Ali Gültekin

21 Ekim 2016 Cuma

“MANİSA ÜZÜMÜNE AĞLIYOR”

 Manisa sanayi, hayvancılık, tarım şehri. Tarih, kültür-sanat, bilim, ilim, inanç merkezi. Sultaniye üzümünün ana vatanı.
 ÜZÜME AĞIT
 Spil dağı, mitoloji ve flora zenginliğini yıllardır Manisa ovasının şah damarı üzmeme sunar.  Karadağ’ın 1517 metre zirvesinden başlayarak vadilerinden, derelerinden yağmur, kar suları üzümün toprağına ulaşır. Yıllardır çocuklarının ardından gözyaşı dökerek taş kesilen kahırlı anaların simgesi Niobe 2016 yılında üzüm hasadı zamanı “çocuklarının acısına acı katan Manisalı üzüm üreticilerine ağlıyor”. Manisa ovasının 600 m yüksekliğinde bulunan sülüklü göl kaybettiği sülükleri için dövünmeyi bırakarak suyunu Manisa Sultaniye üzümleri üzerine için buharlaştırdı gökyüzüne.   Manisa Tarzan’ı ve 8 Eylül 1956’da Niğde’deki Aladağların Demirkazık zirvesine tırmanırken kayalıklardan yuvarlanarak hayatını kaybeden Manisa'nın ilk dağcısı Manisa Dağcılık Kulübü öğrencilerinden Engin Kongar ebedi istirahatlarında topraktan aldılar Manisalı üzüm üreticilerinin 2016 yılı çilesi haberini.
 MANİSA ÜZÜMÜ İLE VAR OLDU! 
 Hititler,Frigeler, İyonyalılar, Persler, Romalılar,,Bizanslılar, Saruhanoğulları,  ve Osmanlılara beylikler, tahtlar kuran, şifa dağıtan, Çanakkale’de askerimizin karavanası olarak bu güne kadar bizi onurlandıran Sultaniye üzümü 2016 yılı bağ bozumu sonrası fiyatları üreticinin yüzünü güldürmedi. 
ÜZÜME SAHİP ÇIK! 
 Alaşehir, Akhisar, Gördes, Salihli… üzüme ağıt yakan üretici anaların gözyaşları Gediz'e karıştı. Cephede üzüm hoşafı içerek Çanakkale savaşından gazi madalyası ile Uşak iline dönen Gazi İsmail Efe Gediz'e elini uzatıp bir avucuna su aldığında üzüm üreticisi emekçi anaların gözyaşının Gediz’in suyuna karışmış olduğunu anlayarak gazi madalyasını önüne koyup, gözyaşlarını içine dökerek namaza durdu. Beylikler kuran, Şehzadeler yetiştiren, Padişahları taht kurarak, beyliklerin, şehzadelerin  sancağı Manisa'nın Sultaniye üzüm üreticilerinin üzerinde dalgalanmıyor. 
MANİSALILAR ÜZÜMÜNDEN VAZGEÇMEYECEK.
 Cumhuriyetin TARİŞ’i, Kooperatifleri, üretici sendikaları…  Manisa üzüm üreticilerini “öksüz bıraktı” . 8 Eylül 1922’de Yunan işgalinden kurtuluş günü. 8 Eylül 2016 Manisa’da üzüm hasat zamanı. Dün Yunan işgaline direnen Manisalılar bugün üzüm fiyatlarının düşüşüne direnemiyorlar. Mazot paralarına, banka kredilerine, elektrik faturalarına, traktör taksitlerine, zirai ilaç paralarına, yoksulluklarına… karşı direnemiyorlar. Düğünlerini yapacakları, okula gönderecekleri, giysiler alacakları, karınlarını doyuracakları çocuklarına karşı mahcuplar… Yunan işgali sonrası geri çekilirken yakıp yıktığı Manisa için İskoçyalı  tarihçi Kinross  Kurtuluş savaşında Yunan’ın geri çekilişini, " …Tarihi kutsal şehir Manisa'da 18 bin binadan sadece 500'ü ayakta kalabilmişti."  Şeklinde yazmıştı. SONUÇ OLARAK!
 Yıl 2016 Manisa ovasında ne kadar üzüm bağı ayakta kalabilecek? Bu bilgisizlik, ilgisizlik, sahipsizlik ne kadar sürecek?  -Manisa üzüm üreticileri yastığa huzur içinde baş koyup uykuya yatamıyor. -Manisalı üretici üzümünü değerinde satamıyor. -Manisa üzümsüz macun katamıyor. -Manisalı bağlarını kökleyip bir kenara atamıyor. …
Hadi hayırlısı…

GELİŞEN TÜRKİYE!

 Rahatsızlığı olan biri doğal olarak hastaneye gider. Hastane kişiyi rahatsızlığına göre bir servise Doktor muayenehanesi için yönlendirir. Buraya kadar olan süreçte olağan seyrinde sürüyor.
 HAK İHLALLERİ 
İnsanların, mesleklerin, yönetim ve devletlerin hak, hukuk ve yasaları var.  Sosyal bir devlet vatandaşının sağlığından sorumludur.  Bunun için hastaneler inşa eder. Doktorlar, hemşireler, teknik elamanlar, çalışanları eğitimle yetiştirir. Kanunlar ile Doktor, çalışan, hasta haklarını belirler. Ancak bunları denetler mi işte burası muamma… Asıl mesele tam da bundan sonra başlıyor. Hasta odaya alındığında üç hastanın ve hasta yakınlarının odada olduğunu görüyor. Doktorun odasında sıranın kendine gelmesini beklerken Doktor’un diğer hastaları muayene sırasında kendi hastalıkları ile ilgili sorduğu tüm soruları duyuyor. Hastanın ne hastalığı var onun hakkında bilgi sahibi oluyor. Hadi bu hasta yan komşu, hadi bu hasta oğluna istemeyi düşündüğü gelin adayı, bu hasta sevmediği bir kişi de olabilir. Onların hastalığı hakkında bilgi edinmesi ne kadar doğru? Ultrason yapılan odada görevli bayan üç hasta ve yakınları ile oturuyor. Paravanın arka tarafında Doktor muayene ettiği hastası hakkında bilgileri görevliye yazdırıyor: Sol memede …. Cm. falan filan, sağ memede 3cm. çapında kitle… devam ediyor. Görevli bilgisayarına yazarken diğer hastalar bunu dinliyor. Biraz sonra paravanın arkasından genç bir kız içeride üç hastanın ve yakınlarının olduğu bölüme hangi duygular içerisinde geliyor olabilir? Her biriniz kendi duygunuza göre bunu yorumlayınız lütfen! 
BU DA YETMİYOR… 
Yüzlerce kişinin beklediği hastane koridorunda muayene odasının kapısını açılarak dışarı çıkan görevli “Sol memesi alınan kontrol için gelen Meral… burada mı?” biraz sessizlik belli ki Meral yok. “sidiğini tutamayan Memet …  burada mı?” Mehmet amcanın yakını ayağa kalkarak Mehmet amca’yı elinden tutarak kaldırıp odaya doğru götürmeye çalışıyor.
 HASTA HAKLARI NEREDE 
Doktor muayenesinde çalışan elamanlar kendi işi konusunda ne kadar eğitimli? Çalışan bu işe eğitimi üzerinden mi işe başladı? Çalışan tanıdık siyasiler, mevki sahibi aracılığı ile veya taşeron şirketlerce mi işe alındı? Her hangi yoldan işe alındıysa alınsın fakat onun öncelikli görevi hasta haklarını korumak olmalı. Koridora çıkarak hastayı ismi soy ismi ile çağırma yerine hastalığı ile çağırma hakkına sahip olabilir mi? Muayene kapısı aralıklı dışarıda onlarca bekleyenin duyacağı şekilde içeride hastanın hastalığını konuşma bir Doktor’un mesleki ahlakı olabilir mi?
 HİPOKRAT YEMİNİN NEREDE?
 Muayene, ultrason veya kan değerleri …, hastanın hastalığı hakkında konuşan Doktor bunu sadece hasta ile baş başa olduğu ortamda yapması gerekmiyor mu? Bazen yanında ahbabı dostu, bazen odada üç beş başka hasta ve yakınları varken hastayı muayene ederken bilgilerini sesli olarak konuşması ne kadar doğru? Doktor’un Hipokrat yeminine bağlılığı bu mu?
 DOKTORU DA ANLAMAK! 
Elbette ki birçok Doktor hastanelerde kendilerine güzel bir muayene ortamının sağlanmadığından rahatsızdırlar. Elbette mesleğinde eğitimli elamanlar ile çalışmak isterler. Tamam, da ahbap dost ile muhabbet ederken göz ucu ile hastaya bakıp yarım ağızla soru sormak da ne oluyor? Hastanın hastalığını odana aldığın misafirlerinin yanında deşifre etmek de ne demek? Hasta beklerken telefonundan özel konuşmalar yapmak da ne oluyor? Hipokrat yemini bunları içermiyor mu? 
SONUÇ OLARAK
 Devlet hastane koşullarını düzeltmeli. Hastaların bekleme yerleri sağlıklı koşullarda olmalı. Doktorların muayene odaları hasta muayenelerine elverişli duruma getirilmeli. Çalışanlar mesleğinde eğitimli olmalılar. Bütün bunlar denetlenmeli. Doktor ettiği Hipokrat sadık kalmalı. Çalışanın, Doktor’un, hastanın hakları korunmalı. 
Hadi hayırlısı…  

DOĞA VE İNSAN

 Canlılar dünyası insanlardan, bitkilerden ve hayvanlardan oluşur. İnsanlar, bitkiler, hayvanlar, toprak ve su doğal yaşam bütünlüğüdür. Doğada insanlar, bitkiler, hayvanlar birlikte kendi doğası içinde yaşarlar. Doğa içerisinde birlikte yaşadığımız hayvanlar insan yaşamı için önemlidir. İlk olarak köpek evcilleştirilirken sonraki zamanlarda ise koyun, keçi, at, tavuk, kedi ve sığır türleri hayvanların evcilleştirilmeleri sağlanır. Doğayı doğallığı ile korumak sosyal bir devletin temel yasalarından biri olmalı. Doğa sevgisi; Toprağı, suyu, bitkileri, yeşili ve hayvanları korumakla, sevmekle başlar. Bünyesinde doğa sevgisi olmayanlar duyarsız, duygusuz, sorumsuz ve bencildirler… Yüreklerinde başka sevgileri taşımaları olası değildir!
 DOĞAYA SAYGI! 
Yaşadığımız çevredeki en önemli parça tabi ki doğadır. Bu sayede hava temizlenir, besin kaynaklarımız ortaya çıkar, yaşam alanlarımız oluşur. Doğa tüm canlılar için anaç bir yuvadır. Daha sağlıklı bir hayat ve bizden sonraki nesillere güzel bir çevre bırakmak için doğaya daima sahip çıkmalıyız. Daha fazla para kazanma hırsı ile akarsularımız, ormanlarımız, tarım alanlarımız, su kaynaklarımız, insanların ve hayvanların yaşam alanları talan edilmemeli. 
DOĞA İLE DOĞAL YAŞAM SÜRDÜREBİLİYOR MUYUZ? 
Yediğimiz ekmekten, içtiğimiz suya, soluduğumuz havaya kadar her şeyi doğadan alırız.   Doğa ile bütünleşen insanlar sağlıklı yaşamlarına katkı sunan doğa sporlarını ortaya çıkardı. Doğa ve insan sevgisini doğru algılayan insanları ayrı tutarak bazı eleştiriler paylaşmak istiyorum.  Son yıllarda doğa yürüyüşü Türkiye’de yoğun ilgi görüyor. Her geçen gün yeni yürüyüş gurupları oluşuyor. Gurupların gelişip güçlenmesi, doğa ile bütünleşmesi şehir yaşamındaki stresini geride bırakarak doğaya çıkması gerekirken yurdumun insanı parçalama, bölme alışkanlığını, dindarlığını da doğaya taşıyor. Yürüyüş gurupları içinden guruplar çıkıp ayrılırken gurup içinde de grupçuklar oluşuyor.  Bu ahlak doğa sevgisi ahlakı olabilir mi? Sağlıklı yaşam ve doğa ile bütünleşmeye çıkan bir insan aynı amaçlar için doğaya çıkan insanlardan hangi farklı görüşle ayrışma yaşaya bilir? Araçla geçerken bekleyen veya beklerken araçla geçen diğer gurupları görürsünüz. Kişiler, yöneticiler ve guruplar hakkında sabah doğa yürüyüşe başlamadan olumsuz konuşmalar başlar. Daha önce birlikte yürüdükleri gurup, gurup rehberleri ve insanlar için çirkin sözleri, aşağılayıcı cümleleri duydukça bu yaratıklar doğaya hangi amaçla çıkıyor diye kendinizce sorgular ama cevabını bulamazsınız.   Bu anlayıştaki yaratıklar doğaya sağlıklı yaşam ve toprağı, ağaçları, bitkileri, böcekleri, suyu, hayvanları sevdikleri için doğa yürüyüşüne yapıyor olabilirler mi? İnsan sevgisi olmayanın doğaya saygısı olabilir mi? 
NEDEN AYRIŞMA? 
Neden her yıl gurup içinden guruplar ayrılır? Neden gurup içinde grupçuklar oluşur? Neden doğa dostluğu yerine ön yargılar güçlendirilir? Yan yana yürüdüğün, gurup "arkadaşına", aynı amaç için doğada yürüyen farklı bir doğa gurubuna karşı kindarlık, istememezlik, çirkin sözler sarf etme nasıl bir doğa dostluğu? Yüreğinde bu kadar kötülük besleyenlerin doğa yürüyüşü yapma amacı doğa sevgisi olabilir mi? İnsan düşmanlığı ile beslenen bedende doğa sevgisi yaşar mı?
 DOĞA BİLİNCİ!
 Önce insan doğa yürüyüşüne neden çıktığının bilgisini kavrayacak bilinçte olmalı. Eğer doğa sevgisi ve sağlıklı yaşam için çıkıyorsa bu samimiyeti ile doğada olmalı. İnsanlar doğa sporları yapmaya başlamadan önce bu konuda profesyoneller tarafından mutlaka eğitilmeliler. Devletin yetkili kurumları mutlaka bu gruplar ile koordineli çalışma yürütmeli. Yürürken bir çiçeğe basmama, böceği ezmemek, katı atıklarını doğada bırakmama hassasiyeti olmayanların doğa sevgileri olamaz. Aynı gurup içinde yürüdüğü arkadaşlarına tehlike ve ihtiyaç anında yardım etmeme duygusu taşımayanların doğa ve insan sevgileri olmaz.
 ORTAK DEĞERLERDE BÜTÜNLEŞME 
İnsanlar, toprağın kokusunu, kuş-böcek sesini, tarihin dokusunu, doğanın görselliği yaşamak ve sağlıklı yaşam için birlikte doğa yürüyüşü yaparlar. İnsanlar bu ortak değerleri üzerinden birlikte hareket ederler. Birlikte yaşama ortamları sağlarlar. Bilgi, deneyim ve paylaşma bilinci oluşur… Bu tutum, canlı cansız varlıklardan oluşan doğa ve insan bütünlüğü ortaya çıkarır. SONUÇ OLARAK! Doğa sevgisi ve insan sevgisini bütünleştiremeyen kendi insani değerine saygısız, yaşamları boyu zavallıca sevgisiz yaşarlar. 
Hadi hayırlısı…

MİLLİLEŞMEK!

 Nerede başarısızlık var, o şehrin en yüksek tepesine en büyük Türk bayrağı dikiliyor. Nerede başarısızlık var, ulusal ve dini söylemler öne çıkarılarak kargaşa yaratılıyor. Nerede başarısızlık var Cumhuriyet ve Atatürk polemiği yaratılıyor. Ne zaman bir çıkmaz içerisine giriliyor, dini ve milli duygular ön plana çıkarılarak ayrıştırılıyoruz. ÇÖZÜMDEN NEDEN UZAĞIZ?
 Nerede Atatürk’ü özümsememiş başarısız bir kurum veya yönetici var başarısızlığı eleştirildiğinde kendi tembelliğini sorgulamadan “Atatürkçü olduğu için haksızlığa uğradım” çığlığı atıyor. Nerde İslam dinini yaşayamayan, İslam’a uygun davranışlar sergilemeyen bir yönetici var yaptığı iş tartışmaya açıldığında “din düşmanları Müslüman inancına karşı zulmü yapıyorlar” feryadını yükseltiyor. Nerede kanun dışı bir çalışma yürütülüyor bunu sorgulayanlar vatan haini ilan ediliyor. Bu geleneksel tutum öylesine olağanlaştı ki artık ulusal değerlere, inançlara, toplumsal bütünlüğe zarar vererek uçurumun kenarına kadar sürükledi. Bütün bunların birikimi faşist caniler ülkeyi 15 Temmuz darbe girişimine sürüklemedi mi? Bu acılar daha dün yaşanmadı mı? Ocaklara düşen ateşlerin hala dumanı yükselirken hala neden aynı yolda yürüme hevesi içinde tutum alınıyor? BAYRAK KUTSALDIR
 Bayrak bir ülkenin kutsal değeridir. Türk Bayrağının çekileceği yerler, yarıya indirilme nedenleri, Bayrağın örtülecek yerler ve yasakları kanunla belirlenmiştir.
 İNSANİ DEĞERLER ULUSAL KİMLİĞİ BELİRLER
 İnsani değerler ulusal kimliği belirler. Bir ülkenin kendi gerçeğinden soyut söylemler ile hayali üstün ırk olunmaz.  Bir ülkenin saygınlığını milli değerleri belirler. Ülkenin; Sanayi, eğitim, sağlık, kültür, sanat… ekonomik - siyasal bağımsızlığı ve sosyal bir devlet olması, milli gücü uluslar arası alanda söz sahibi olma yetkisini belirler.
 İNANÇ YAŞAM BİÇİMİDİR! 
Her bireyin inancı kendini bağlar. İnsanlar inandığı gibi yaşıyorlarsa inançlarına bağlıdırlar. Eğer insanların, ülke yöneticilerinin yaşam şekli inançları ile örtüşmüyorsa dini duyguları çıkar amaçlı kullandığı ortaya çıkar. Bu hem kendini kandırma hem de inancına karşı suç işleyerek insanlıktan çıkmadır. 
MİLLİ VE DİNİ DUYGULARI KULLANMAK… 
Şehrin en yüksek tepesinde Türk bayrağı dalgalanıyor. Şehrin sanayi bölgesindeki fabrikalarda, işletmelerde İtalyan, Alman, Japon, ABD… Bayrakları dalgalanıyor. Bu durum nasıl bir ulusal övgü yaratabilir? Araçların ön ve arkalarında parıl parıl paralayan logoları ile Fransız, Hollanda, İtalya, Alman, Amerikan markaları araçlara Türk Bayrağı takarak korna çalma nasıl bir milli duygu? Türk Bayraklı kılıfları ile Kore, Amerika, Japon… marka telefonlarıyla Türkçeyi katlederek konuşan Kanada, İtalya… marka giysili gençler ülke geleceğini nasıl milli bir ruhla inşa edecekler? Bir türlü düzelmeyen eğitim sistemimiz sayesinde ülke dışına giderek okuma, çalışma arayışında olan genç beyinleri ülkemizde nasıl tutacağız? 
MİLLİLEŞMEK!
 Millileşme, ilk olarak eğitim, sağlık, ülkenin her bölgesinde konum ve koşullarına uygun sanayi, tarım, hayvancılık ve diğer alanlarda kalkınma ile olur. Milli duyguyu yaşama, milli onuru koruma, milli sanayiyi üretimi ile olur. Milli birlik, ülkede her inançtan ve milliyetten insanların kendini ifade ettiği demokrasi ile olur. Gösteriş düşkünü, tüketici bir toplum olmadan çıkarak üreten bir toplum olunduğunda milli değer ortaya çıkar.   Bir birimize karşı bayrak sallama yarışı ile cebelleşmekten kurtulsak. Tüketim toplumu olmak yerine eğitim, bilim,  ilim, kültür, sanat, araçlar, gereçler, ürünlerimiz, projelerimiz, şirketlerimiz ile Madde in Turkey markası ve Bayrağı dünya ülkelerinde var olmak daha gerçekçi, daha onurlu, daha gururlu olmaz mı?
 SONUÇ OLARAK!
 Mesele,  soyut söylemler ile sahte güç algısı yaratmak olmamalı. Asıl mesele; Ortaya çıkardığın değerler ile güç ve söz sahibi olmaktır. Bunun temeli: Demokrasiyi özümsemektir. İnsan sevgisidir. Vatan sevgisidir. İnsanlığa saygıdır. Dünya insanı olmadır. Ekonomik ve siyasal bağımsızlığı, laik demokratik yönetim ile ülke saygınlığı yaratılır. Ülkeler ancak bu değerleri ile dünya ülkeleri içinde gücünü ortaya koyarak söz sahibi olur.
   Hadi hayırlısı… 

"SEN ŞEYTANSIN"

 Maslak’ta bir otobüste yolculuk yapan Ayşegül Terzi’ye şort giydiği için  "sen şeytansın" diye tekme atan Abdullah Çakıroğlu, emniyetteki işlemlerinin ardından öğle saatlerinde Kartal'daki Anadolu Adalet Sarayı'na getirildi. Olaya ilişkin nöbetçi savcılıkta ifade veren Çakıroğlu'nun, "Ben vücutta açık gördüğüm yerlere tekme atarım. Giyimini beğenmediğim insanları döverim. Devlet bunlara ceza vermiyor. Devlet bunları cezalandırmalı" dediği öğrenildi. "KİM YÖNLENDİRİYOR?" 
 Tüm Türkiye pür dikkat bu habere kilitlendi. Bazı anneler, eşler, aile büyükleri evden şort giyerek çıkan eşlerini, kızlarını, kardeşlerini güvenli bir şekilde tekrar eve getirebilmek için şalvar alarak okulların, iş yerlerinin, kurumların, tiyatro, sinemaların önüne giderek ellerinde şalvarlar ile yakınlarının çıkış saatini beklediler.   ÜLKE NEDEN GERİLİYOR?
 " Ülkede seferberlik başladı."  Tam da krize giriyoruz derken yeni bir pazar oluştu. "Bursa ipeği, kumaşı, Buldan, Manisa bezi tırlara yüklendi. Elazığ, Malatya, Adıyaman, Sivas,  Urfa'ya yola çıktı. Yollar güvenli tırları durduran savıcı yok.  Can Dündar'da Türkiye'de olmayınca tırla zamanında Elazığ, Malatya, Adıyaman, Urfa illerindeki toptancılara ulaştı. Terziler şalvar dikecekleri kumaşı almak için akşamdan toptancıların önünde sıraya girdiler. Sabah ezanı okununca namaz kumaş kuyruğunda kılındı. Malatya' da bazı terzilerin ön sırada olanları emniyete "bunlar paralelci" diyerek ihbar etmesi sonucu harekete geçen 'Polis ilk yedi sırada bulunan Terzileri gözaltına aldı.' Ülkede şalvar piyasası oluşuyor." 
 YENİ BİR MODA MI DOĞUYOR?
 Hazır giyim mağazaları okul, işyeri, sinema, otobüs durakları önlerinde Sivas, Malatya, Elazığ, Adıyaman’a, Urfa'dan getirilen mankenler ile defileler düzenlenerek yeni model şalvarlar tanıtılıyor.   Milli irade akın akın defilelere akarak yeni model şalvarları ve mankenleri dikkatle izliyor.   Terzilerde dikilen şalvarların ilk partileri İzmir, İstanbul, Antalya'ya gönderdi. Bankalar şalvar alacaklara kredi taksitlerini 4'den 9' a çıkardı. Mağazalar mahallelerden otobüsler kaldırarak şalvar günleri düzenliyor. Televizyonların sabah programları formatlarını değiştirerek şalvar programları yapıyor. Seyahat acenteleri şalvar giyilen şehirlere turlar düzenliyor. 
KADINLAR ÖZGÜRLÜKLERİ İÇİN DİRENİYOR
 İzmir'de " özgürce yaşam hakkı" pankartı açıp, şort giyen on binlerce kadın şehir girişine barikat kurarak şalvar yüklü tırların şehire girişine izin vermedi.  Şehir ‘in ara sokaklarında Abdullah Çakıroğlu'nun resimlerini ve "sen şeytansın" yazılı plaktalar taşıyan küçüklü büyüklü gruplar toplanarak tekbir getirdiler.   Fransa haber kanalı Abdullah Çakıroğlu haberini " Osmanlı Türk torunu şort giysili Cumhuriyet kadınına 'sen şeytansın' diye saldırdı" olarak verince Fransızlar tüm seyahat rezervasyonlarını değiştirerek "şeytan" görme heyecanı ile tatillerinin rotasını İstanbul’a çevirdiler.
 HABERLER ETKİLİYOR MU?
 Derslerini bitirenden sonra akşam haberlerini ailesi ile seyreden evin küçük kızı 9. Sınıf öğrencisi Melek uyumak için odasına gitti. Sabah okula gitmesi için Annesinin öpüp okşayarak uyandırdığı Melek Annesini şortlu görünce "Anne sen şeytan mısın? diye bağırdı.  İstanbul'da İşportacılar piyasa ‘da ne kadar şalvar varsa toplayarak Etiler, Ortaköy, Beyoğlu, Bağdat caddesinde  " aç kal açık giyme, şortla şeytan değil, şalvarla sultan ol"  pazarcı piyasası oluşarak tezgâh başlarında bağırışlar başladı.  
BOHCACILAR BOĞAZDA 
Bohçacı bacılar İstanbul Boğazının her iki yakasında Yalılar, Villalar, Rezidansların önlerinde bohçalarını açarak allı, güllü şalvarlarını sosyeteye satmaya çalıştılar "Allah korusun kızınız, eşiniz şortla dışarı çıkar, saldırıya uğrar, biz sizlerin güven içinde yaşamasını sağlamak korumak için buradayız. Şort giyerek ölüm korkusu yaşamayın. Şalvar giyerek yaşama tutunun" şeklinde satış stratejisi yarattılar. Yaratıcılık biz Türk milletine mahsus değil mi? Türkiye bu mu olmalı? Biz millet olarak buna mı layığız? Devlet ne önlem alacak? Ülkemizin, çağın sorunu bu mu?  Milli irade ne yapacak?  Aristofanes'in Lysistrata adlı oyununun sinema uyarlaması olan 1983 tarihli Türk yapımı Şalvar davası yeniden sınamalarda gösterime başlayacak... Milli irade sinemaları doldurup gülüp ağlayıp çıkacak. 
SONUÇ 
İnsani değerlerimize, ülkemizin birliğine beraberliğine sahip çıkalım. Farklılıklarımıza hoşgörü ile yaklaşalım.  Ülkemizde üretim durma noktasına gelmiş. Tüketici bir toplum oluyoruz. Çin malı toplu iğne kullanmaktan utanç duymayarak, insanların başörtüsü, şort giysisi ile uğraşma gafletine düşmek de ne demek oluyor?
  Hadi hayırlısı... 

SİLAHA YATIRIM, SAVAŞA KIŞKIRTMA

 Dün Hitler faşizmi Alman halkı açlık yoksulluk içinde yaşarken sanayi üretimi yapan fabrikaları silah fabrikalarına dönüştürdü. Savaş uçakları inmesi için Yahudileri, diğer azınlık ve muhalifleri ceza evlerinden çıkararak kölelik koşullarında çalıştırarak yollar yaptırdı. Hitlerin çevresindeki tuzu kuru yandaşlar savaş çığlıkları atarak öğrencileri, memurları, para dağıtarak topladıkları kalabalıklara coşkulu ırkçı konuşmaların yapıldığı mitingler düzenlediler. Bu insanlık dışı kalkışma sonucunda 50 milyon insanın canına mal oldu.
 “HİTLER ÖLDÜ “HAYRANLIĞI DEVAM EDİYOR”
 Hitler hayranları dünya açlık, yoksulluk, kuraklık ile yaşarken onlar silahlara yatırım yapıyorlar. Kendi düzensizliklerini yaşatmak için çeperlerinde beslendikleri silah tekellerini güçlendiriyorlar. Ortadoğu’da Amerika mayosu, Alman can simidi, İtalya gözlüğü, Fransa parfümü sürerek Arap Emirleri misafirperverliğinde kan denizinde yüzüp güneşlenen silah taciri kapitalistler ölümler üzerinden saltanat sürüyorlar. Yoksul Müslüman gençler içerisine pompalanan ayrımcı politikalar ile yaratılan karşıt gurupların ellerinde modern teknolojilerle donatılan silahlar verilerek birini diğerine boğazlatıyorlar. Birinci Paylaşım Savaşı sonrası ikinci Paylaşım Savaşının bedeli daha çok ağır oldu. Şimdi savaşı çığlığı atanlar bilsinler ki üçüncü dünya savaşı çıkarsa insanlık yok olur.   SİLAH TELEKLERİ İNANILMAZ KARLAR EDİYOR
 Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından bu yılın nisan ayında açıklanan raporda dünya genelinde silah endüstrisinde ki karını “patlama” olarak işaret ediyor. Rapora göre; Dünya genelinde silahlanmaya ayrılan bütçe miktarı 2011-2015 arasında 2006-2010 yıllarına oranla yüzde 14 artmış. Başka bir değişle 2011-2015 arasında toplam 1.7 trilyon dolar askeri giderlere harcanmış. Askeri harcamalara en fazla bütçe ayıran ülkenin, 595 milyar dolarla ABD olduğu biliniyor. Onu Çin, Suudi Arabistan ve Rusya takip ediyor. En fazla silah satın alan ülkelerin başında Hindistan, Çin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Avustralya geliyor. Silah satarak en çok kazanan ülkelerin başında ise ABD, Rusya, Çin ve Almanya geliyor. Çin, her üç kategoride yer alan tek ülke. Geçmişteki “iki kutuplu”  dünya da bile silahlanma bugünkü kadar değildi. Bugün, Ortadoğu ve Pasifik’e kapitalistler ulus, din, mezhep kışkırtmalarını silah satışları ile harlayarak kışkırtıcı politikaları ile savaş çemberini genişletiyorlar.   GÖZÜMÜZÜ NEDEN KAN BÜRÜDÜ
 -  “Dünya Jandarmalığını yapan Amerika” , “Avrupa Birliği “cengâverleri” Almanya
 -Fransa, “Asya’da yeni yetme Çin, Yanı başımızdaki Rusya dünyada gelişen tüm olumsuzlukların çıbanbaşı değiller mi?
 -  Orda doğu’da patlayan silahları onlar imal etmiyorlar mı?
-  Ortadoğu’da işleyen ırkçı, dinci, mezhepçi, ayrımcı politikalar onların siyaset mühendislerinin icadı değil mi? 
- Ortadoğu semalarında uçuşan bu leş kargaları nasıl oluyor da bizim müttefiklerimiz oluyor? 
SAVAŞA HAYIR
 - Suriye iç savaşı bizim savaşımız mı?
-  Suriye’de Allahu ekber diyerek baş kesenler bizim dindaşlarımız mı?
-  Suriye’de Allah için savaşıyoruz diyen guruplar ile bizim ittifakımız olur mu? 
NEDEN Mİ? 
-Her biri “Allah adına savaşıyoruz” diyorlar. İslam hangi kitabında, hangi Peygamberi ile müminlerine savaşın dedi? 
-Hz Muhammet zamanında mezhepler var mıydı? - O zaman hangi mezhep kendini hangi yetki ile İslam’ın temsilcisi ilan edebiliyor?
 BARIŞ İÇİN
 Jean-Paule Sartre’nin dediği gibi; “Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür.” Der.   Yüklü savaş masrafından kaçan Amerika bize Menbic, Rakka ve Musul yolunu açıyor. Cephede çocukları olmayan tuzu kuru patronlar, bürokrat ve siyasetçiler savaş çığırtkanları ile Halep’i hedef gösteriyor. Türkiye, Suriye batağına girme “hevesi” ile nereye kadar gidebileceğinin ölçüsünü bilmeden şuursuzca hareket etmemeli.  Türkiye halkları, kapitalistlerin yayılma politikalarına, işgallere, savaşlara, silah tekellerine karşı ısrarla barışı savunmalı. İslam’ın birliği, Mezheplerin bütünlüğü, ırkçı ayrımcı savaşa politikalarına karşı barışı savunmalı.   Başbakan Yardımcısı Numan Kurtuluş’un “Başımıza ne gelmişse yanlış Suriye politikasından geldi” biçimindeki saptaması dikkate alınarak Türkiye kendine düşman cephesi açmamalı. Kendi toprak bütünlüğünü koruyarak  içeride ve dışarıda iradeli bir şekilde barışı savunmalı. 
Hadi hayırlısı…

BU HALE NASIL MI GELDİK?

 Ülkeyi kan gölüne çevirerek 12 Eylül darbesinin olgunlaşmasını hazırlayan süreci görmezden gelerek, faşist darbeye devrim denildiği için 12 Eylül darbecilerinin silahları gölgesinde yapılan anayasa oylamasına % 99 evet denildiği için. Ülkede; kitaplar, filmler, kasetler yakılarak, yasaklanarak eğitim - okuma önemsizleştirilerek, gençler Popçu, Topçu, Manken… olmaya özendirildiği için. 12 Eylül mağdurlarının, gözaltında kayıpların, yargısız infazların… hesabı yasalar karşısında sorulmadığı için. “Benim memurum işini bilir, bir defa ana yasayı delmekle bir şey olmaz” söylemleri karşısında güldüğümüz için. Her başarısızlıklarını Atatürk ile gölgelemeye çalışan, eğitim, sağlık, sanayi, tarım, hayvancılık, ulaşım… alanlarında Atatürk devrimlerini devam ettirme, ülke kalkınmasına katkı sunma yerine, 10. yıl marşında kalınıp sadece insanların inancı ve başörtüleri ile uğraşarak Atatürk devrimlerini sıcak tutma yanılgısına düşüldüğü için. Sivas’ta Allahu ekber diyerek insanların yakılışı tekbir getirilerek seyredildiği için. “Kürt sorununu vardır, Kürt sorununu çözeceğiz, Kürt sorunu yok…” yıllarca sürümce de bıraktığımız için. 28 Şubat, e-Muhtıra Askeri tehditler yapıldığında iktidar düşecek sevinçleri yaşanıldığı için. Kendi hatalarımızı görmezden gelerek her husumeti “dış güçler yaptı” diyerek ötelediğimiz için. Reha Muhtar’ın bıçaklanmış kan akan insan bedenleri ile “ acı var mı? ” sözleri ile haber sunuşuna gülerek cinayetler, ölümler, kan olağanlaştığı için. Amcasının eşinin, amcasının kızının ırzına gecen Behlül karakteri Türkiye’de kadınların hayranlığını kazanarak bir numara olduğu için. Türkiye’nin önemli örf ve adetlerinden olan geleneksel misafir ağırlama kültürümüzün yemekteyiz programı ile linç edildiği için. Türkiye’de katillerin bulunması konusunda güvenlik güçlerinden umudunu kesenlerin “Müge Anlı programından medet umduğu” için. Sınava girene soru servis eden cemaat cazibesi, işe giren yandaş kıyağı, hak arayana polis dayağı, işini kötüye kullananın parti ayağı politikası geliştiği için. Bir kesimin kendini üstün ırk, üstün din, mezhep görerek, diğer ulus, inanç ve mezheplere hoş görü gösterilmediği için. Eğitim, sağlık, ticaret siyasete endeksli yapılandırıldığı için. Siyasi partiler seçim vaatlerinde kalkınma planları yerine milli, dini, mezhepsel duygular üzerinden propaganda yaparak, “cemaatler ile ittifak yaptıkları için”. Muhalefet günümüz ülke ve dünya koşullarına göre örgütlenerek iktidar olmayı hedeflemenin gerisinde durduğu, bazı çevrelerin hükümetin her tökezlemesinde askeri darbe ve Fettullah Gülen’den medet umduğu için. Bir taraftan "Gençlik gelecek” diyerek diğer taraftan, siyaset, eğitim, iş alanı, özgürlükçü yaşam… alanlarında gençlerin “önü kesildiği için”. Herkes kendine göre terör tanımı yaparak, yasalara dayalı hak- hukuk arayanlar da terörist, bölücü ilan edildiği için. Aç, yoksul, çaresiz insanlar çoğalırken bencilliğin, bananeciliğin, güvensizlik, duyarsızlık artarken, zenginlikler tavan yaptığı için. Ülke’de ölenlerin, şehit olanların haberi karşısında televizyonlarda evlilik programlarının, toplumsal değerlerimizi yok eden dizilerin daha çok reyting yaptığı için… 
SONUÇ!
 Ne sen sor, ne de ben söyleyeyim. Yaşanmışlıkları, heba edilen zamanları…
 Hadi hayırlısı…