Ali Gültekin

13 Kasım 2012 Salı

''ÜÇLÜ ÇETE''


Avrupa'nın üç devletti üç temel sorun üzerinde kara, kara düşünüyor. ''İşsizlik, enflasyon, ekonomik istikrar'' endişe verici sorunların başında geliyor. Localarda puro üfleyip viski yudumlayan ''efendiler'' borçlandırıp yoksullaştırdıklarıülkeleri arenaya çıkarıyorlar. Emek ile sermayeyi vuruşturarak üzerlerinde Roma Kral'ı edası ile bahis oynuyorlar.
Avrupaşaşkın
GFK Verein araştırma Şirketi'nin ''Avrupa'nın sorunları 2012'' konulu araştırmasına göre, Avrupa ülkelerinde sırasıyla ''işsizlik, enflasyon, ekonomik istikrar'' endişe verici ve acil çözüm gerektiren sorunların başında geliyor.
GFK Verein'in Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere, İtalya, Hollanda, Polonya, Avusturya, Rusya, İsveç, İtalya ve Yunanistan'da yaptığıaraştırma sonuçlarına göre, Avrupa'nın acil çözüm gerektiren sorunlarının başında yüzde 38 ile işsizlik geliyor, bunu yüzde 22 ile enflasyon, yüzde 16 ile ekonomik istikrar izliyor.

Yoksulluk yayılıyor
Emekli maaşları ve sağlık hizmetleri yüzde 10, barınma sorunu yüzde 9, politika-hükümet sorunu yüzde 8 ile çözülmesi gereken sorunlar arasında yer alırken, bunu yüzde 7 ile eğitim politikasıve suç sorunu, yüzde 5 ile de gençlerin işsizlik oranı sorunu takip ediyor.
Katılımcılara göre, işsizlik sorunu en çok yüzde 79 oranıyla İspanya ve yüzde 63 oranıyla da Fransa'da endişe kaynağı oluştururken, bu sorunun acil çözüm gerektirdiğini ifade edenlerin oranı Polonya'da yüzde 49'u, Almanya'da yüzde 34'ü, İngiltere ve İsveç'te yüzde 29'u, Avusturya'da yüzde 22'yi, Belçika'da yüzde 21'i buluyor. Hollanda'da bu oran yüzde 11, Rusya yüzde 16'da kalıyor.
Enflasyon korkutuyor
Fransa'da katılımcıların yüzde 34'ü enflasyonun endişe verici olduğunu düşünürken, enflasyon sorunun çözülmesini gerektiğini belirtenlerin oranı Rusya'da yüzde 30, Polonya ve Almanya'da yüzde 26, Belçika'da yüzde 22 seviyesinde. İspanya'da ise bu oran yüzde 2, İsveç'te de sadece yüzde 1 düzeyinde.
Ekonomik istikrar hakkında endişeler de daha çok yüzde 30 ile İtalya ve yüzde 29'la da İspanya'da yoğunlaşıyor. Bunu yüzde 24 ile Almanya, yüzde 22 ile İngiltere, yüzde 17 ile Hollanda, yüzde 15 ile de Avusturya takip ediyor.
Emekliler gelecekten korkuyor
Emekli maaşları yüzde 19 ile sağlık hizmetleri de yüzde 24 ile en çok Polonya'da endişe kaynağı görülürken, barınma konusunu Rusya ve Fransa'da katılımcıların 19'u çözülmesi gereken sorun olarak belirtiyor. Bu sorunların çözümü konusunda neler yapılıyor? Bence, kafalar karışık. Ülkeler arası ortak düşünce oluşumu sağlanamadı.
Sermaye kazanıyor
İngiltere, Almanya ve Fransa kriz adı altında borçlandırdıkları ülkelerde çalışanların ücretlerini kemer sıkma aldatmacası ile düşürerek, bir koyup üç alıyorlar. Bu ülkeler 'den;İngiltere, Almanya ve Fransa'ya beyin göçü akmakta. Yoksul ülkelerden kaçan ‘gazileri' bu ülkeler ‘esir sıfatı' ile çalıştırıyorlar.
Asılırkçı sermayenin kendisi
Tüm bu sorunların karanlığında Avrupa'da ırkçı söylemleri ile radikal sağ partiler güçleniyor. Bu durumlarda hükümetler,İslamofobi ve benzeri ırkçı söylemler kartını ortaya sürüyorlar. İşsiz ve yoksul yerliler 'de, ‘benim işimi göçmenler aldı' algısı oluşuyor. ‘Yerli-Göçmen' emekçilerin ortak sorunları üzerinden birlikte mücadele ede bilme ve ırkçıalgıyı kırmak için zayıfta olsa mücadele ediliyor.
Avrupalıemekçiler kaderci değiller
Avrupalı;haftada bir tiyatroya, sinemaya, yılda iki defa tatile gidemiyor, okumak için gazete kitap alamıyor, sağlıklı beslenemiyor ise yoksulum diyor. Ekmeğimi ıslatıp yiyecek bir tas suyum var diyerek şükür etmiyor. Yoksulluğun kader olduğuna inanmıyorlar. Haklarını, hukuklarını kimseye gasp ettirmemeye kararlılar.
Avrupa'da kış sıcak geçecek
Portekiz,İspanya, Yunanistan ve İtalya'da emekçilerin genel grev çıkışlarıkarşısında Almanya, Fransa ve İngiltere'de sol hükümetlerin başını çektiği yaptırımlar ile işçi hakları gasp edildi. Hitler'in teorisi ile ortaya çıkan bugünkü miras Alcılarınca uygulanan taşeron işçilik sendikal hareketi zayıflattı.Emeğinden başka bir gücü olmayan yoksullaşan işçiler sendikalar içerisinde toparlanıyor. Portekiz, İspanya, Yunanistan ve İtalya'dan yayılan dalga Avrupa Birliği'ni sallayacak.
Avrupa, feodal toplum yapısını geride bırakarak kapitalistleşmişülkeler topluluğu. Köln'de yaşayan Alman işini kaybetti mi, Berlin'in köyünden bulgur, peynir, mercimek gönderecek ne aileleri, ne olanakları, ne de öyle bir kültürleri var. İsçiler işini kaybetti mi sosyal dairelerin bakım yardımı ile ölmemek için yaşarlar. Türkiye'de '' utanılarak'' söylenen üretici köylü olmanın ve hala aile yardımlaşmasının sürüyor olmasının kıymetini bil-me-li-yiz
Hadi hayırlısı...
Ali Gültekin

Meclisin magandaları


TBMM’de sorumluluklarınıyerine getiren değerli milletvekillerini bu eleştirinin dışında tutuyorum. Dilerim az sayıda kalan bu vekiller örnek olma dirençlerini sürdürerek kürsülerini küfürbazlardan korurlar. Meclis çatısı altında kürsüye çıkan Vekillerin küfürlerini duyunca insanın kanı donuyor. Küfür, bilgi birikim eksikliğini ortadan kaldırmak için mi yapılır? Çözüm yaratma becerisi gösteremeyince mi devreye sokulur? Her ne için kullanıyorlarsa kullansınlar, topluma hakaret ettikleri gerçeğini değiştirmez.
Mecliste uçuşan “nutuklar”
Ananı...
Şerefsizler...
Namussuzlar...
Dinsizler...
Yobazlar...
Alçaklar...
Has..tir...
Faşist...
Irkçı...
Kafatasçı…
…benzer iğrenç küfürler.
Kürsüden parmağını uzatarak siz alçaksınız, namussuzlar” diyerek sözüne başlayan “75 milyon kardeşiz” diyerek sözünü bitiren Vekil ne kadar inandırıcı olur? Ne kadar saygı görür? Ne kadar kendini ifade etmiş olur?
Küfür festivali yapalım mı?
Yılın en okkalı küfürcü milletvekili.
Yılın küfür’ü türbinlerde en çok yankılanan futbolcusu
Yılın küfürleri en çok birlikte söyleyen taraftarı
Yılın en bilimsel küfür’ü ortaya çıkaran profesörü.
Yılın küfürlü saldırılara karşı, küfürlü savunma yapan komutanı.
Yılın en derin küfürcü emniyet müdürü.
Yılın en iyi çapraz küfür kurgusu yapan yargıcı.
Yılın en iyi kafiyeli küfür eden sanatçısı.
Yılın en küfürlü manşetini atan gazetesi.
Yılın en küfürlü televizyon programcısı.
Jüri özel ödülü: Tüm sorunlarını Allaha havale eden halka verildi
Sorun ne?
Türkiye’de; küfür ile öfke dindirme, dövme, öldürme ile haddini bildirmeler olağanlaşıyor. Yargıyı,yasayı, adaleti, güvenliği bekleyen yok. İnsanlar kendi sorunlarını çözme odaklılar. Türkiye’de yaşayanlar bunları çok fark etmiyor olabilirler. Bizim gibi dışarıdan izleyenler veya Türkiye’de olduğu sürede bunları bire bir yaşayanlar her yıl daha çok arttığını görebiliyor. Türkiye tatili dönüşü ortak görüşü: Türkiye’de kimseye bir şey söyleneceği kalmamış. Millet ateş üstünde.
Küfür: Bilgisizliğin, eğitimsizliğin, çaresizliğin zavallıca dışa vurmasının bir ifadesidir
Kaç milletvekili kitap okuyor?
Kaç milletvekili sinemaya gidiyor
Kaç milletvekili tiyatroya gidiyor?
Kaç milletvekili müze geziyor?
Kaç milletvekili çocuğunu anaokulundan almaya gidiyor?
Kaç milletvekili çocuğunu okuldan almaya gidiyor
Kaç milletvekili çocuğunun veli toplantılarına gidiyor?
Kaç milletvekili çevre ve Doğa ile ilgileniyor?
Kaç milletvekili pazara alışverişine gidiyor?
Kaç milletvekili toplu taşıma kullanıyor?
Küfürlü yaşam.
Olgum amcaya şeyini göster. Oğlum dayıya küfür et. Gülerek, alkışlayarak masumane sandığımız bu yanlışlarımız ile küfürbaz bir toplum olduk. Evde, sokakta, okulda, trafikte, askerde, poliste, maçlarda, iş yerinde, mecliste, hastanede, hapishanede, mahkemede, haberde, yorumda küfür o kadar olağanlaştı ki yaşamın bir parçası oldu.
Küfür’ün; Kabadayı, delikanlı, yiğit, posta koyma algısı eğitim ile kırılmalı. Caydırıcı cezalar uygulanarak ortadan kaldırılmalı.
Kaldıramayız deniliyorsa, uluslar arası festivaller düzenleyelim. Her yıl birincilik ödüllü alacağımız kesin.
Hadi hayırlısı…

Spil’de ciğerimiz yandı.

Doğa’sı, konumu, tarihi zenginliği, bereketli toprakları ile Türkiye bu Dünya’nın “cennet” vatanı. Çevre sorunu konusunda toplumsal bir bilinç oluşma mayınca güçlü Sivil Toplum Kuruluşları yaratarak doğamızı koruyamıyoruz. Ormanlarımız, bir tarafından alevlere teslim ederken diğer taraftan onca kırsal alanımıza rağmen yerleşime açıyoruz.
Bu dünya sadece bizim mi?
Doğa, kendi kuralları içerisinde bir bütün olarak yaşam demek. Doğa; kent Meydanı’nı,park, akarsu, orman, toprak, bitki, kuş, hayvan, böcek, dağ, taş… demek. Doğa; ekonomi, eğitim, kültür, turizm, kalkınma, sosyalleşme… demek. Doğa yaşamın kendisidir.
Çevre sorunu, öncelikli insanlık so-ru-nu-dur.
Baltalar elimizde,
Uzun ipler belimizde
Biz gideriz ormana
Şarkıları söyletme yerine, eğitim kurumları müfredatlarına, uygulamalıçevre dersleri konulmalı. Sivil Toplum Kuruluşları bu bilinç üzerinden güçlenir. Doğa’ya uygun sanayileşme, yerleşim alanları ile kentleşme mimarisi bunun üzerinden şekillenir.
İslam ve Doğa
Peygamberimiz Hz Muhammed'in doğa sevgisi üzerine onlarca sözü var. Hz Muhammed: Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin. Kıyamet kopma anında bile olsa, elinde bir ağaç filizi bulunan onu mutlaka toprağa diksin.(Buharî, el-Edebü'l-Müfred, 168)
Bu güzel sözün üzerine ne söylenilebilir. Her insan bunun üzerinden kendini sorgulamalı.
İslam’ı özümsemek!
İslam; Doğa’nın kutsallığına işaret eder. Dünya üzerinde en korunaklı doğa, en bakımlı çevre, en eğitimli toplum İslam coğrafyası içinde olması gerekir. En çok doğa, hayvan, insan zayiatı, israf ve eğitime ilgisizlik neden İslam ülkelerinde oluyor?
Bu konuda onlarca hadis ve Hz. Muhammed’ in sözlerine rağmen, duyarlılık göstermiyor, sorumluluktan kaçıyoruz. Biz istediğimiz kadar kaçalım, sel suları, fırtınalar evimize kadar gelerek bizi buluyor. Malımız, canımız nemiz varsa intikam alırcasına önüne katıp götürüyor.
Hangi vicdan?
Yeri, göğü Allah’ın var ettiğine ve Doğa’nın kutsallığına inanan bir mümin; hırs, çıkar, israf için, Doğa’ya nasıl zarar verebilir? Yaradan’ın verdiğişekli, şemayı özünden kopararak değiştirme yetkisini kim nerden alır? Bunların hesabını kim nasıl verir?
Nereden başlamalıyız?
Çalışma masamızdan, evimizden, iş yerimizden, okulumuzdan, çocuğumuzu götürdüğümüz parktan, tarlamızdan… başlayabiliriz. Bugün, “doğal felaketler”bizlerin uzağında olabilir. Yarın bizim canımızı, malımızı sel suları önüne katıp götürmeyeceğini kim hangi önlem ile garanti edebilir? Bizim yuvamız nasıl kutsal ise, kuşlar, böcekler, hayvanlar, bitkiler… için doğa kutsal bir yuva. Biz o yuvaları dağıttığımızda, “doğal felaketler” ile bizim yuvalarımızın nasıl dağıldığını görüyoruz.
Manisa: Canımız yanıyor.
Geçtiğimiz günlerde Spil’e düşen ateş için Manisalılar sosyal paylaşım sitelerine “canımız yanıyor” notu düştüler. Toplumsal duyarlılığıgörünce insan yürekleniyor. Bu duyarlılık yangın dumanı ile uçup gitmesin. En masumane duygularımız ile kalıcı güçlü bir çevre hareketi başlatabiliriz. Spil’in zirvesi yanıyor. Gürle, Aşağı Çoban İsa, Akpınar eteklerinden altınıoyarak taş çıkarıyoruz. Ova’yı yerleşime açarak, bereketli toprağı hadım ediyoruz. Gediz ‘i kirleterek yaşam damarlarını kurutuyoruz.
Biz nasıl insanlarız?
Bize sunulan bu güzellikleri ne hale getirdik? Padişahlar,Şehzadeler, Sultanlar “Manisa’ya gidip huzur, şifa buluyorum” derdi. Huzur veşifa veren doğamız nerede?
Doğa’yı koruyarak Manisa’yı geliştirme, güzelleştirme, zenginleştirme alternatiflerini neden uygulamıyoruz?
Bir adım öne lütfen
Spil ormanları yok olduğunda dağdan gelen sel sularının, toprak kaymalarının önünde, saraylarımız, saltanatlarımız, kariyerimiz, paralarımız, arabalarımız, durabilecek mi?
Amerika, Japonya ve birçok ülke ’de; Bankalar, paralar, saraylar, arabalar, fabrikalar, yatlar, yalılar daha önemlisi insanlar alıp götürürken dalgaların önünde kim durabildi?
Yeşil bir Manisa, yaşanılır bir Dünya için, kendimiz, çocuklarımız için, bir adım öne lütfen..!
Hadi hayırlısı…