Ali Gültekin

27 Ekim 2012 Cumartesi

İNADINA BARIŞ




 
Birinci dünya savaşının izleri silinmemişken, ikinci Dünya savaşı ile yaşanan vahşet ve trajediden hala ders çıkaramadık. Birleşmiş Milletler tarafından "Dünya Barış Günü" olarak ilan edilen 1 Eylül'e, 2012'de savaşların, çatışmaların gölgesinde girdik. Bence, herkes kendi vicdanında sorumluluğunu sorgulamalı. Emperyalist-kapitalistler savaş istiyor. Biz barış diyerek zayıfladıkça Baronların savaş oyunları güçleniyor.
ABD, Rusya ve Almanya'nın başını çektiği silah tüccarları dünya üzerinde kan ve gözyaşı üzerinden besleniyor. Afganistan, Irak, Libya işgalleri, Suriye'yi işgal hamleleri ile Orta Doğu kan gölüne çevrildi. Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde çatışmalar devam ediyor.
Savaş'ta 2011, 1945'i solladı
Heidelberg Çatışmaları Araştırma Enstitüsü tarafından yayınlanan araştırmaya göre; 2011, İkinci Dünya Savaşı'nın bittiği 1945'ten bu yana en çok savaşın yaşandığı yıl olarak tarihe geçti. Enstitü, 2011'e kadar en fazla savaşın 16 savaşla 1993'ü olduğunu belirtirken, 2011'deki savaş sayısını 20 olarak saptadı. Kurum aynı yıl içinde dünya genelinde 40 çatışmadan 38'ni "yüksek derecede çatışma" olarak tespit etti.
Yoksul ülkeler silah pazarı
ABD Kongresi tarafından hazırlanan rapora göre, 2011 yılı dünya genelinde silah alımı 85,3 milyar dolar. ABD'nin payı ise tam 66,3 milyar dolar. New York Times gazetesinin verilerine göre, ABD, geçen yıl 21,4 milyar dolar olan silah satışını 2011 yılında üçe katlayarak 66,3 milyar dolara çıkardı. ABD'nin en büyük müşterileri ise, İsrail ve "Arap baharı" korkusu ile sırtları sıvazlanan; Suudi Arabistan, 33,4 milyar dolar, Birleşik Arap Emirlikleri 4,5 milyar dolarla Umman da 1,4 milyar dolarlık silah anlaşması yaptı. Hindistan, ABD'den 4,1 milyar dolar değerinde C-17 nakliye uçakları alırken, Tayvan da, Çin korkusu nedeniyle Washington'dan 2 milyar dolar değerinde füze savunma sistemi satın aldı.
ABD Kongresi'nin raporuna göre, ABD'yi silah satışında Rusya 4,8 milyar dolar izleyen ikinci ülke, Almanya üçüncü ülke oldu. Almanya en çok silahı Türkiye ve Yunanistan'a satıyor. Böylece dünya genelinde yürütülen savaşların bu üç ülkenin ürettiği silahlarla gerçekleştirildiği ve savaş pazarlarını yönettikleri ortaya çıkarıyor.
Baronlar Savaş İstiyor
Suriye'yi işgal planları, İran-İsrail/ABD gerilimi, Rusya-Batı gerilimi, Japon-Çin gerilimi sürüyor. Emperyalistler, Dünya'da egemenliğin koruma, enerji ve hammadde kaynaklarını elinde bulundurmak istiyor. Halkları inanç, ulus, mezhep... üzerinden ayrıştırarak kendisine yönelik cephe oluşmasını engelliyor. Dünya'da savaşlar çoğaldıkça, silah satışındaki oranlar paralel olarak artıyor. Buna bağlı olarak, Emperyalistlerin, savaş pazarındaki karları artıyor.
Kafalarımızı neden kuma gömüyoruz?
Bütün bunları biliyoruz. Bütün bu saldırılara karşı mazlum halkların çözümü de var. Mesele kafayı kumdan çıkarma, mesele aynaya bakarak kendimiz ile hesaplaşma. Mesele insan olma...

Sorun, insani değerlere sahip çıkma erdemliliği ve çıkamama zavallılığımızda. Biz; Din, dil, ırk, mezhep, renk üzerinden ayrıştırılıyor, çatıştırılıyor, savaştırılıyoruz. Hala sıranın bize gelmesini bekleyen seyircileriz. Gözler kör, kulaklar duymuyor. Zalimler nerede zulmediyor? Yeraltı zenginliklerinin olduğu bölgeler, İnsan emek gücünün olduğu ülkeler, kendi pazar paylarına ortak çıkmaya çalışan memleketler.
Sorun Biziz; İnsanlığımızı korumayacak kadar, çaresiz, güçsüz ve zavallımayız? Bu tutumumuzla kendimizi insan olarak nasıl tanımlayacağız? Bu sessizliğimizle, inançlarımıza uygun yaşadığımızı nasıl söyleyeceğiz? Ulusal değerlerimize bağlılığımızı nasıl açıklayacağız. Geleceğimiz olan çocuklarımıza ne ile izah edeceğiz. Sıranın bize geldiğinde kiminle nasıl karşı koyacağız?
Çözüm Biz 'de: Savaşa karşı - Barış'ı, Ayrışmaya karşı -Birlikte Yaşam'ı, Ortak değerlerimizi güçlendirerek farklılıklarımıza hoşgörüyü her alanda ortaya koyduğumuzda insan olmanın onurunu korumuş, savaş kurucuların oyununu boşa çıkarmış oluruz.
Hadi Hayırlısı...

 

SİYON YILDIZI

İki üçgen üst üste konulduğunda altı köşeli Siyon Yıldızıortaya çıkar. Üçgen'in ilki üst kısma ait köşesi dişi "su" olarak simgelenir. Diğer alt kısma ait köşe erkil unsur "ateş"olarak tasvir edilir. Suriye'de ilk üçgenimiz; Rusya Çin İran su simgesi. ABD, AB, İsrail ikinci üçgenimiz; ateş simgesi. Siyon Yıldızı bileşenlerinin yarısı Suriye'yi ateşe verirken diğer parçası ateşe su ile giderek yanğından mal kaçırmaya çalışıyor. Ateşin düştüğü Suriye'de İnsanlar ölüyor. Tarih, kültür, bilim, ulusal değerler, dini simgeler yağmalanıyor, ateşe veriliyor. Gözüne duman kaçan komşu ülkeler Suriye'ye tepki veriyorlar. Nasrettin Hoca dilinden: İşgalcilerin hiç mi suçu yok?




Siyon Yıldızları'nın savaşı
Bu savaş, Diktatör Esat rejimi ile Suriye Halkı'nın savaşıdeğil. Bu savaş, İslam Coğrafyasının savaşı değil. Bu savaşTürkiye'nin savaşı değildir. Bu savaş, insanlığın savaşıhiç değil. Bu savaş Siyon Yıldızı bileşenleri ABD, AB,İsrail-Çin, Rusya, İran savaşı.
Я не умер (ben ölmedim)
Libya, Mısır, Tunus gibi ülkelerin diktatörlerinin değişimine taktiksel yöntemler ile Rusya ve Çin seyirci kalarak az ganimet aldılar. Mesele stratejik konuma sahip Suriye olunca sessizliğini bozarak kendi çıkarları üzerinden tutum aldılar. Rusya artık eskisi gibi kaybeden değil, kazanan ve güçlenen bir ülke konumunda. Rusya, Putin-Medvedev-Putin döneminde yeniden güçlü bir ülke ve aktör olduğunu açık olarak dünyaya ilan etti.
Teslim alınmak, işgal edilmek istenen Suriye, stratejik konumu, Rusya ile özel ilişkileri (üsler) ve Arap dünyası içinde tuttuğu yer açısından sıradan bir ülke, olmayıp güçlü derin bağlarıolan bir ülke.
у меня есть партнер (Bir ortağım var)
Libya, Mısır, Tunus sonrası "Suriye baharı" için düğmeye basan ABD ve müttefiklerinin karşılarına Çin, Rusya çıktı. ABD ve müttefikleri "Ne Şam'ın şekeri ne de Şeytan'ın yüzü" deme şansına sahip değiller. Suriye'de direniş Esad rejiminin direnişi değil, Rusya ve „ortağı" Çin'in yaptırımlarıdır.
Rusya; "Turuncu" devrimiyle Ukrayna', „Gül Devrimi" ile Gürcistan'ı kaybetmişti. Bugün bu ülkeleri kendi politik siyasi çizgisi içerisine çekerek geri aldı. Özetle; kaybeden değil, kazanan bir Rusya'nın Suriye'yi sessiz sedasız ya da büyük tavizler koparmadan ABD ve müttefiklerine teslim etmesi bugünkü koşullar içerisinde mümkün değil.
Bununla birlikte Siyon yıldızı bileşenleri arasında iç dengeler itibariyle planlı ve kontrollü bir şekilde Esad rejimini değiştirme, revize etme politikası üzerinde anlaşmalar sağlanıla bilinir.

Yanan ateşe körükle gidenler, Suriye'de Moskova'nın onay vermediği hiç bir değişikliğin olamayacağını bilmeliler.

Avrupa'nın tutumu

Avrupa Birliği ülkeleri, Esad rejiminin gitmesini hatır belasıistiyorlar. Suriye'de savaşan radikal gurupların kazanmasıkorkusu ile savaşa temkinli yaklaşıyor. Avrupa' da siyasi partiler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve halkın kitlesel tepkisinden yola çıkarak Suriye'ye asker göndermelerinin mümkün olmadığı gözüküyor. Avrupa ülkeleri içinde savaşa karşıçok katılımlı gösteriler oluyor. Konferans, gösteri ve tartışmaların ortaya çıkardığı görüş: Suriye Halkı'nın kendi kaderini tayin etmesi ve işgal güçlerinin Suriye'den çekilmesi yönünde.

ABD ve Rusya, Çin
ABD, Irak, Afganistan yenilgisi ve Libya'da Diplomatının öldürülmesi dolaysı ile ülkesinden halk desteği alamaz. Seçim sonrasıbeklentileri bence boşa. ABD, Rusya, Çin faktörünü görmezden gelemez. Bu güçler ile işbirliği yapmak zorunda.
Komşuya düşen ateş
Suriye sadece Türkiye ile değil diğer komşularıyla da gerilim içerisine itilmiş durumda. Türkiye-Suriye sınırında olduğu gibi Suriye-Lübnan sınırında çok sayıda insan hayatını kaybetti. Bu güne kadar Suriye halkı için mücadele eden hiçbir gurubun olmadığı açıkça ortada. Suriye içinde varlık gösteren radikal guruplar farklı amaçları için savaşıyorlar. İlk başlarda itibar edilen Özgür Suriye Ordusu ortaya çıkarılamadı.Esat'ın diktatör rejimine karşı Suriye halkını bütün olarak ayağa kaldıracak bir muhalefet geliştirilemedi.

Ha! Hasan, ha! Kel Hasan, ne fark etti?
Siyon Yıldızı bileşenleri Suriye üzerinde anlaşma sağlayabilirler. Esad rejimini kademe, kademe yenileyebilirler. Suriye, komşularından biriyle, bir kaçıyla savaşa itilebilirler. Suriye'nin komşularından biri ya da bir kaçı tarafından işgal edilmesini gerçekleştirebilirler. Suriye Halkı açısından değişen sadece diktatörün adı olacak.
Suriye'nin bu ateş çemberinden kurtulması kısa bir sürede zor görünüyor. Bu süreç uzun bir zaman daha böyle devam edeceğe benziyor Buşekilde devam etmesi ise her gün yeni çatışma ve ölüm anlamına geliyor. Birleşmiş Milletlerin verilerine göre Mart 2011'den bugüne kadar 20 bin insan savaşın kurbanı oldu.

HayırlıBayramlar

KARABULUTLAR TÜRKİYE SEMALARINDA


Güney Doğu'dan gelen ölüm haberlerinin acısı vatan topraklarında tutuşuyor. Güneyimizde, Orta Doğu karanlığına kan akıtarak ışık arıyorlar. Ege'de 25 fidan verdik toprağa. Göçmenlerin Avrupa umutları İzmir'den dalgalar ile Yunan adalarına sürükledi. Trafiğe her gün onlarca can veriyoruz...
Sorun Biz'de
Biz tartışma özürlüsüyüz. Gri diye bir rengin olduğundan habersiz tartışmalarımızı siyah ve beyaz üzerinde yapıyoruz. Vatan için ellerinin bir parmağını dahi oynatmayan ''rüzgârgülleri'' efendilerinin beslendiği kaynakların kurumamasını için Televizyon ekranlarında sarhoş naraları atıyorlar. Yok, edelim, kurutalım, yakalım, yıkalım, kuralım, bozalım ''kahramanlıkları'' sergiliyorlar. Her konuda ''bilge'' olan bazı ''siyasilerimiz'', ''gazetecilerimiz'' toplumun ayrışması için yakılan ateşe odun atarak ateşi söndürmeme gayretindeler. Her gün; bir, üç, beş onlarca evladını toprağa veren bu vatanın insanları kan, gözyaşı dursun istiyor. Aynı evden, Türkçe, Kürtçe ağıtlar yükseliyor. Tabutlar, sıvası yapılmamış yarım gece kondulara, derme çatma köy evlerinin, kapılarına düzülüyor. En çok savaş naraları, en çok ''vatansever söylemleri'' ateşin henüz düşmediği; (dileriz düşmez) villa, yalı, rezidans sakinleri tarafından atılıyor.
Ev sahibi uyuyunca misafir komsuya hırsızlığa gitmemeli
Suriye savaşından kaçarak vatan topraklarımıza gelen insanlar ülke sorunu yapıldı. Savaş ortamında insanlara elbette sahip çıkmalıyız. Elbette misafirimiz olmalılar. Ama ev sahibi uyuyunca misafir komşuya hırsızlığa gitmemeli. Biz, içinde bulunduğumuz koşullardan dolayı öncelikli sorunlarımıza odaklanmalıyız. Suriye'de istenilmeyen bir yönetim var ise bunu yıkacak, değiştirecek, istediği yönetimi getirecek Suriye halkının kendisidir.
Biz kimi ne mantık ile destekliyoruz?
Suriye'de muhalifler, var olan diktatörlüğe alternatif hangi yönetim biçimini ortaya koydular ki biz onlara destek sunuyoruz. Bir tarafta su anki diktatöre destek hevesi diğer tarafta muhaliflere destek olma hevesi ile saklambaç oynanıyor? Orta Doğu üzerinde Emperyalist emelleri görmeyecek kadar kör olamayız.
Kim! hangi akılla, Anadolu Aleviliği ve Suriye Aleviliğini yan yana getiriyor. Anadolu Aleviliği ile Suriye'de ki mezhebin uzaktan yakından benzerliği var mı? Suriye savaşına mezhepler üzerinden yakınlaşarak, siz-biz meselesi yapacak kadar insafsız oluyoruz. Kendi yavrusunu emellerine kurban edenler, başka çocukların saçlarına okşayacak kadar vicdan sahibi olamazlar. Bizler, Bütün bu oyunları bertaraf ederek, binlerce yıldır ortak yasam geleneğimize sarılarak, güçlendirmeliyiz.
Demokrasi bunlara kaldıysa vay halimize
Arap Birliği ülkeleri; Katar, Suudi Arabistan ve diğerleri, ülkeler hangi demokrasiyi uyguluyorlar ki Suriye'ye o demokrasiyi istiyorlar. Bu ülkelerin diktatörleri kendi halklarına zulüm ederek varlıklarını sürdürmüyorlar mı? Kim! bunlar için diktatör değil diyebilir? Bize göre Suriye bu ülkelerin hangisine benzemeli?
Hangi yüzle kimyasal silahtan söz ediyorlar?
Suriye ve İran'da kimyasal silahları var diyen; ABD, AB ve İsrail kendi ülkelerinde geliştirdikleri kimyasal kitle imha silahlar ile seralarda domates mi yetiştiriyorlar?
Koyun ile Keçi arkadaşlık ederken, önlerine çıkan hendekten, önce koyun atlamış. Keçi başlamış gülmeye. Koyun Keçiye dönüp sormuş: Neden gülüyorsun? Keçi: Atlayınca kuyruğun havaya kalktı popunu gördüm. Oysa keçinin poposu sürekli açıktadır.
Sorun Bizde
Afyonkarahisar'da; Sabotaj, el bombaları ''özgür Suriye ordusuna verilmek üzere sayılıyordu, ihmal, tedbirsizlik... Kim ne derse desin.
Yeter artık; Türkiye Cumhuriyeti Devletinden maaş alarak görevini yapanlar bu halkın memurlarıdır. Başarısız olanlar ahkâm keseceğine hesap verme nezaketini göstermeli. Önce insan diyebilmeyi öğ-ren-me-li-yiz. Görevini yapmayan yöneticiler için: bizden, sizden dalaşması yapmayalım. Halk olarak kamuoyu oluşturalım. Yargılayacak yasalarımız, bunları uygulayacak yürekli savıcılarımız ve yöneticilerimizin olması için caba harcayalım.
Kendimize gelelim
Yeter artık; Afyonkarahisar'da çocuklarını kaybetmiş aileler ''açıklama yapınız'' diye feryat ediyor. Bu feryatlar gale alınmazken Valilik makamından, Genel Kurmay Başkanı'na hali hediye edilerek hangi başarısı kutlanıyor...
Sesli düşünelim: Milli Savunma Bakanı, Genel Kurmay Başkanı'nı görevden alsa, sonrasında kendisi de Başbakan'a istifasını sunsa takdir alır mı? Hataları olduğunda istifasını vermelerinin olağan bir davranış olduğu ülkeler, medeni ülke saygınlığını bu davranışları ile alıyorlar. Buna karşı çıkanımız olur mu?
Nasıl olacak? Eğitim seviyemizi yükseltiriz. Yasalar ve uygulamalar ile demokrasimizi güçlendiririz. Benim parti, benim adam, benim teşkilat... Söylemi hastalığından kurtuluruz. Parti ayrıştırmasını iyi hizmet veren ve vermeyen üzerinden yaparız. Ülke sorunları karşısında BIZ olma kararlılığını gösterdik mi biz de medeni ülke oluruz.
Kılavuzumuz Yiğit Bulut olursa:
''Ekonomi, spor, magazin, politika, moda, strateji... Uzmanı'' olup, Gazeteler ve Televizyon kanalarınca ''paylaşılmayan'' Yiğit Bulut: Suriye bizim var olma ve yok olma meselemizdir.
Bunun üzerinden ne söylenir?

KEMERİMİZ SON KERTİKTE



 
Avrupa'nın ikinci, Dünya'nın dördüncü zengin ülkesi Almanya'da zenginlerle yoksullar arasındaki ara 10 yıl içerisinde hızla açıldı. Nüfusun yüzde 10'luk bir bölümü Almanya'nın toplam servetinin yüzde 65'ini elinde tutarken, yüzde 90 ise yüzde 35 ile geçinmek zorunda. Türkiye kökenliler ise yoksulluk sınırında yaşam sürüyor.
Dışarıdan bakılınca bu ülkede herkesin refah içerisinde yaşadığı sanılır. Yoksulluk, işsizlik, eğitim sorunlarının çözülmüş bilinir. Almanya'da işsizlik, yoksulluk ve düşük ücretli işlerde kölelik koşullarında çalışma sıradanlaştı.
Bu ülkede zenginler sermayesini üçe beşe katlıyor. Devlet istatistik kurumunun verilerine göre, Almanya'da toplam para miktarını 10 yıl içinde ikiye katlanarak 8,5 trilyon Euro'ya ulaşırken, bu paranın yüzde 65 i, nüfusun yüzde 10'nun elinde toplanmış durumda. Geriye kalan yüzde 90 ise, paranın yüzde 35'i ayakta durmak zorunda.
Uçurum derinleşiyor
Almanya'da gelirler arasındaki uçurumun 1990'lı yıllardan itibaren hızla derinleşti. Gelir farkı; 1990 öncesine gittiğimizde toplum içinde kimin zengin kimin fakir olduğunu bilemezdiniz. Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü'ne (DIW) göre, 2002-2005 yılları arasında çalışanların ortalama reel gelirinde 1990'lı yılların başına oranla yüzde 4,8 gerileme yaşanırken, aynı dönemde en üstteki yüzde 10'luk kesimin geliri yüzde 6 arttı. Bu oran en üstteki yüzde 1'lik kesimde yüzde 17, en zengin 650 kişide yüzde 35, ultra zengin 65 kişide ise yüzde 53, arttı. Aynı seyir 2005'ten sonra arayı açarak devam etti.
 
Sermayen her yerde kazanıyor
Son 10 yıl içinde taşeron şirketlerin ortaya çıkısı ile sendikal hareketler zayıfladı. İşçiler, iş güvenliği olmayan, düşük ücretli ve yarım günlük işlerde çalıştırılmaya zorlandı. Almanya'da daha önce iş başı yaptığı işletmeden emekli olurdu. Almanya'da şu günlerde 2,7 milyon işçi her akşam yatışında sabah işini kaybedebileceği endişesi içinde uyanıyor.
Telekeler ve yöneticileri kazanıyor
Almanya'da 1990 sonrası, tekeller karlarını rekor düzeyde artırdığı yıllar oldu. 2011 yılında Alman tekelleri toplam yarım trilyon kar etti.
2010 yılında itibari ile tekel yöneticilerinin maaşlarına ortalama yüzde 22 zam yapıldı. Aynı yıl içinde çalışanlar maaşlarına brüt olarak sadece yüzde 2,2 zam alabildiler.
Ortalama olarak bir yönetim kurulu üyesinin yıllık maaşı 2.92, yönetim kurulu başkanın maaşı ise 4.54 milyon Euro. Örneğin, VW tekelinin menajeri Martin Winterkorn'un yıllık maaşı özel primlerle birlikte 17,4 milyon Euro'yu buluyor. Almanya'da 15 milyona yakın insan ortalama gelirin altında yaşamını sürdürüyor. Milyarderlerin sayısı hızla artıyor. World Wealth Report'a göre, 2010 itibarıyla Almanya'da 924 bin "dolar milyoneri" bulunuyordu. Bu rakam bir önceki yıla göre yüzde 7,2 artışı ifade ediyor. Dolar milyoneri sayısındaki artışın 2012'nin başında 1 milyonu bulduğu tahmin ediliyor.
Almanya'da nüfusun yüzde 1,1'ini milyonerler oluşturuyor. İsviçre'den sonra Avrupa'nın ikinci ülkesi. Hatırlanacağı gibi, "Occupy" eylemlerinde göstericiler yüzde 1'lik milyoner sayısını kastederek, "Biz yüzde 99'uz" söylemini öne çıkarmıştı. Çeşitli kurumlar tarafından yapılan araştırmalara göre, milyonerler, Almanya'daki paranın yüzde 45,6'sına sahipler. Yüzde 1,1'lik azınlığın elinde tuttuğu parayla yüzde 99'un elinde tuttuğu para aşağı yukarı eşit durumda. Bu yüzde 99 çoğunluk örgütlü bir güç olarak sokaklara Avrupa'da havaları ısınacak. Emeğinden başka geliri olmayanlar yaşam sürdüre bilmeleri için zenginler ile yoksulların hesaplaşması kaçınılmaz.
Bütün bu verilerin ışığında iki önemli konuyu gözden kaçırmamak gerekiyor. Almanya tekelleri daha az vergi, daha az ücret, teşvik ve kölelik koşullarında isçi çalıştırdıkları "üçüncü dünya ülkelerin 'de " üretim veya fason üretim yapıyorlar. Birincisi; " Made in Germany" imajı sarsılıyor. İkincisi: Almanya'da göçmenlerin şu anki yaşam koşulları ve gelecek korkuları büyüyor.
Sonuç olarak; Avrupa'nın ikinci, Dünya'nın dördüncü zengin ülkesi Almanya'da 1990 yıllarından başlayıp bu güne gelen yoksullaşma insanları korkutuyor. İşsizlik, iş güvencesi olmayan işler, düşük ücretler ile çalışanları bu ray üzerinde tutamayacaklar.
Almanya'da bu yoksullaşmadan en çok etkilenen "en zayıf halka" göçmenler. Göçmenleri zor günler bekliyor. Bir taraftan yaşadığı ülkede Alman yoksulları ile birlikte mücadele ederken diğer taraftan günden güne sertleşen ırkçı yasalar ve ırkçı saldırılar ile de mücadele ederek yaşam sürdürmek zorunda
Hadi hayırlısı...

"18' lik KURBANLAR"

Manisa Avdal Köyü gün batımı. Kerim Bakkal'ın önünde biri bitmeden diğer sigarasını yakan Halil yedinci çocuğunu beklediğinden üflediği duman Osmancalı Köyü semalarında bulut oluyor. Kerim Bakkal: Başbakan üç çocuk istiyor. İşsiz olmana bakmadan her yıl bir tane çocuk yaparak yedi 'ye çıktın. Halil: Kerim emmi, Kaderin önüne geçilmiyor. Allah veriyor. Canı veren Alla rızkını verir elbette.
Halil'e telefon ile hayırlı Haber'i alarak hızlı adımlar ile evine geldi. Eşi 'ne "geçmiş olsun" dedi. Kırmızı mendil ile örtülü bebeğin yüzünü açıp gülümseyerek baktı. Evin büyük kızı aileyi salonda kurulan sofraya çağırdı. Yemek sonrası, "yeni misafir" ile anne hariç aile fertleri tek, tek uykuya daldılar.
Nazlı, (Halil'i n kızı) bu gün ilkokula başlıyor.
Halil: Öğretmenini iyi dinle. Öğretmenin söylediklerini karşı gelme...
Mustafa, (Halil'in oğlu) ilkokulu bitirdi Marangoz çırağı olarak bugün işe başlayacak.
Halil: Oğlum, Etin ustanın kemiğin benim. Meslek öğrenirken azar işitir, toka yersin, biz de böyle öğrendik...
Sebahat. (Halil'in kızı) Bu gün 9.sınıfa başlayacak.
Halil: Kızım okul 'da elin etlisine, sütlüsüne karışma. Kuran kursuna gittiğinden kimseye bahsetme...
Melisa,(Halil'in komşu kızı) Bu gün 9.sınıfa başlayacak.
Melisa'nın anne 'si: Kızım kimseye Kürt olduğunu söyleme. Kimseye dost diye güvenme...
Ayşe, (Halil'in komşu kızı) bu gün 9.sınıfa başlayacak.
Ayşe'nin Anne 'si: Gidip gelirken kafanı yerden kaldırma. Alevi olduğunu ulu orta konuşma...
Diğer çocuklara başarı dileyerek, Erdal'ı takip edelim.
Erdal, (Halil'in oğlu) bu yıl İstanbul'da üniversiteye başlayacak.
Halil: Oğlum okul ‘da anarşik olaylardan, bölücülerden uzak dur. Soranlara ekmek partisindenim de. Memleketi kurtarmak sana mı kadı?..
Tüm çocuklarını gönderen Halil buğulu gözlerini Spil dağına çevirerek: Ey kurban olduğum Allah bana sağlıklı yedi çocuk verdin. Kısmetlerini eksik etme yarabbi.
Ailelerin öğütlerine dikkat ederek, Erdal'ı takip edelim istiyorum.
İstanbul'da Üniversite'ye gelen Erdal öğrenciden çok; Asker, Özel tim, Polis, sivil görevli, özel birlik, keskin nişancılar gördü.
Korumalar eşliğinde kürsüye gelen Rektör: YÖK yasası gereği herkes yönetmeliğe uyacak. Kılık kıyafetiniz siyasi çağrışım yapmayacak. Görevlilerimiz, yasak kitap, filim, müzik, gazete, dergi, internet siteleri... Listesini dağıtacaklar. Burası eğitim kurumu. Kuzu, kuzu dersinizi dinleyeceksiniz. Bölücülük, siyaset, örgüt, dernek, gösteri, basın açıklaması, pankart açma, boykot etmeye kalkışları kurbanlık koyun gibi emniyet mensuplarının önüne katarım. Benim vazifem vatana hayırlı evlatları yetiştirmek. Filozof, bilim insani kabul ettiğiniz gâvur yaratıkların fikirlerine, fitnelerine itibar ederek hocalar ile tartışmaya kalkıp, müfredattın dışına çıkmayın.
Bu şartları ağır bulanlar TBMM 18 yaşını doldurmuş genç vekiller arıyor. Gidersiniz; Hakan Şükrü ile top koşturur, Kamer Genç ile çiçek sularsınız.
Rektör: Oğul'un içi, dışı her santimi kameralar ile gözetleniyor. Biraz sonra arama noktalarından geçerek içeri gireceksiniz. Son güvenlik noktamızda bu güne kadar tutulan sicil dosyanız var. Beyaz dosyası olan öğrencileri sınıflarına alacağız. Yeşil - irtica, kırmızı - siyasi, üç - renkli bölücü dosyası olanları güvenliğe teslim edeceğiz. Güvenlik, bacağınızdan asar mı? Kesim zamanınız gelene kadar kurbanlık koyun gibi besler mi? Bilemem! Gazanız mübarek olsun.
Adli suçu olup, 18 yaşından gün alanlara yeni yasaya göre TBMM'de vekil olmalarında bir mani yok. Orada cürümlerinizle hoş sohbetler ile millete vekillik edersiniz. Yolunuz açık olsun.
Anne, babalar okula gönderdikleri çocuklarına savaşa gönderir gibi korku, endişe, güvensizlik üzerine kurulu tembihlerini dikkate alalım. Bu çocuklarda nasıl bir ruh hali ile kişilik ve öz güven oluşur? Avrupa'da 18 yaşında gençlerin seçilme haklarının olduğunu referans gösterenler doğru. Türkiye'de olumsuzlukları dış güçlere havale edilir. Kendi doğrularını onaylatmak için Avrupa'yı referansı verilir. Türkiye ve Avrupa'da çocukların 18 yaşına nasıl geldiklerini analiz edilmez. Devlet, toplum, aile, eğitim, ekonomi, kültür olarak farklılıklarımızın tespitini yapılmaz. Avrupa'ya insan hakları gökten zembille inmedi. Orta çağın en barbar toplumu olan Avrupalı mücadele ederek, yanlışlarından dersler çıkararak, bedeller ödeyerek insanca yaşam haklarını kazandılar.
Biz; zaaflarımıza ayak direyerek toplumu deprem riski olan fay hatana çekiyoruz. En küçük sarsıntıda çöken tavana Avrupa menşeli direk arıyoruz. Asıl sorun; Demiri tavında nasıl dövülür, Çeliğe su nasıl verilir onu bilmek gerek.
"Bizim" Rektör'ün konuşmasını dinledik. Bakalım, Cemil'in Rektör'ü neler anlatacak?
Cemil, (Türk kökenli Almanya'da yaşıyor.)
Cemil, Polis, Asker, özel güvenliğin olmadığı, bildiri dağıtan, pankartların arkasında kümelenmiş soluğan atan öğrencilerin... Bayram yerine çevirdiği Köln Üniversitesine geldi.
Rektör: ...Üniversiteler; insanlığa, doğaya, yaşama, bilime hizmet ederler. Dünya filozoflarını, bilim insanlarını inceleyin. Sizleri sadece Almanya'ya hizmet etmek için değil, Dünya halklarına hizmet etmek için hazırlayacağız...
Her iki konuşmadan kim ne çıkarır bilemem. Türkiye ve Avrupa toplumu içerisinde yaşıyor olmam dolaysı ile iki toplumu tanıma şansına sahibim. Bizim çok güzel yönlerimizi es geçtiğim sanılmasın. Bana göre farklılıklarımıza dikkat çekmek istedim. Eleştiri yapma kültürümüz olgunlaşmadı. Öz eleştiri ile güçlenip, eleştiri ile hücre yenilenmesi yapma bilincimiz oluşmalı. Kendi parti işleyişlerinde demokrasinin olmadığını bilen. Partiler ve seçim yasasında insan haklarına aykırılığı gören. Bilim insanı, Profesör vekillerimizin makam uğruna diz çöktüğü TBMM'sine kendilerini temsil edebilme beceri ve bilgisine güvenmeyerek handikap içinde yetiştirdiğimiz 18 yaşında çocuklarımızı vekillerimiz olarak gönderdiğimizde TBMM'de ne değişecek?
Hadi hayırlısı...

NE İÇİN SAVAŞACAGIZ?


Strateji uzmanı değilim. Elhamdülillah Müslüman'ım. Türk kökenliyim ama önce insanım. Ulusal kimliğim, dini değerlerim, mezhebim üzerinden savaş çığlığı atanlara karşıyım. Bu değerler üzerinden savaşa karşı benim gibi düşünenlerin saflarında yer alırım. Kan, ölüm ve gözyaşlarından kazanılmış haram para istemiyoruz. İslam coğrafyası içinde hangi ülke Müslüman inancı gereği adil yönetiliyor? Bu ülkelerin hangisinde demokrasi var? İnsan hakları var? ABD-İsrail, AB, Rusya, Cin ve işbirlikçileri kendi ülke halklarını karşı ne kadar özgürlükçüler? Ne için savaşacağız? Biz; Türkçe, Kürtçe, Arapça ağıtlar, İngilizce İbranice zafer çığlıkları duymak istemiyoruz.
Biz kim için savaşacağız?
Bizim, silah ihaleleri, petrol kuyuları, kara para aklama gibi bir derdimiz yok. Eroin, kumar, fuhuş baronu olma hevesinde değiliz. Biz; bu dalavereleri Filistin, Irak, Bosna, Afganistan işgallerinden biliyoruz. Biz kim için savaşacağız?
Orta Doğu karanlığında atılan oltaya koşan sazanlar, kancaya takılı halde çırpınıyorlar. Taraflar kim? Kim kime karşı ne için savaşıyor? Kim ne için kimin saflarında? Kim kazanırsa, kim kimi nasıl yönetecek? Hz. Muhammed: cahiller cesur olur. Bu güzel söz her şeyi ortaya koyuyor. Bu sözden yola çıkarak, yığınlarca cahil Suriye'ye akarak, insan öldürerek cesur olacağını sanıyor. Bırakın Suriye halkı kendi diktatörünü alaşağı ederek yaşamak istedikleri sistemi seçsinler.
Yemen elleri, Kore cehennemi
Annelerimiz bizi; Yemen ve Kore'de toprağa düşen eşleri, evlatları için ağıt ninnileri ile büyüttü. Dul, yetim kalanlar bir yanları yaralı yaşadılar. Döşlerindeki madalyalar ile bacaksız, kolsuz, bir gözü görmeden "Kore gazileri" kaderlerine bırakıldılar. Kore Savaşı'nın bizim savaşımız olmadığı gibi, Suriye savaşı bizim savaşımız olamaz.
Biz de savaştık!
Biz Çanakkale, Urfa, Sakarya, Antep, Maraş, Manisa'nın savunulmasının kahramanlıklarını dinliyoruz. Kurtuluş savaşı destanlarını okuyoruz. Zafer şarkılarımızı söylemeye devam edeceğiz. Bizim Ata güreşlerimiz için, cazgırlar pehlivanlarımızı Kırkpınar er meydanına çağırırlar.
ABD- İsrail, AB Cazgırlarının çağırıları ile Orta Doğu çöllerinde deve güresi tutmak isteyenlere hayırlı yolculuklar.
Biz 'de savaşırız!
İnsanlığın ortak noktası olan; yaşam haklarımız, yaşam alanlarımız için ortak sorunlarımız ve ortak çıkarlarımız için savaşırız. Din, dil, renk, cinsiyet ayrımı yapmadan eşit haklar için ayağa kalkan tüm ülke halkları ile zalimlere karşı canimizi ortaya koyarak, ortak çıkarlarımız için savaşırız.
Yalanınız batsın!
İsrail zulmü altında yasam savaşı veren Filistin halkı için ne zaman savaş çağırıları yaptınız? Sözde özgürleştirdiğiniz; Irak, Afganistan, Libya, Mısır, Tunus yoksul halklarının hangi kaderi değişti? Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, İran halkları hangi özgürlükler ve İslami değerleri içinde yönetiliyorlar? İslam'ı bu yönetimler ile özleştirebiliyor musunuz? İslam anlayışınız bu mu? Emperyalistlerin; Yer altı ve üstü zenginliklerini talan ettiği ülkeler aç ve yoksul. Açlıktan ölen insanlar yırtıcı hayvanlara yem oluyor. Orta Doğu halkları için savaştığınızı hangi vicdan ile söylersiniz? Dünya'nın en "seçkin" markalarının üretiminin yapıldığı Uzak Doğu ada dehlizlerinde kölelik koşullarında çalıştırılan çocukları görmezden gelerek Suriyeli çocukları mı özgürleştireceksiniz? Yalanınız batsın.
Siz neden savaş istiyorsunuz?
Savaş'ın yakıp, yıkıp talan ettiği şehirlerde bulundunuz mu? Top oynadığınız meydan, salıncağa bindiğiniz park, şeker aldığınız bakkal, okuduğunuz okul, sokağınız savaş uçakları ile bombalandı mı? Oyuncak bebeği elinde ölmüş çocuğu enkazdan çıkartılırken göreniniz var mı? Kolunuz koptu, bacağınızın birini mayın tarlasında bıraktınız mı? Annesiz büyüdünüz mü? Baba yolu beklediniz mi? Gencecik çocuklarınızı toprağa verdiniz mi? Kurşunlara karşı yavrusuna bedenini siper eden Annenin kafasından akan kanların bebeğinin emdiği memesine doğru akarak sütüne karıştığına tanıklık ettiniz mi? Siz neden savaş istiyorsunuz? Biz ne için savaşacağız?
Sizin için neden savaşalım?
İngilizce, İbranice savaş çığlığı atanlar; Hanginiz kaç tane Filistin, Bosna, Çeçen, Irak savaşı tecavüz mağduru Anne ile sohbet ettiniz? Hanginizin, annesi, esi, kardeşine gözünüzün önünde tecavüze uğradı? Hanginizin evi başınıza yıkıldı? Hanginiz; tecavüzü gizleyip, doğurduğu çocuğu eli ile öldüren ruhu yaralı annenin acısını hissedebilirsiniz? Hanginiz, savaşlarda yetim kalmış çocukları yanınıza alarak kendi çocuklarınızın ortamına kattınız? Hanginiz; kaç tane evsiz kalan insanlara evinizi açtınız? Bu savaş için evlatlarımızı ne diye istiyorsunuz? Biz sizin için neden savaşalım?
Bizim, insani direncimizi kıramayacak, ulus ve inanç değerlerimizin üzerinden savaşa süremeyeceksiniz. Biz, ABD-İsrail, AB, Rusya, Cin, İran için savaşmayacağız. Din, dil, ulus, renk ayrımı yerine insani değerlerimizi öne çıkararak savaşa hayır diyoruz. Ortak sorunlarımız üzerinden, ortak çıkarlarımızı savunarak Dünya halkları ile barış içinde yasamak istiyoruz
Hadi hayırlısı...

26 Ekim 2012 Cuma

PARASI OLANA TATİL!

Resmi veya dini kültürel günlerin anlam ve önemini hatırlamak ve yapılması gerek özel işlerin yapılaması için zaman harcama için veya sadece hatırlatmak için izin verilen tam gün veya yarım gün resmi iş yapma yükümlüğünün askıya alındığı zaman aralığıdır tatil.
Bu sürede kişi sosyal ve psikolojik açıdan çevresel faktörleriyle iletişime geçebilir ve aynı zamanda redaksiyon uygulamaları yapabilir. Kanun gereğince çalışmaya ara verileceği belirtilen süre, dinlenme. Okul, meclis, adliye vb. kuruluşların çalışmasını durdurduğu veya kapalı bulunduğu dönem.  Eğlenmek, dinlenmek amacıyla çalışmadan geçirilen süredir tatil.

İnsan hayatının uzun bir dönemi çalışmak ile geçmektedir, bu dönem içerisinde sınırlı zaman içerisinde tatil imkânı bulmak veya bu süreler yaratabilmeği her insan fazlasıyla istemektedir. Belirli dönemlerde  kısıtlı süreler içerisinde, yakalayabildiğimiz sınırlı zamanlar içerisinde bir nebze olsun çalışma ortamından uzak daha güzel vakit geçirebileceğimizi düşündüğümüz yerlere doğru planlar kurarız. Her insan çok güzel tatiller hayal eder. Bir gerçek var ki birey tatili parası kadar yapar.

Kişisel gelişim uzmanlarının ve Psikologların en çok üzerinde durduğu konulardan biri de yaşam esnasında rutin hayattan kurtulmaktır. İnsan hayatı ne kadar rutin bir şekilde devam eder ise, insan o kadar mutsuz olur ve mutsuzluğun başarısızlık getirmesi de kaçınılmaz bir hal alır. Her insanın kendini yaptığı işin monotonluğundan, sıkıcılığından kurtarmaya ihtiyacı vardır. Tatil sadece bir eğlence aracı veya dinlenme fırsatı olarak görülmemeli. İnsanın yaptığı işte daha başarılı olması, hatta işini severek yapabilmesi için motivasyon aracı olarak görülmelidir.
Her ne kadar insan bünyesi dinlenmek istese de günümüz koşullarında ancak parası olanlar tatil yapıyor. Yaşam sürdüğümüz Almanya' da her yıl heyecanla beklenilen vatan hasretine koşma son yıllarda yerini hüzne bıraktı. Çalışanların, emeklilerin tatil için para ayırması artık imkânsız. İş güvenceleri tehlikede. Tatil dönemi başladığında bu kesimlere hüzün çöküyor. Birçok kişi tatillerde ek işlerde çalışarak aile bütçesini ayakta tutmaya çalışıyor.

Hadi tatile..!

BU DÜNYA BİZİM Mİ?

Biz bu dünyanın bir parçasıyız. Bu dünyada, bitkisi, suyu, ağacı, toprağı, taşı, hayvanları, böcekleri, insanları... ile hepimizin.

İslam âlemi 2011'in son aylarında Kurban Bayramını Türkiye Van depremi, Afrika açlık ve Orta Doğu'da savaşların gölgesinde kutladı. Avrupa ''kriz'' çığlıkları ile Noel Bayramı'nı karşıladı.

Savaşa karşı barışı güçlendirelim
Orta Doğu kan gölü. Sokaklar 'da insan cesetleri arasında dolaşmak normal bir yaşam şekline dönüştü. Kapitalizmin kar hırsı ve pazar talanı ile yoksul ülkelerde din, ulus, mezhep çatışmalarını körükleyerek yarattığı savaş ekonomisi ile ocaklara düşen ateşlerden purosunu yakıyor.

İnadına birlikte yaşamı savunalım.
Avrupa'da ''kriz'' bahanesi ile karlarına kar katan şirketlere hükümetler yasalar çıkararak, sermaye artırımlarına teşvik adı altında destek veriyorlar. AB gelişmiş ülkeleri silah satarak, borç verip faiz alarak batırdıkları ülkeleri '' krizin'' günah keçisi ilan ettiler. Evsiz, işsiz, yoksul, aç insan ordusu çığ gibi büyüyor. Hükümetler bunları baskı yasaları ile ''ıslah etmeye'' çalışıyor. Bazı sağ partiler bütün bunların sorumlusunu ''yabancılar'' ilan ederek ırkçılara hedef gösteriyor. Devletin istihbarat örgütlerinin 8 Türk ve bir Yunan vatandaşının katledilmesindeki bilgiler çıkan dumanla işaret verince ırkçılara ait bir karavandan dünyaya yayıldı.. Bu gelişmeler hafife alınmamalı. Bu oyunlara karşı birlik olmaya, saldırıları boşa çıkarmaya Alman ve diğer uluslarla birlik olmaya daha çok ihtiyaç var.

Yaşamak için yaşat
Bu dünya sadece bizim babamızın malı değil. Bitkiler, hayvanlar ve tüm canlılarla paylaşırsak dünyayı yaşatırız. Biz kendimizi dünyanın efendisi ilan edip, sahiplenmeye kalkarsak, doğal felaketlerin sonucuna da katlanmak zorundayız. Doğa kendinden çaldıklarımızı bir, bir geri almaya devam eder.

Bu dünya, tüm canlı cansız varlıklarla hepimizin

Hadi hayırlısı...
 

BİZ KİMİZ?

Bir yılı daha geride bırakarak Almanya‘da yaşamımızı yeni bir yılla sürdürmeye devam edeceğiz. Almanya 60' lı yıllarda ekonomik, siyasi sorunlardan dolayı, yoksul  ülkelerden  başlayan göçün merkezi oldu. O gün gelenlerin,  4. kuşağı  yaşamlarını  hala burada sürdürüyor. Geçen 50.yıla rağmen,  kimilerine göre misafir işçiler, kimilerine göre göçmenler, kimilerine göre Almanya‘ nın bir parçası olarak yaşam sürdürmekte.
 
 Krize karşı sahte düşmanlar yaratılıyor
Almanya‘ nın resmi politikası: bizlere içine sindirerek  „vatandaşım" diyemiyor. Hala uyumsuz olduğumuz  iddiası ile bizi „hizaya sokma" derdinde.  Baskıcı yabancılar yasasıyla  ıslah etmek istemekteler. Irkçılar, „misafir işçiler, görevleri bitti,  geri dönsünler" ;  Ilımlı Almanlar, "uyum sağlayamadılar, sağlayamazlar, göçmen işçiler olarak kalsınlar" demekte. Demokrat çevreler, sosyalistler, „Almanya'nın bir parçası, Türk kökenli Almanlar" olarak  adlandırıyor.
Yabancı düşmanlığına  yeni  kılıf İslam  fobisi
İslam karşıtı söylemlerle ırkçılık körükleniyor. Başörtü tartışmaları, cami inşaatı tartışmaları  sürüyor. Sarrazin'in kitabı ile başlayan ırkçı söylemlere birçok yazar, gazeteci, politikacı katıldı. Bunlar  tartışılırken Cumhurbaşkanı Wulff, İslam'ın Almanya'nın bir parçası olduğunu ilan etti. Bu görüş, Alman toplumunda çok benimsenmedi.
İslam tartışması hiç olmadığı kadar hummalı bir biçimde sürdürülüyor. Son aylarda, neredeyse her gün bir politikacı veya yazarın Müslüman göçmenleri hedef aldığı ülkede yabancı düşmanlığının tavan yaptığı ortaya çıktı. Araştırmalar,  gerek göçmen karşıtı söylemler, gerekse son yıllarda etkili olan ekonomik krizin etkisiyle Alman halkı arasında İslam ve yabancı düşmanlığının dramatik şekilde yükseldiğini ortaya koydu.
 
Biz neredeyiz?
 Türkiye`de, tüm hükümetler 50 yıldır burada yaşayan Türkiyelilerin sorunlarına sahip çıkmadı.  „Erken öten horozları  ötekileştirerek, hala altın yumurtlayan tavuk olarak yemleniyoruz". Merkez Bankası zedeler ve vatandaş zedeler olarak hükümetlerin tutumundan zarar gördük. Holdingzedeler konusunda yalnız bırakıldık. Dini cemaatler, ırkçı saldırıları Müslümanlara yapılan saldırılar olarak algılayıp, inanç boyutunda ele almakta. Türkiyeli  sol ve sosyalistler, ayrımcı politikalara  karşı birlikte yaşamı savunmakta.
Ortak sorunlarımıza birlikte çözüm
Seksenli yılların sonuna doğru  ayrışma yerine birlikte yaşamı savunan, „artık buralıyız" diyen (Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu) DİDF o günden bugünün tespitini yaptı. Bu çalışmaları söylemden çıkararak somutlaştıran  DİDF, geçmişten günümüze çocuk vizeleri, yabancılar yasası, ırkçı saldırılar, öğrenci harçları, kadına yönelik şiddet, sosyal, siyasal haklar  vb. eylemlerin örgütlenmesinde yer alarak  birlikte mücadeleyi hayata geçirdi.
„Bugün, Almanlar ve Türkiye kökenli Almanlar hayatın her alanında birleşmeyi  savunmalı.  Sendikalarda, partilerde, emek cephesinde, gençlik ve kadın  çalışmalarında birlikte hareket etmeliyiz". Bu örgütlenmeyi temel alan DİDF birçok şehrin belediye meclisi yönetimlerinde, eyalet milletvekilliği ve ulusal mecliste temsilcileri ile yer aldı. „Bu mantık solcuların mantığıdır" handikap'ından kurtulmalıyız. Türkiyeli örgütler doğruluğu kanıtlanan bu politikalara burun kıvırma yerine, çalışmaların içinde aktif yer almalı. Yoksulluğun, işsizliğin yayılması ile ırkçı saldırılar yoğunlaşacak.  Irkçı saldırıların hedefi de bizler olacağız. Bu saldırıları bertaraf etmek ancak birlikte insanca yaşamı savunmaktan geçer.
Bugün birlikte mücadeleye dünden daha çok ihtiyaç var
Irkçılığa ve sömürüye  karşı birlikte mücadele inançlara zarar vermez. Ulusal çıkarlara zarar vermez. Aksine, ulusal kimliklerin ve inançların özgürce ifade edilmesi için gereklidir.
Bence, Türk, Alman, yerli, yabancı denilerek ırkçılığa karşı konulamaz.  Bu söylemlerin kendisi ırkçı söylemdir.
Bu dünya bizim.  Kardeşçe yaşamı savunarak,   barış  içinde yeni yılı geçirelim.
Hadi kolay gele...

 

GEL VATANDAŞ ÜÇ KİLO KABAK 1.99



  Bu çığlıklar Pazar yerinden gelmiyor. Avrupa yayınları olan Türk Televizyon kanallarının reklam anonsu. Avrupa yayınları için ayrıca harcama yapmayan kanallar domates, biber, patlıcan reklamlarına devam ediyor. ''Nerde para varsa, orda reklam yap'' Bir saniye önce üretici şirketin reklamını veren televizyon bir saniye sonra bakkal dükkânının domates, biber reklamını veriyor. Bozuk Türkçe, anlamsız içerik, izleyicisine işkence veren reklam metini, külhanbeyi bağırışı ile ''reklamlar''.
Dakikalarca reklam yayınlayan bu kanallar bizi ne yerine koyuyor.? Bunlara kim dur diyecek? Bu Kanallarda haber sunan, kanallara bağlı gazetelerde ahkâm kesen köşe yazarları ''ga-ze-te-ci-ler'' bunları içine nasıl sindiriyor? Sivil toplum örgütleri neden duyarsız kalıyor?
Bizlerde tepki yok...
Her alanda yalnız bırakılan Avrupa‘da yaşayan Türkiyelilerin ''3 kilo limon 1 Euro'' çığlıkları ile televizyon izleme keyiflerine limon sıkılıyor.
Bu kanallar patlıcan, kabak reklamı yapıyor. Üretici şirketler reklam vermeme tutumu ile tepki verebilirler. O kanallar varsın sizi haber yapmasınlar. Varsın bir kaç hafta televizyon ekranlarında olmayınız. Bu konuda mağdur olan ailenizin yanında olunuz. Kendinize saygınız olsun.
Reklam geliri olmasa, birçok gazete, dergi ve özel televizyon kuruluşu ayakta duramayacak. Reklam alınmalı. Reklamların insanlara gereksinimleri olmayan malları da satın aldırdığını ve durmaksızın tüketmeye özenen bir toplum yarattığı bir gerçek.
Her iş alanında insani değerleri merkeze yerleştirilmeli. İnsanları yönlendiren, sömüren, yanıltan meta olarak gören anlayış ters yüz edilmeli. İnsanın kendine olan saygsından bu tutumu almalı.
Elbette reklam yapılmalıdır. Ama Avrupa yayınları olan Türkçe televizyon kanallarının yaptığı gibi, hastayı iyileştirmek için gazel okunur, bilgisi ile değil. Hasta doktora götürülür bilinci ile.
Programdan çok ''reklam'' seyrediyoruz. Bozuk Türkçe, argo kelimeler, berduş naraları ile süslenen söylemler.
El insaf!..
Unutmayınız! Bunları çocuklarımız ile birlikte seyrediyoruz. Bu işkenceye dur diyen ne bir kurum ne de bir kuruluş var. Yine kimsesiz, yine yalnızız.
Allah yardımcımız olsun. Kaderimizle başbaşayız. Vatandaşlık, Merkez bankası, Holdig yağmalarında olduğu gibi ''hakkımızda ne hayırlı ise'' diyerek ''sineye çekmeye, devam edeceğiz''.
Hadi hayırlısı...

ERTUÐRUL ÖZKÖK'ÜN ALMANYA'SI



Bu makale 19 KASIM 2011, Cumartesi 17:11:08 eklenmiştir.
YAŞAMA DAİR - Ali GÜLTEKİN
ERTUÐRUL ÖZKÖK'ÜN ALMANYA'SI
Avrupa'nın en büyük gazetesi Bild'in genel yayın yönetmeni Kai Diekmann aynen şunu söyledi:''50 yıl önce Türklerin geldiği Almanya'yı dolaş ve bize yaz...'' dedi. Ben de ona şunu söyledim: ''Türklerin yaşadığı derin Almanya'ya seyahatimi bir Türk hamamından başlatacağım. Harika! dedi. Yanımda Almanya'nın en ünlü fotoğrafçılarından biri olan Daniel Biscup ve Bild'in genç ve parlak editörlerinden Matthias Kluckert ile birlikte Türklerin yaşadığı Almanya'nın kalbine seyahatimizi başlattım.
Hamama giren terler. Bakalım Özkök Almanya'yı nasıl gezdi?
Ertuğrul Özkök: Türklerin yaşadığı derin Almanya'nın kalbine indi. Türk Hava Yollar uçağı ile değil. Paraşütle hiç değil. Gökten zembille Hamburg'da kadınlar hamamının göbek taşına hurilerin içine, yatay iniş yaptı. Şok... şok... Türkiye'nin en meşhur gazetecisi Almanya'da Merkel'e rakip döner kesti. Kilise gezdi.

Türkiye'nin „meşhur gazeteciler ''inin günlüğü.
Kuşluk vakti; X televizyon kanalı haberine politika yorumcusu olarak katıldı. İkindide de futbol yorumcusu olarak katıldığı XX televizyon programına arada katıldı. Canlı yayında masanın altında cep telefonu, ipon4'den bekleme salonunda kendisini izleyen asistanına mesaj attı. XL Gazetesindeki köşesine yazacağı yarınki ekonomi yazısını sordu. Yayın bitti, tam çıkıyordu ki, ipon4'e düşen mesaj: Sevgili Dost, markamızın defilesi sonrası basın toplantısında, televizyon ve gazetelere mutlaka magazin yorumunu senin yapmanı istiyorum. Dost işi bu geri çevrilir mi? Kanal XXX'in akşam haberlerinde deprem yorumundan sonra magazin yorumlarını yapabileceğinin mesajını yazdı. Deprem programını bitirip XXXX kanalına spor programına girmeden bu gece eve gelmeye vakti olmadığını haber vererek sabah Kanal XXXXX'de sağlık programına katılacağından mutlaka beyaz gömleğinin, kırmızı kravatının ve kol düğmelerinin hizmetli ile gönderilmesini söyledi. Gün ışırken biraz sonra sağlık programı yapacağı XXXXXX kanalının boğaza nazır terasında kahvaltıya oturdu. Şoförüne „benim sağlık programım sırasında arabayı çalışır tut XXLLXX kanalında evlilik programına geçeceğiz„ dedi. İpon4'de gelen mesajı çok dikkatli okudu. Doğrusu biraz ürperdi. Mesaj: Üstadım, yarınki iş için görüştün mü? Lokması ağzında, asistanına seslenerek çantanın içindeki yeşil kaplı dosyayı çıkarıp... şoförle Baka... götürmesini istedi. „Devlet işleri beklemez„ diye de mırıldandı. Tekrar dönerek dosyanın renginden emin olmak için; sarı saçları iri göğüslerine dökülmüş, topuklu ayakkabısının üzerinde cesurca duran asistanına yanaşarak dosyaya bakmakla kalmayıp, dosyaya eli ile de dokunarak emin oldu. Dosyanın rengi yeşildi. Âlim, Allah! Kırmızı da olabilirdi. Kırmızılar CHP, yeşiller AK Parti dosyaları olarak ayrılmış. Uluslararası; NATO, Birleşmiş Milletler dosyasının rengi mavi. Kuzey Irak dosyasının rengini mi merak ediyorsunuz? CHP'nin kırmızı, AK Parti'nin yeşil dosyalarının arasına sarı dosyayı yerleştirince ortaya (3G) üç boyutlu renk çıkıyor. Hadi! Git işine. Direk sarı, kırmızı, yeşil demeye mangal gibi yürek ister.
Biz gelelim asıl konumuza.
Almanya' da yaşayan yüzlerce Türkiyeli gazeteci varken Bild gazetesi durup dururken neden Türkiye' den ''meşhur gazeteci„ çağırsın. 50 yıldır kendilerini ifade edemediler de ondan olabilir mi? Başka ne olabilir? 50 yıldır Vatan topraklarından uzak olanlar: „gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler... „Hakiki Türk'' olmalı. Bu da yetmez „meşhur gazeteci'' olsun istemişler. Avrupa kültürünü iyi bilsin. Gittiği restoranda Allah korusun suşi yerine lahmacun isterse nice olur halimiz. Avrupa Birliğine girmeye hazır olduğumuz şu günlerde bunu nasıl izah edebiliriz?.. Bil gazetesi Türkiye'den Almanya'ya göçün 50 yılını yazması için ''meşhur gazeteci'' çağırmakta haklı değil mi?
Neden ''meşhur gazeteci'' neden? Türkiye'den
Kim bu kadar enerji dolu?
Kim, her gün ayrı bir konuda gazetesine yazıp, televizyonda yorum yapabilir?
Kim (çok eşli Suudi kralları hariç) bu kadar randevusunu düzenli tutabilir?
Kimin bu kadar medya patronu arkadaşı olabilir?
Kim, Avrupa'nın göbeğinde, kadınlarla göbek taşında yatabilir?
Kim, iPod'dan Mozart'ın Laudate -Dominum'unu dinleyerek Köln Katedralini gezebilir?
Kim, ''Bir gün öldüğümde cenaze törenimin güzel bir kilisede yapılmasını ve Mahler'in 5'nci senfonisinin çalınmasını arzu ederdim'' diyebilir?
Kim, Marxloch'ta halis Türk malı sattığını sanan, Türk işyerinin dışarıdan vitrinine bakınca nişanlıkların Dior'un kopyası olduğunu anlayabilir?
Neden Ertuğrul Özkök:
Bir defa adı Ertuğrul, gazilerimizden geliyor. Soy ismi: Özkök. Öz'ü Türk. Kök'ü derinlerde. En iyi, en pahalı şarabı patronu ile onun içtiği bilinir. Yanında Küba purosu mu, Oldenkott marka pipo mu içer orasını bilmem. Ama ünlü markalardan olduğu tartışılmaz. Piyasaya çıkan ilk kol düğmelerinin Obama takmadan ona geldiği söylenir. Amerika'yı avucunun içi gibi biliyormuş. Giysilerinin markası Türkçe değilmiş. Yediği yemeklerin adları da yabancıymış. Takıldığı mekânlar ve meslektaş kankanları... önemli yerlerdeymiş. Miş de miş....
Almanya gezildi de, 50 yıllık Almancılar görüldü mü?
Ertuğrul Özkök‘ün Almanya'sı: Hamburg kadınlar hamamına Almanya'da Türklerin kalbine indim. Türk Havayolları ile değil. Hurilerle Türk hamamına yatay iniş.
Özkök: Aman Allah'ım! Göbek taşında kadınlarla birlikte yatıyorum.
50 yıllık Almancılar: Biz de 50 yıldır çalıştığımız Almanya'da, arabaların, makinaların altına tamir, bakım, temizlik için yatıyoruz. Bizi oralarda arama sabah azığımızla geldik işe. Akşam ek işe yetireceğiz. Buyur yoksul evimizde bir acı kahvemizi iç.
Ertuğrul Özkök‘ün Almanya'sı: Bir gün önce, Hamburg'daki hamam sefasının verdiği rahatlıkla Dom otelde güzel bir uyku çektim.
Özkök: Köln'de harika bir sabaha. Sabah Dom Oteli'nin penceresini açtığımda karşımda Hıristiyan aleminin en etkileyici kiliselerinden birini görüyorum.
50 yıllık Almancılar: Biz her sabah iş için kurduğumuz saatle uyanıyor. Yemek çantamızı hazırlamış Fadimemizi, Ayşemizi görüyoruz.
Ertuğrul Özkök‘ün Almanya'sı: Köln Katedrali bütün güzelliği ve azametiyle karşımda duruyor. 
Özkök: iPod'umda Mozart'ın ''Laudate Dominum''unu dinliyordum.
50 yıllık Almancılar: Biz de 50 yılımıza rağmen bizi misafir gören, uyumlu değilsiniz diyerek azarlayan Almanları, Türkiye'den bizi Almancı gören yöneticilerimizi dinliyoruz
Ertuğrul Özkök‘ün Almanya'sı: DİTİB'de Binanın giriş katında dini kitapların satıldığı bir kitapçı var. En çok satılan kitap Kuran değil, yazar Elif Şafak'ın ''Aşk'' isimli kitabıymış. Kitabevinin yöneticisi genç Türklerin, aşk ve siyasetle ilgili kitapları, Hazreti Muhammed'in hayatını anlatan kitaplara tercih ettiğini söylüyor.
Özkök: Köln'de Avrupa'nın en modern ve en büyük camiini inşa ediyor. Caminin tasarımını Kölnlü mimar Paul Böhm yapmış. Osmanlı imparatorluğu döneminde de en güzel camileri yapan mimarlar Hıristiyanlıktan devşirilen insanlardı.
50 yıllık Almancılar: DİTİB, cami mimarının işine son verdi.Biz devşirme mimar bilmeyiz. Cami denince, Mimar Sinan'ı biliriz. BİTİB, Mimarla mahkemelik oldu. Ah! Keşke, çam sakızı çoban armağanı, mahzenindeki şarap koleksiyonundan bir şarap getirerek gelmişken gönlünü alsaydınız.
Ertuğrul Özkök‘ün Almanya'sı: Vitrinlerdeki gelinliklerin hemen hepsi dekolte (açık giysi). Hem de bayağı dekolte. Çoğu strapless (askısız). Oysa Türk kadınları arasında tesettürlü çok sayıda muhafazakâr gelin adayı var. Tesettürlü muhafazakâr gelin adayları üzerlerine cepken alıyorlarmış.
Özkök: Marxloch'ta entegrasyon (uyum) sorunu yok. Asimilasyon da yok. Anlayacağınız tam Başbakan Erdoğan'ın seveceği bir mahalle burası.
50 yıllık Almancılar: Marxloch'da senin 150, 200 Euro ucuz dediğin takımları 800 Euro emekli parası ile geçinemeyen Cafer emmi giyebiliyor mu? Almanya'da 50 yılı Cafer emmiden dinleseydin.
Ertuğrul Özkök‘ün Almanya'sı: Berlin'de kapısından adımını attığım devlet lisesinin adı ''Albert Einstein Gymnasium''. Acaba Türkiye'de, bir devlet lisesine, Türkiye'den kaçan Ermeni asıllı Fransız şarkıcı Charles Aznavour'un adı verilseydi ne hissederdim.
Özkök: Okul kantininde Gökhan Kırdar şarkısı dinledik.
50 yıllık Almancılar: Berlin-Kreuzberg, Hauptschle‘ ye uğrasaydınız; baltalar elimizde /uzun ipler belimizde /biz gideriz ormana... şarkısını birlikte söyleseydik.
Ertuğrul Özkök‘ün Almanya'sı: Mercedes'te ustabaşı olmak, Harvard'dan mezun olmak gibi bir şey. Ustabaşılarından birinin adı Yiğit, soyadı Mıgırdıç.
Özkök: Taksimli bir Ermeni Mıgırdıç Türkçe bilmiyor. Evde Türk yemeği yeniyor. En sevdiği şarkıcı Barış Manço.
50 yıllık Almancılar: Mercedes'te ustabaşı olmak, Harvard'dan mezun olmaksa wv'de Ford'da dökümde çalışanlar açık öğretim'den terk mi sayılır? Mercedes'te ustabaşı olan Mıgırdıç ile ilgilendiğin kadar hemen yanı başında Hrant Dink ile ilgilenseydin. Hrant da en çok hemşehrin Sezen Aksu‘yu dinlerdi.

Bu yazı dizisini Yılmaz Özdil okuyunca benim de sevdiğim tarzı ile tahmini değerlendirmesi:
-Van ‘da Kürt, Türk kardeşlerim enkaz altında yatıyor.
-Gazetemin eski genel yayın yönetmeni: Almanya Hamburg‘da kadınlar hamamında hatunlarla göbek taşında yatıyor.
-Van depreminde Akdamar kilisesi beşik gibi sallanmış.
-Gazetemin eski yayın yönetmeni: iPod'da Mozart'ın ''Laudate -Dominum''unu dinleyerek, Köln Katedralini geziyor.
-Bild'in genel yayın yönetmeni Kai Diekmann'' 50 yıllık Türkleri yaz'' demiş
-Gazetemin eski yayın yönetmeni: Mercedes fabrikasında Taksim‘ den çocukken Almanya‘ ya giden ''Ermeni kardeşim ''in yediği yemeği, dinlediği müziği yazıyor...
Ertuğrul Özkök'ün 50. Yıl yazısında 50 Türk yok.
Özkök: Hamburg'da Türk hamamının göbek taşında kadınlarla birlikte yattı , Köln Dom Oteli'nin penceresini açtığımda karşımda Hıristiyan âleminin en etkileyici kiliselerinden birini seyretti. iPod'dan Mozart'ın ''Laudate Dominum''dinledi. Merkel'e rakip döner kesti. Marxloch'da İzmirli gelinlikçi hemşehrisine uğradı. Köln camii inşaatında Alman öğretmenle konuştu. Mercedes fabrikasında Türkiye‘den göç eden Ermeni asıllı işçi ile konuştu. Berlin'de Einstein'ın devlet lisesinin ismine şaşırdı.
Ertuğrul Özkök Sarrazin'ine Türk aradı.
Özkök'ün Almanya'sında: 20 yaşında Almanya‘ ya gelen, şimdi yaşlılar evinde çileli ölümünü bekleyen Türkler yok. Özkök'ün Almanya'sında: Almanya'da Türklerle oluşan gettolar, maaşları ile geçinemeyen emekliler, iş bulamayıp cami kahvelerini dolduran işsizler yok. Özkök'ün Almanya'sında eğitimini tamamlayamayan, meslek yeri bulamayan, oyun salonlarını dolduran geçler yok. Özkök‘ ün Almanya'sında ırkçı saldırılara uğramış, ayrımcı yasalar ile baskı altına alınmış, uyum adı altında dışlanan parçalanan aileler yok. Özkök'ün Almanya'sında anne-babaların tatillerde Türkiye‘ ye 15 yaş üstü çocuklarını neden götüremediği, birçok nedenlerden dolayı ceza evlerini dolduran gençlerimiz yok. Özkök‘ ün Almanya'sında: Türkiye'den evlilik yolu ile eş birleşiminde Almanca teste tutulanlar, 50 yıla rağmen çifte vatandaşlık hakkı alamayanlar, ırkçı -gerici yabancılar yasası ile oturumu tehdit altında inletilenler Türkiyeliler... yok... yok... yok...
Bunlar, ne Kai Diekmann'ı ilgilendiriyor ne de Özkök'ü
Onlar, bizden uzak, Sarrazin'in dişine göre Türk arıyorlar.

Hadi hayırlısı