederek “demokrasi getireceğiz” yalanı “kendi halklarına” öldürtmediler mi?
Türkiye Ortadoğu ülkesi değildir. Uluslar arası sermayenin yaptırımlarına boyun eğmeden dünya halklarını yanına alan tutum belirlemeli. Ekonomik-siyasi çıkarlarını, toprak bütünlüğünü koruyan, önleyici, kalıcı, bağımsız dış politikalar geliştirmeli.
ALMANYA’YA YAPTIRIMLAR MI UYGULANACAK?
Hadi uygulayalım!
 Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Muhalefet liderleri, Belediye Başkanları ve kurum müdürleri BMW, WV, Mercedes, Audi marka Alman makam araçlarını iade etsinler mi? Sermaye temsilcileri, şirket yöneticileri, patronlar BMW, VW, Mercedes, Audi araçlarını geri versinler mi?
Alman vatandaşlarına vize koyalım mı? Made in Deutschland yazan tüm Alman malı tarım - sanayi –sağlık makinelerini ve ürünlerini ülkemizden çıkaralım mı? Alman sigorta şirketlerini sınır dışı edelim mi?Alman tarım ve sağlık ilaçlarının kullanımlarını yasaklayalım mı? Ülkemizde bulunan tüm Alman fabrika ve iş yerlerini kapatalım mı? Ülkemizde bulunan Alman elçilik ve konsolosluklarına el koyup “utanç müzesi” yapalım mı? Hitler bıyığı bırakmayı yasaklayalım mı? Osmanlı’nın çöküşünün sorumlusunu Almanlar ilan edelim mi? Zaten, Türkiye’de cereyan eden her olayın altından “dış güçler olduğu” aşikâr değil mi?Almanya’da yaşayan dört milyona yakın Türk ve Türk kökenli Alman vatandaşlarını Türkiye’ye geri dönsünler mi?  Almanlar ile olan ticari, askeri, siyasi ilişkilerimizi donduralım… Almanların ülkemizde alet, edevatları ne varsa Türk malı tırlara yükleyerek Viyana kapılarına bırakalım mı?
Balkanlardan ülkemize gelen soğuk havaya karşı “Türk’ün sabrını sınamayın” diye bağıralım mı? Bir Türk’ün dünyaya bedel olduğunu gösterelim mi?
Ne kazanırız?
Ne kaybederiz?
Aslı olması gereken çözüm; önleyici, kalıcı, uluslar arası desteği olan devlet diplomasisi ve sorumluluğu değil mi?
Yaptırım, öyle üst perdeden konuşup alttan işportacı tezgâhında İsviçre, Fransız, İtalyan, Alman malı don-çorap yakarak, dökerek, bağırarak kameralara görüntü vermekle olmaz.
1915’DE ALMANYA NEREDEYDİ?
Almanya 1915-1916 döneminde Osmanlı sermayesi ve ordusu içinde önemli bir yere sahip. Bugün Alman Federal Parlamentosu “soykırım” kararı alırken o dönemki Alman devleti ve Alman generallerin Osmanlı üzerinde kurduğu egemenliğin kalıcılaşması ve Rusya’ya karşı beslediği düşmanlığın sorumluluğunu da ortaya koymalı.
1915 döneminde 12 sayfalık rapor hazırlayan Alman Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu İşleri Başdanışmanı A. M. von Schwarzenstein’ın Almanların rolünü ortaya koymuyor mu?
Dönemin Alman Başbakanı Bethmann-Hollweg “Yegane gayemiz, sonuç olarak Ermenilerin mahvolup olmadıklarına bakmadan, Türkiye’yi harbin sonuna kadar yanımızda tutmaktır.” Demiyor muydu?
Osmanlı komuta kademesinde başta Osmanlı Genelkurmay Başkanı Friedrich Bronsart von Schellendorf  dâhil olmak üzere Alman generallerden oluşuyor muydu? 1915’de en güçlü ismi Talat Paşa savaş bittikten sonra kaçıp Almanya’ya sığınmadı mı?
İYİ OKUMAK VE ÖZÜMSEMEK
Almanya Parlamentosundaki Sol Parti 2015’de verilen (18/4335) önergeyi dikkatli okuyalım. Alman sermayesinin Ermeni soykırımdaki rolünü şu şekilde ifade ediyordu: “Bağdat Demiryolu’nu yapan Philipp Holzmann AG on binlerce Ermeni’yi Osmanlı ordusundan ‘ödünç’ alarak köle gibi parasız çalıştırmadı mı? Sonra ölüme göndermedi mi?  Deutsche Bankve Victoria Sigorta, Ermeni halkının mal varlığından ve sigorta poliçelerinden çıkar sağlamadı mı?
Türkiye bunları iyi okumadan “Çılgın Türkler Avrupa kapılarına geliyor” söylemi ile hiç bir şey elde edilmez. Alman Sol Parti o dönem Alman devletinin tutumunu ortaya koyarak sorguluyor. Önemli olan öz eleştiri kültürünü özümseyerek eleştiri yapma kültürünü geliştirmektir.

Bu nedenle, 1915-1916 yılında her ne yaşandıysa Almanya bunun ağır bedellerini Osmanlı’ya yükleyerek karşıdan seyredemez. Almanya, 1915-1916 ekonomik ve siyasi ganimetlerinin, sorumluluğunun hesabını vermeli, tazminat gerektiriyorsa ödemelidir. Türkiye 1915-1916 yıllarında yaşanılan olaylarda Osmanlının sorumluluğu varsa üstlenmesi gerekir mi? “Biz Türkiye Cumhuriyetiyiz. Sen meseleni Osmanlı ile hallet” der mi? Veya başka argümanlar mı geliştirir bilemem. Türkiye ivedilikle uluslar arası halklar arasında destek bulacak, Türk ve Ermeni Halklarının vicdanlarını rahatlatacak bir devlet politikası ortaya koymalıdır.
Türk-Alman halkları arsında bir düşmanlık körüklenmeden, diğer Avrupa ülkelerinde gündeme getirilmeden soyut söylemlerden, tehditkâr tavırlardan, Perinçek ajitasyonundan kurtulmalı. Önlem alıcı, kalıcı, bilimsel, halkların desteğini alan dış politika diplomasisi yürütmelidir.
Hadi hayırlısı…