Ali Gültekin

31 Ocak 2015 Cumartesi

SY (SOL YOL) RIZA VE DOĞU AVRUPA GÜNEŞİ


On iki Olimposlular ya da sadece Olimposlular (Olimpiyan), Yunan Mitolojisinde Dünya'nın yöneticileri olan tanrılar grubudur. On iki sayısı ise karşımıza birçok mitte çıkan bir rakamdır; Yahudilikte 12 İsrail kabilesi  Hıristiyanlıkta İsa'nın 12 Havarisi, Alevilikte 12 İmam, Zodyak'taki 12 burç gibi. Sayıya yüklenen bu bakış açısından dolayı Yunan tanrıları da 12 tanedir ve 13 sayısının uğursuzluğuna inanılır. Syrıza elbette tanrısal bir güç olarak değil ama Yunan Mitolojisinden sonra Yunan halkını bütünleştiren Doğu Avrupa’dan Batı Avrupa’ya doğan SOL “güneş” oldu. Uğursuz 13 mü? Uğurlu 13 mü? Bunun yorumu açık…

Avrupa’ya güneş doğudan sol doğdu. Avrupa'nın batı ülkelerinde yıllardır sermaye çevrelerini koruyup kollayan iktidarlar çıkardıkları yeni yasalar ile sermaye çevrelerini güvence altına aldı. İktidar çevrelerince çıkartılan aynı yasalar ile işçilerin, emekçilerin, emeklilerin sosyal siyasal hakları tırpanlayarak kazanılmış haklarını gasp etti. Çalışanların iş bulma, güvenceleri kalmadığı gibi her geçen gün daha çok yoksulluk ve açlık sınırına dayandırdılar.

Halkın açlık, yoksulluk ve insanca yaşam hakkı mücadelesine önderlik eden sendikalar taşeron şirketler sistemi ile çökertildi. Yasal alanlarda bu baskılar uygulanırken gelişen tepkiler üzerine batılı ülkelerin sermaye temsilcileri devreye bir başka yöntem soktular.
Almaya, Fransa, Hollanda, Avusturya, İsviçre gibi ülkelerde seçim dönemlerinde sermaye partileri, yoksullaşmanın, ekonomik sıkıntının sorumlusu olarak “yabancıları”, “göçmenleri” göstererek milliyetçi, ırkçı taraftarlar toplayarak seçimler kazandılar. Seçim kampanyaları ve sonrası devam ettirilen bu ırkçı, gerici propaganda yerli yabancı ayrımını derinleştirdi. Batı Avrupa ülkelerinde son yıllarda göçmen karşıtı milliyetçi, ırkçı partiler oylarını yükselterek, iktidar, iktidar ortağı olarak ulusal ve eyaletlerde hükümetlerin kuruluşlarında yer aldılar.

Zayıf halka olan yapancılar yerli halklardan kopartılarak hedef tahtasına konuldu.” Göçmenler” çalışmayan, devletin sırtından geçinen “asalaklar” olarak tanıtılarak yoksulaşmanın sebebi gösterildi. Yabancı nüfusun sürekli çoğalmasını gerekçe göstererek işsizliğin nedeni ilan edildiler. Tüm bu kışkırtmalara karşı yerli yabancı halkın ortak mücadelesi kırılamadı.

Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmen kökenli yabancıların çoğunluğunu sosyal-siyasal gelişmeler sonucu ülkelerinden gelen Müslümanlar oluşturuyor. Yerli yabancı ayrımcılığını derinleştiremeyen güçler; inanç üzerinden saldırı başlattı.
Afganistan işgali ile başlayan, 11 Eylül ikiz binaları ve diğer saldırılar basın yayın yolu ile her defasında gündeme taşındı. Arap baharı ile Ortadoğu’ya taşınan din, mezhep, etnik kimlik çatışmaları görüntüleri İslamofobi korkusunu tüm Avrupa ülkelerine yaydı.  Ortadoğu ülkelerinde din adına devam eden insanlık dışı görüntülerin bir gün Avrupa ülkelerine geleceği korkusu yaygınlaştırıldı. Avrupa’da İslam ve göçme karşıtı örgütler, partiler oluşturularak yerli-yabancı ayrımı yanı sıra İslam düşmanlığını gelişti. Son olarak Fransa’da yaşanan hadisenin ardından Batı Avrupa’da iyice buz kütlesine dönüşen İslam düşmanlığını Yunanistan’dan doğan sol güneş eritecek.

Yunan halkı ne AB’nin başını çeken Almanya, Fransa, Belçika gibi ülkelerin dayatmalarına boyun eğmediler. Kendi ülkelerindeki iş birlikçi partilerin kemer sıkma politikalarını kabul etmediler. Özelleştirme ve ayrışmaya karşı birleşerek sol rüzgarı Avrupa’da estirdiler. Tüm yunan halkı önce kendi ülke çıkarları doğrultusunda birleşerek, kendi ülkelerindeki üretim dinamizmi ile insanca yaşama mücadelesi verdiler. Her türlü ayrımcı, bölücü saldırıları birleşerek göğüslediler. Doğu Avrupa Yunanistan’dan doğan sol güneş Batı Avrupa’nın üzerine doğru ilerliyor. Ülkeler sol rüzgar ile ısınıyor.

Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda gibi ülkelerde yaşayan halklar yoksullaşmalarının sebebi olarak gösterilmesine inat meydanlarda göçmen ve İslam karşıtı ırkçılara karşı yerli yabancı halklar birleşerek ortak yaşam mücadelesi veriyorlar.
Doğu Avrupa ülkesinden doğan güneş batı Avrupa’yı farklı renkleri, dilleri, dinleri, etnik kimlikleri üzerindeki buz kütlesini eriterek eşit sosyal, siyasal insan hakları temelinde birleştirecek.

Dünya halkları, ne geçmişte din adına yapılan ortaçağ karanlığının haçlı seferlerini, ne dünkü Hitler, Mussolini’ nin ırkçı saldırılarını, ne de bugün Ortadoğu’da İslam adına barbarca işlenen cinayet şebekelerinin etkisi altında kalmayacaklar. Yerli yabancı halklar farklılıklarına hoşgörü ile yaklaşarak eşit sosyal siyasal haklar mücadelesi içinde insanca yaşamak için bütünleşecekler.
Avrupa ülkelerinde halkların yoksullaşmasının sebebi yerli ve yabancı halklar değil, sermayenin insanlığı hiçe sayarak kendi çıkmazları ve daha çok kazanmak hırslarındandır.

Hadi hayırlısı…

Ali Gültekin

Barışa el uzat


Köyünde, kasabasında şehrinde, bölgesinden, ülkesinde ayrılmadan, farklı ulus ve inançtan insanlar ile yaşamayanlar, bu konuda bilgi edinmeyenler için eşit sosyal siyasal haklar, barış  ve birlikte yaşam söylemi bir şey ifade etmeye bilir.
Barışın ne barışı olduğuna anlam veremezler. Sorunun ne sorunu olduğunu idrak edemezler. Kuşku duyarak önyargılı davranırlar. Korkulara kapılırlar. Kendi yaşamlarından bir şeylerin değişeceğini sanarak telaşa içinde olurlar. Ülke bölünmesi, zayıflaması endişesi taşırlar.
Oysa, barış içinde farklı ulus ve inançtan topluluklar ile birlikte yaşama; insanlar için zenginlik, huzur, sevginin yeşermesi ve güvenli güçlü bir ülke demektir.
Manisa’da Yaşam
Türkiye’nin şanslı üç beş şehirlerinden birisi olan Manisa, “yerlileri” Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya’dan gelen „göçmenler” ile tanıştı. Bu topluluklar Manisa çevresine bir halka açarak kenar mahalleler oluşturdu. “Yerliler” bir basamak yukarı çıkarak ilk halkada dairenin merkezi oldular. Göçmenler, içinde bulundukları koşullarından dolayı yeni yerleşim alanlarında tutuna bilmek için düşük ücretlerle en zor işleri yaptılar. “Yerlilerin” yaşam alanları, kültürleri, işleri, ekonomik koşulları göçmenlere göre çok farklıydı. Kimine göre uyum, kimine göre katılım süreci yaşanması uzun dönemler aldı. “Yerlilerin” içinden göçmenleri kabullenmeyenler çıktı. Göçmenler zorunlu olarak tüm kazanımlarını geride bırakarak geldikleri ülkelerini rüyalarında acı ve tatlı anıları ile canlandırarak Manisa ile bütünleşmeye çalıştılar. Bu yazıyı okuyanların birçoğu kendi yaşamlarından örnekler ile bana katılacaklarından eminim.
Türkiye’den 1960 yılların başında Avrupa ülkelerine çalışmaya giden göçmen işçilerin ekonomik olarak iyileşme gösterince köylerinde bıraktıkları ailelerini 1970 yılı başlarında kentlere taşıdılar.
Anadolu kırsalından, 1980 sonlarına kadar kentlere iç göç sürdü. Manisa o dönem en çok göçü Malatya’dan aldı. Manisa’da ikinci halkayı oluşturan yurtdışı göçmenlerinin çevresinde üçüncü halkayı Anadolu kırsalından Manisa’ya gelen Türkmenler oluşturdu.  Yurtdışı göçmenleri ikinci basamağa çıkarak merkeze yakınlaştılar.  Yurtdışı göçmenlerinin ilk geldiklerindeki yaşadıkları sıkıntılı süreci Anadolu’dan gelen göçmenler yaşayarak Manisalı oldular.
Türkiye’nin kara tarihi
Bence, Türkiye’nin en karanlık tarihi olan 1990 – 1996 yılları arasında yaşandı. Orta Doğu’nun yeniden dizayn edilme sürecinin start aldığı dönemdi. Emperyalistler Orta Doğu’da miladı dolmuş işbirlikçilerini çağa uygun yenileme süreci başlattılar. Bizim ülkemizi içerisinde açıktan değişim yaratamayacaklarından dolayı köy boşaltmalar, faili meçhuller, gözaltında kayıpları, etnik köken, inançların ayrışmasın çatışmasının provasını yaptılar. Yığınlarca insanımız bu süreçte çok acılar yaşadı. Ekonomik ve siyasal nedenlerden dolayı Kürt aileleri batılı kentlere yerleşmeye başladılar. Manisa bu süreçte oldukça çok göç aldı. Bir halka daha genişleyerek Kürt insanlarına yerleşim alanları açtı. Manisa’nın kenar mahallelerini oluşturan Kürt halkı ile Anadolu Türkmenleri, Manisa yerlileri ve yurt dışı göçmenleri aynı kentte buluştu. Bu buluşma Manisa için kültürel zenginlik ve sosyal doku oldu.
Emperyalistlerin geliştirip sahneye koyduğu Türkiye’yi parçalama oyunları sürekli seyircisiz perde açtı. Kürt yoksulları, çatışma ortamının madunları, yönlerini Orta Doğu petrol zenginliğine dönmediler. En çaresiz oldukları anda yönlerini Türk coğrafyasına Türk insanları ile birlikte yaşamaya döndüler. Kürt kardeşlerimizin bu tutumu biz Türkler açısından çok önemli bir kazanım. Bunu güçlendirmek için birlikte daha çok çaba harcamalıyız.  
Kazanımlar ve Kültürel zenginlik
Manisa dört halka ve dört basamak olarak merkezden kenar mahallelere doğru genişledi. Merkez, Malta, Yenimahalle, Horozköy, Feyzi Çakmak ve diğerleri…
Manisa’nın Tarım ve Sanayi şehri olma özelliğinden dolayı iş bulma ve iş kurmak olanakları sağladı. Göçmenler var gücü ile çalışarak başlarını sokacak konut edenime mücadelesi verdiler. Kenar mahallerde oturup iş bularak çok kazananlar, iş alanları yaratanlar şehrin merkezlerine doğru mülk edinerek ilerlemeye başladılar. Manisa’da kenar mahalle yoksullarının ent merkezlerine yönelim; 2000 yılları başından sonra sanayinin gelişmesi ile pareler olarak hızla yayıldı.
Kentli ve kır yoksullarının uyum- katılım süreci
Bazıları ekonomik olarak zenginleşmenin kendilerini değiştirmediğini iddia ederler. Bal gibi değişirsiniz. Önce evinizin yeri değişiyor. Sonra arabanız, gittiğiniz sosyal mekânlar, yemek yeme alışkanlıklarınız, bu alanlarda edindiğiniz arkadaşlıklar, dostluklar, çocuklarınızın okul standartları, giyim tarzınız, konuşmanız, şiveniz, komşularınız değişir. Bu süreci engelleyemezsiniz. Manisa’da yaşayan dört halkanın içinde yakınlaşma, kaynaşma uyumu hızla 2000 yılları başından sonra gelişti. Kenar mahallelerden kent merkezlerine doğru ilerleyiş ile komşu, müşteri, sınırdaş, iş arkadaşı, iş ortağı, dünür oldular. Çocukları aynı okullara gitti. Aynı yerden giyinmeye başladılar. Aynı eğlence mekânlarında karşılaştılar. Bu kaynaşmanın gizemli gücü var mı? Hayır! Ekonomik değişimin kendi doğal akışının yansımasıdır.
Katılım ve kaynaşma süreci birçoğunun ön yargılarının kırması ve değişik kültür, inanç ve milliyetlerden insanları tanımalarına vesile oldu. Malatyalı ve Muşlu aile ile dünür oldu. Makedonya göçmeni aile ile Bitlisli ortak iş kurdu. Manisa yerlisi bir aile Bulgar göçmeni ile komşu oldu.
Barış, hemen şimdi
Yazımın girişinde farklı ulus ve inançtan insanlar ile iç içe yaşamamış olanlar, bu konuda bilgi edinmeyenler, köyünden, kasabasından, şehrinden hele de ülkesinden ayrılmayanlar barışın ve birlikte yaşamanın ne anlam ifade ettiğini algılayamazlar demiştim.
Anadolu insanının köylerden kasabalara şehirlere, askere giden çocuklarına en çok tembihi ne olur bilirimsiniz?  Alevi olduğunu, Kürt olduğunu kimseye söyleme tembihidir. Aile büyüklerinden bu tembihi alan çocukların ruh halini tahmin edebileniniz var mı?  Çevresindeki her harekete kuşku, şüphe içinde bakan çocukların ruh halleri ne olur?  Ben, birçok Kürt arkadaşlarımdan değişik hikâyeler dinlediğimde kendi ulus insanlarımın davranışları karşısında Türk olarak içim acıdı. Bir Türk olarak daha çok barış çığlığı atma sorumluluğumun olduğunun farkına vardım.

Barış içinde birlikte yaşamayı en iyi Almanya’ da yaşayan Türkler anlar 
Bugün inanç, ulus ve kültür olarak farklı bir ülkede yaşıyoruz. Adınızı heceleyerek söylediğinizde, alaycı bir eda ile size gülen oldu mu? Bazı harfleri yutarak, bazılarını değiştirerek isminizi isminizle alakası olmayan kelimeler ile çağırdılar mı? Tramvayda yanına oturduğunuz başka bir ulusun insanı, sizi sevmediğinin tepkisi olarak yanınızdan kalktı mı? Okul, park ve sokakta adı ile alay edilen çocuğunuz ağlayarak yanınıza geldi mi? Eğlence merkezlerine gittiğinizden farklı bir ulusun insanı olmanızdan dolayı içeri alınmamanın ne demek olduğunu bilirimsiniz? Çocuklarınız Okulda kendi ana dilinde eğitim olmadığı için yabancı kelimeyi doğru söyleyemediğinde sınıfça gülmelere maruz kaldı mı? Aşağılayıcı ve alaycı saldırılara kahredip, gülüşmeleri duymamak için parmakları ile kulaklarını kapatarak, sınıfından kaçarak evinin bodurum katına gelip, kendini ip ile tavana asan çocuğunuzun ölü bedeni ile karşılaştınız mı?  Yeme alışkanlıklarınız, giyim tarzınız farklı diye dışlandınız, alaycı sözlü saldırılara maruz kaldınız mı? Sabah köpeğini gezdiren Alman aynı güzergâhta sabah koşusu yapan Türk kızına “sen bu saatte burada koşma. Köpeğim seni sevmiyor, seni görünce huzursuzlaşıyor” sözlerini siz duysaydınız ne yapardınız? Gittiğiniz resmi dairede sizden bir önceki kişiye güler yüzlü hizmet veren memurun sıra size geldiğinde surat asarak gözelerinize gözünü dikerek aşağılayıcı tavırlar sergilediğinde tepkiniz ne olurdu? Her kırminal olay sonrası en çok şüpheli durumuna düşmenin ne anlam ifade ettiği bilirimsiniz?
Bizler bunları Almanya’da yaşadık, yaşıyoruz. Bunları yaşayanlar olarak barış içinde birlikte yaşamanın kıymetli olduğu için sesimizi yükseltiyoruz. Bizim burada yaşadığımız deneyimlerimizi aktardığımızda Türkiye’de yaşayan Türk ve Kürt halkları kendilerinden mutlaka bir şey bularak olumlu yönde barış sürecine katacaklar.
Avrupa’da yaşıyoruz
İnsan haklarının olduğu bir ülkede yaşıyorken başımıza bunlar geliyor. Ölümler yaşadık. Evlerimizde diri, diri yakıldık. Irkçı saldırılara maruz kaldık. İbadet ettiğimiz camilerin önünde yuhalandık. İş yerlerimizde, resmi kurumlarda ayrımcı uygulamalar yaşadık. Bu saldırılara karşı Alman halkının çoğunluğu bizim yanımızda oldu. Bazen bizden daha kitlesel katılımlar sağlayarak ırkçılara karşı bizi savundular.
Eşit haklar için mücadele ettik.
Bizler ayrımcı yasalar ve uygulamalara karşı sesiz kalmadık. Bizi bizden çok destekleyen Alman halkı ile birlikte eşit sosyal siyasal haklar için mücadele ettik. Tren yolu, otoban, tramvay yolu kapattık. Yasa dışı gösteriler yaptık. Bizim haklarımız için Almanlar bizden daha fazla katılım sağlayarak en ön saflarda yer aldılar. Bu süreç içerisinde birçok haklarımızı alırken var olan haklarımızın gasp edilmesini engelledik.
Hiç kimse size durduğunuz yerden hak vermez. Bizim ortak sorunlarımızın çözümünün yaşadığımız ülkede farklı ulusların halkları ile ortak mücadele ederek aldık. Birlik olmamızı istemeyenler, bu güçten korkanlar bizleri, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, sağcı-solcu olarak bölmek istediler. Bu girişimleri zaman, zaman başarılı oldu. Bu dönemde, çocuklara vize uygulaması, oturma hakları benzer hak gasplarını parlamentolardan geçirerek yasallaştırdılar. Kim kaybetti? Biz!
Mücadele ettik ve kazandık.
Bugün Almanya genelinde üç bin cami var. Alman yasalarına göre askerliği ret edip eline silah almak istemeyen bir genç camilerde çalışarak askerliğini yapma hakkına sahip. Camilerin kendi bünyesinde yaptığı Almanca kursu, meslek eğitimi, gençlik çalışmaları, sosyal- kültürel aktiviteler için gerekli paraları projelendirdiğinizde Alman Makamları size ödüyor. Birçok eyalet okullarında çocuklarımız Türkçe ve Kürtçe ana dilde eğitim, Sünni ve Alevilik üzerine din dersleri alıyorlar. Evlerimizde kendi dilimizde seyredebileceğimiz Türk televizyon kanallarını izleme hakkımız var. Biz bu haklarımız için mücadele ederken az sayıda ırkçı Alman karşımızda olurken yığınlarca Alman halkı bu süreçte haklarımızı almamız için bizim yanımızda yer aldı.
Küçük zekâlar kişileri,  orta zekâlar toplumu tartışır. Büyük zekâlar proje üretir.
 Bu sözü söyleyen bilge insan, bize çok şey anlatıyor. Avrupa’da yaşayan Türkler olarak, bu ülkede yaşadığımız deneyimleri Türk ve Kürt halkları ile paylaşarak barış sürecine katkı sağlamalıyız. Alman ırkçılarının bizleri yakmaları, öldürmeleri karşısında Alman halkının çoğunluğu bize siper olarak sosyal siyasal haklarımız için en önde mücadele ettiler. Alman sol-sosyalistleri, İslam din dersleri ve anadilimizde eğitim almamız için bizimle birlikte kararlılıkla mücadele ettiler. Bizim cemaatimizin insanları Cuma namazından çıkıp evine giderken Alman halkı Cami karşıtı İslamofobi taraftarlarına karşı camilerimizin önünde siper olarak sabahladılar.
Türkiye’de barış konusunda biz Türklere daha çok görev düşüyor. Akan kanın durması, çatışma ortamında ekonomik kayıplarımızın önlenmesi, barışı içinde birlikte yaşamayı hayata geçirilmesi için bizlerin daha çok çaba harcaması gerekiyor.
Bilindik tekrarlar ile zaman kayıp etmeyelim.
Bilindik laflarla tartışma sürdürme cehaletinden kurtulmalıyız. Ulus, millet kavramlarını bilmeyen, bu konuda kitap kapağı açmamış insanlar, Alman ırkçıların Türk tanımı yaptığı gibi, Türk-Kürt tanımı yapıyorlar.89
Biz anadilde eğitim istediğimizde, Alman ırkçıları “Burası Almanya. Anadilinizi öğrenmek istiyorsanız ülkenize dönünüz” dediler. Buna karşı yığınlarca Alman bizim yanımızda yer alarak anadilde eğitimin insanlık hakkı olduğunu savundular.
Şu türden söylemleri duyduğum insanlarda Hitlerin şemailini görüyorum. Kürtlerin neyi eksik? Bir ülkenin bir dili olur? Ülke bölünsün mü? Kürtçe eğitime gerek var mı? Kürtçe diye dil var mı? Kürt diye bir ulus var mı?
Sesli düşünelim. Bir Kürt gencini adını nüfusa Kawa olarak yazdığımızda Türklüğümüzden ne kayıp ederiz? W harfini yazmak konuşmak Türklüğümüzü nasıl bozar? Her birey kendi bilgisi dâhilinde katkı sağlamalı. Bilgisi olmayan dinlemeli, araştırmalı, bilimsel yaklaşılmalı.
Hak birlikte mücadele ile alınır.
Başbakan Erdoğan: Anadilinizi öğrenin ama yaşadığınız ülkenin dilini en iyi şekilde öğrenin. Erdoğan’ın bu çağırısı Anadilde eğitimin gerekliliğinin bilimsel olarak tespit edilmiş olmasındandır. Almanya’nın bazı eyaletlerde çocuklarımız anadilde eğitim görüyorlar. İlk gelenlerimiz Bayram Namazını Kiliselerde kıldılar. İnanç özgürlüğü talebi ile cami istedik. Bugün, Almanya’da 3.000 bin civarında cami var. Alman alfabesinde ö,ü,ş harfleri yok. Şenay ismini Alman Senay, Ümit ismi Umit olarak çağırıyor. Alman ırkçıları: Türker’in neyi eksik? Milletvekili seçildiler, bakan oldular. Artık bunlara Almaya’nın ihtiyacı yok. Ülkelerine dönsünler. Benzeri söylemler ile bizlerin 51 yıllık katkısını hiçe sayıyorlar.
 Bugün sağcı ve Hıristiyan partilerde Türk kökenli Milletvekilleri, Bakanlar var. Bu vekiller Anadilde eğitim, din eğitimini, ırkçı-ayrımcı yasaların kaldırılmasını, eşit hakları için mücadelemizi partileri ve kendileri desteklemiyor, taleplerimize sahip çıkmıyorlar.  Bunlar bizim Milletvekillerimiz, Bakanlarımız olarak temsilcilerimiz olabilirler mi?
Almanya parlamentosunda Türk kökenli Milletvekili olup, Türklerin sosyal –siyasal insan hakkını savunmayanlar Türk halkının temsilcileri olamazlar. Türkiye parlamentosunda Kürt kökenli Milletvekilli olup Kürt halkının sosyal-siyasal insan hakları taleplerini savunmuyorsa bizim anları Kürt halkının temsilcileri olarak dayatmamız ne kadar geçekçi olur?
Almanya’da yabancılar yasasına karşı, eşit sosyal siyasal haklar mücadelesi veren sol- sosyalist partiler Türkiye’de AK Partiye, MHP’ye yakın Türk ve Kürtlerin oyunu alıyorlar. Almanya Türkleri ile Türkiye Kürtleri arasında benzerlik kurmamı özümseyemeyenler, benzetmeyi doğru bulmayanlar olabilir… Benim tavsiyem Türkiye’den çıkıp dil, ulus, inanç olarak farklı bir ülkede yaşamayı deneyip, kitaplardan araştırma yapsınlar o zaman Kürtleri çok iyi anlayacaklar.
Manisa’nın barış sürecindeki yeri önemli
Manisa yerlisi, yurtdışı göçmeni, Anadolu Türkmenleri ve Kürt halkı ile harmanlanmış kültürel zenginliğe sahip. Bu birleşim, güç ve mayalanma mesir tadında bütünleşmiş.
Türklerin doğası gereği ve İslam inancından olması ile farklı milliyet ve inançları tanıma, hoşgörü ve birlikte yaşama duyarlıkları diğer uluslara göre daha fazladır. Dünya ülkelerinde; din, ırk, mezhep çatışmaları yaşanırken Türkiye’de iki ulusun birlikte yaşam söylemleri ve ısrarcı olması çok ama çok önemlidir.
AK Parti, Kürt sorununu çözme konusunda attığı adım çok kıymetlidir. Ocağına ateş düşmeyenlerin durduğu yerden ahkâm kesmelerine, ajitasyonlarına aldırmadan bu yolda kararlılıkla yürünmelidir. Çatışmaların ve ölümlerin durdurulması en temel sorundur. Ayrışma yerine eşit sosyal siyasal haklar ile birlikte yaşam Türkiye’nin kazanımıdır. Birimizin, diğerlerinin ne düşündüğünü sorğulamak yerine biz insan olarak de düşündüğümüzü ortaya koymalıyız.
Ayrışmanın; milliyeti, inancı, mezhebi, sağı, solu olmaz. Sağ-Sol kavramını kutsal bir kavram değil. Fransa parlamentosunun sol tarafında oturanlar insan haklarını gündeme getirdiklerinde, sağ tarafında oturanların karşı çıkışı ile sağ-sol terimleri ortaya çıkmış. Sağcı- solcu, inançlı, ateist, milliyetçi, hümanist her ne olursak olalım. Önce insan olduğumuzu ve insani değerlerimizin sorumluluğunu taşıysak temelde insan hakları ile insan olacağı temelde süreci desteklemeliyiz.
AK Parti hükümetinin konumu gereği başlattığı Kürt sorununu çözme ve 30 yıldır süren çatışma ortamını barışa dönüştürmek bu sürece halkları dâhil ederek sonuçlandırılması, dinamik Türkiye’nin tasarımcısı, barışın güvercini olacak anılacak. Bu coğrafyada; huzur, mutluluk, kalkınma vatan sevgisi güçlenecek. Başta AK Parti’ye düşen; Emperyalistlerin tüm entrikalarına, bölge ülkelerinin şaşkınlık içinde barışı boşa çıkarma oyunlarına, ülke içinde kandan beslenenlerin çırpınışlarına aldırmadan süreci kararlılıkla barışa taşımaktır.
Kürt sorununu bugün çözme, yarın zenginlik değildir
Kürt sorununu çözme ve barış süreci Manisa’da ayakkabı boyacılığı yapan Muşlu Kawa’nın, Güre’de keçi otlatan Manisalı Cemal’in ekonomik kaderini bugünden yarına değiştirmeyecek. Bu değişim ekonomi, kültür, tarih alanında zenginlik yaratırken halklar arasında, özgürce birlikte yaşam, kardeşçe paylaşım inşası ile güçlü Türkiye yaratacak.
 Erdoğan: Anadilde eğitiminizi mutlaka alınız. Yaşadığınız ülkenin dilini iyi öğreniniz.
Anadillerini bilmeyenler; Sosyal-kültürel, siyasal ve eğitim alanlarda başarılı olamıyorlar. Birlikte yaşadığı ülkeye uyum sağlamakta zorlanıyorlar. Bu tanımlama yeni bir buluş değil. Bilimsel bir tanımdır. Bitlisli Berivan’ın isminin Beriwan olarak yazıldığında isini ortaya çıkaran içindeki W harfinin Manisalı Gülsüme ne zararı olur? Kürtçeyi iyi konuşan birinin Türkçe öğrenme çabası bize ne kaybettirir?
Şu örneği çok aydınlatıcı bulduğum için vermek istiyorum. Almanya’da birçok semtte Kilise okulları var. Okullarda Türk ve diğer Müslüman ülke çocukları eğitim görüyor. Müslüman çocuklar ve Hıristiyan çocuklar birlikte masaya yemek için oturuyorlar. Tabak, masa çatal, bıçak, kaşık, yemekleri farklı değil. Tek ayrıntı, Müslüman çocukların yemekleri sığır, koyun eti diğerlerinin yemeklerinin domuz eti ile yapılması.  Görevliler: Müslüman olanlar elini kaldırsın. Müslüman olanlar şu masaya otursunlar. Diyerek çocukları rencide etmiyorlar.
 Irkçılık her yerde aynı ipten dokunur.
Irkçılık en zalimliği ve en acımasızlığı Almanya’da yaşandı. Anaokulundan başlatılarak okullarda, müzeye dönüşmüş o dönemin izlerini taşıyan toplama kamplarına çocuklar götürülerek ırkçılık anlatılır. O dönemi yaşayanlar yaşadıklarını anlatmaları için okullara davet edilir.
 Bir kez daha altını çiziyorum. İnanç, dil, ulus olarak farklı bir ülkede yaşayanlar, Türkiye’de başlatılan bu barış sürecinin önemini ve hayata geçirilme özlemini çok iyi bilirler. Çocukluğumuzda kırmız karıncaları “GAVUR” diye öldürür siyah karıncaları Türk diye korurduk. Yıllar sonra Yunanistan’da Yunan halkını tanıdığımda, çocuk dünyam içerisine aldığım o kinli duygumdan utandım.
İnsan sevgisi edinerek pratik yaşam içerisinde bu sevgiye bağlı yaşam sürenler, dil, renk, ulus ayrımı yapamazlar. Müslüman inancını taşıyan bir mümin farklı bir inancın, ulusun diline, yaşam şekline İslam’ın hangi emri ile karışma, engel olma, yok sayma hakkını kendinde bulur?
Barış sürecini Türkler daha çok desteklemeli
Bizler çoğunluk bir ulusuz. Akan kanların durması, ekonomik kalkınma, sosyal ve kültürel zenginlik, eşit sosyal siyasal haklar ile birlikte yaşama daha çok katkı sunmalıyız. Orta Doğu batağına çekilmeden, kurtuluş savaşı süreci benzeri güçlü birlik ruhu ile Emperyalistlerin karşısına dikilmeliyiz. Orta Doğu’da akan Müslüman kanını durdurmak, Dünya ülkelerinde yaygınlaşan İslamofobi saldırı ve karalamalarını boşa çıkaracak Türkiye halklarına mazlum halkların ihtiyacı var. Orta Doğu’da akan kana, Dünya yoksullarına yapılan sömürü ve saldırılara karşı kayıtsız kalamayız. Bunlara yardım edebilmek için biz kendi hasta yanımızı tedavi etmeliyiz.
Almanya ırkçılığının tavan yaptığı günün akşamı, iktidar çökünce sabah ülke kalkınması çağırısı yaparak, kapılarını yabancı ülke işçilerine açtılar. Ülke geçmişinden ders çıkararak dünya halklarına barış ve Almanya’nın yeniden inşası çağırısı yaptılar.
Türkiye içerisinde yaşayan halklar; Mevlana, Hacıbektaş, Yunus sevgisi ve hoşgörüsü ile mayalandılar. Dokusunu buradan alan halklar nefret, kin ve ayrışmaya gönül vermezler, vermemeliler.
Barışa el uzat
Ülke sevgisini milliyetçi duygu ile ifade edenlerin, İnancını insan sevgisi ile bütünleştirenlerin, Vatan topraklarını emperyalistlerin sömürüsüne karşı savunanların, özgürce birlikte yaşam mücadelesi verenlerin bu barış sürecine daha çok katkı sunmaları gerekiyor.
Herkes için barış 
Ellerimizi taşın altına koymaya çağırıyorlar. Barış, elimizi ezecek taş ağırlığında değil. El ele tuttuğumuzda dünyayı kucaklayacak büyüklükte.
Manisa barışa el uzat.
Horozköy ’den zılgıtlarla gelen Kürtleri, davul zurna ile karşılayan Yeni mahallenin Türkmenleri, Malta’da Andolka oyunu tutmuş göçmenlerini  yanlarına alarak Manisa Cumhuriyet meydanında Arpazlı Zeybeği oynayan Manisalı Efelere karıştılar. Ayrı dillerden aynı vatan için sevgi türküleri söyleyerek birlikte halaya durdular.
AK Parti’nin başlattığı barış süreci içerisinde en çok katkı sunanlardan biri olan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Manisalı. Mecliste en çalışkan, en hareketli Milletvekili olmasından dolayı TBMM Başkanvekili Meral Akşener, ''haşarı çocuk'' dediği CHP Milletvekili Özgür Özel Manisalı. Horozköy Mahallesini Bozköy mahallesinden ayırmayıp aynı hizmeti veren MHP’li Belediye Başkanı Cengiz Ergün Manisalı.  Bu değerleri mesir tadında Manisa’da harmanlamak için barışa el uzattığımızda Türkiye kazanacak.
İnsan olmanın, Müslüman olmanın, Türk olmanın, Kürt olmanın temel öğesi eşit sosyal siyasal haklara sahip demokrasinin kurum ve kuralları ile Türkiye’de birlikte,  kardeşçe yaşamaktır. Biz bunu başarmalıyız.
Barış için:
''Niçin hep birlikte barış ve uyum içinde yaşamayalım? Hepimiz aynı yıldızlara bakıyoruz, aynı gezegenin üzerindeki yol arkadaşlarıyız ve aynı gökyüzünün altında yaşıyoruz.'' (aunius aurelius simachus)