Ali Gültekin

2 Şubat 2020 Pazar

TEK ADAMLAR



Neden tek kadınlardan söz edilmez?

Kadın, doğası gereği, paylaşımcı, birleştirici, yaşamı doğa, hayvan ve insan ile birlikte düşünür. Bu nedenle bencil ve bireyci değillerdir. Toplumun ayrışmasına, bölünmesine, düşmanlaşmasına, soyunun sürdürülmesi için öldürmeye, yok etmeye… Karşıdırlar.

Tek olan adam mıdır?

Geri kalmış toplumlarda “güç” bilgi, bilim, bilinç, toplumsal gelişme, demokrasiden soyutlar. Şan, şöhret, güç makam ve iktidar olarak benimsenmiştir. Yaşam buna odaklı şekillendirilerek sürdürülür.

Tek bilinen gerçekte tek midir?

Güç tek insan gücü olarak yaşamaz. Kendi içinde oligarşik düzen oluştururlar. Her güç bir üst güce bağlı olarak ayakta durur. Dokunan olmadıkça domino taşları dev asa kale görselinde, kimine ölümsüz sanılan yaşam, kimine korku yaşatır.

Uzun süredir Ortadoğu ve Müslümanların yaşadığı coğrafyada tek adam tartışması sürüyor. Bu tartışmalar ne kadar gerçekçi?

Evlerde:

Evin “efendisi” erkek değil mi?

Toplumda:

Aşiret reisleri ölene kadar görevini sürdürmüyor mu?

Ağalar son nefeslerine kadar ağalık yapmıyorlar mı?

Cemaat liderleri son yolculuklarına kadar lider kalmıyorlar mı?



Yaşamda:

İstisnaları dışarı alalım. Köy muhtarları, STK başkanları, kooperatif başkanları… İçinde bu güne kadar kendiliğinden yerini bir başkasına bırakanı duydunuz mu?

Ülkelerde:

Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, siyasi parti liderlerinin, Emirlerin, Kralların kendiliğinden egemenliklerini bıraktığı görülmüş müdür?

Mesele, insan, hayvan, doğa sevgisidir.

Asıl mesele: Zihnini, alışkanlıklarını, bilgisini, bilincini… Yenileyerek insani değerlere sahip olamamadır.

Bütün bunların böyle ilerlemesinde sorumluluk kimin?

Hala: “Allah şahit olsun ki, sizin yerinize düşünüyorum, sizin yerinize karar veriyorum, sizin için çalışıyorum, memleket için yaşıyorum…” Söylemleri ile dini ve milli duyguları kullananlara inanarak yan gelip yatanlar sorumlu değiller mi?

Sivil Toplum Kuruluşlarının yöneticiliğini, Siyasi Partilerin liderliğini, ülkeleri yöneten iktidarların… Seslenişlerini sorgulamadan alkışlayanlar sorumlu değiller mi?

Gerçek olmayan insanın kendisidir.

İnsanlık onuruna sahip çıkan bilinç oluşmayınca insan varlığından söz edilemez. İnsanca yaşam olmayınca, şüphesiz insanlık için mücadele olmaz. Her birey; insani değeri kavrayarak, sorgulayan, eleştiren, demokrasiye inanan bilince ulaştığında tek adamlar ortadan kalkar.

SONUÇ OLARAK

İnsan olarak yaşamak çok zor değil. İnancı gereği, “yalnızlık Allah'a mahsustur” diyenler. Düşünceleri gereği, “demokrasi” isteyenler. İnanç ve düşünce samimiyetini söylemden çıkararak yaşama dönüştürmeli. Tek adamlık yerine eşit sosyal, siyasal haklar farklılıklara hoş görü göstererek, demokrasi temel alınmalı. Tek adamlık ortadan kalkar. İnsanlar, inançlarını ve düşüncelerini özgürce ifade ederek birlikte kardeşçe yaşayabilirler. Bu yeni keşfedilen bir düşünce değil. Eşit sosyal siyasal haklara sahip farklılıkları ile birlikte yaşayan insanların ülkelerindeki refaha, huzura bakınca görürler.

Hadi hayırlısı…

ALEVİ EVLERİNİN İŞARETLENMESİ



Çetelerin, derin yapılanmaların, değerlerinden kopan kültürün, inanç, mezhep ve ulus üzerinden sürdürülen siyasetin… Neresinde?

Alevi evlerinin işaretlenmesi,

Kürt –Türk çatışması kartını masaya sürenlere, duyarlı Türkiye halklarının topluca “ REST” Diyerek, birlikten, kardeşlikten yana tavır almalarının neresinde?

Alevi evlerinin işaretlenmesi,

Maraş, Sivas, Çorum, Malatya, tekrar Sivas ve Gazi hatırlatmaların neresinde?

GEÇMİŞE BAKMAK!

Bilmeyenler, umursamayanlar, duyarsız kalanlar için tekrar iki kelam edelim. Maraş, Sivas, Çorum, Malatya, tekrar Sivas ve Gazi hatırlatması yapacak olursak: Yukarı mahalleden ateş edenler, aşağı mahalleye inerek boş kovan topladılar. Aşağı mahallede evleri ateşe verenler yukarı mahalleye geçerek ateşi söndürmeye çalışanların içlerine karıştılar.

SONRA NE OLDU?
İki Temmuz Madımak olayları sonrası Türkiye içinde yurt dışında her köşede; Alevi Derneği, Pir Sultan Abdal Derneği, Hacı Bektaşi Veli Derneği, Yunus Emre Derneği… Biraz daha hızlanarak Alevilik ile Bektaşilik karma yapılarak Alevi, Hacı Bektaşi Veli Dernekleri… Kurulmaya başlandı.

Yüz yıllardır; Görüm, Abdal Musa, Cem… Ederek birlikte yaşayan Aleviler dernekler üzerinden ayrıştırıldılar.

“Dedeler Ehlibeyt soyundan geliyor” diyerek Babaları, Dervişleri, Pirleri, Erenleri… Alevilik ile bütünleştiren yeni “yetme” teoriler gelişti.

ALEVİLER NEREYE ÇEKİLMEK İSTENİYOR?

Osmanlı’dan bugüne insan doğası gereği her ülkede olduğu gibi hak ve özgürlük mücadelesi gelişti. Gelişme, 1968 ve 1978’de (STK) Sivil Toplum Örgütlülüğü toplum içinde daha çok yaygınlaştı.

Bu süreçlerde; STK güçlenmelerine teamül edemeyenler, gelişimin zayıflaması için küresel güçler ve Türkiye’deki iş birlikçileri devreye girdiler. Milli sanayi, hayvancılık, tarımın üretim olarak gelişmesi, eğitim, sağlık sorununun çözümü arayışları çalışması yürütenlerin üzerinden Tanklar ile geçtiler.

Sivil Toplum Kuruluşları örgütlülüğü karşısında kurulan paravan örgütler ile yaratılan çatışma ortamına “sağ-sol çatışması denildi. Darbe koşullarının olgunlaşması sağlanarak işkence tezgahları, dar ağaçları kuruldu. Toplumun yiğit evlatlarını 12 Mart, 12 Eylül’de askeri müdahaleler ve darbeler ile katlettiler.

NEDEN ALEVİ EVLERİ İŞARETLENİYOR?

Siyasetin; ulus, milliyet, din, mezhep üzerinden sürdürülmesi; “azınlık” ulus, inanç ve mezhepleri hedef tahtasına koyuyor. Bu nedenle geçmişte olduğu gibi, bugün aynı güçler KÜRT-TÜRK, ALEVİ SÜNNİ çatışmaları yaratılacak ortamlar hazırlanmaya çalışılıyor. Bun güçlerin çabalarını boşa çıkarmak için; Her inancın, düşüncenin kendini özgürce ifade ederek, eşit siyasal-sosyal, ekonomik haklardan faydalanarak birlikte yaşamı savunması ile gerçekleşir.

Alevi evlerini işaretleyenler:

12 Mart, 12 Eylül öncesi Sivil Toplum Kuruluşlarının örgütlü gücünü kırmak için paravan örgütler kurarak, sosyal ve siyasal tam bağımsız Türkiye mücadelesi verenlere saldırtıp fraksiyonlar arası çatışma diyenler.

Alevi evlerini işaretleyenler:

Kürt-Tük çatışmasından umudunu keserek, ibreyi Alevi-Sünni çatışmasına çevirenler derin yapılanmalar.

Alevi evlerini işaretleyenler:

12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz’u organize edenler.

Alevi evlerini işaretleyenler:

Halkın, Tam Bağımsız Türkiye haykırışlarını işkence tezgâhlarına yatıranlar, idam sehpaları kuranlar.

ALEVİLERİ İNANÇLARI DIŞINA ÇEKMEK!

Yukarıda saydığımız olumsuz girişimler sürerken, Alevi hareketlerinin içinde öğretilerini özünden kopararak kendilerine yaşam alanı açmak isteyenler var.

Kim bunlar? Dün, 68, 78’ler mücadelesi içerisinde sosyaliz ve devrim şiarı ile en önde koşanların içinde nefesleri yetmeyerek geride kalanlar. İdeallerinden ayrılmaları, mücadele içerisindeki görevlerini tamamlamış olmalarından mı? Gerçekte geçmişte inançsız mıydılar? Bugün gerçekten Alevi inancını yaşıyorlar mı? Orasını bilemem.

Demokratik Laik Cumhuriyet mücadelesi sürecinde dökülüp, çöküp, çömelenlerden, Alevi hareketi içerisinde çöreklenenler olduğu ortada.

Burayı biraz açacak olursak: Elbette süreç içerisinde insanlar bugün inandıklarına yarın inanmaya bilirler. Hatta önceki inançlarına kaşı olan inançlar içinde yer alabilirler. Bu anlaşılır bir durum.

Buradaki çelişki; Geçmişte kendilerini devrimci mücadele önderi ilan edenlerin, devrimci mücadeleyi olması gereken siyasi alanda bırakmalarıdır. Bu da anlaşılır. Alevi inancı içerisine giderek tekrar orada ateşli devrimci mücadele savunuculuğu yapmalarına ne demeli? Madem, bu kadar devrimci inanca sahiptiniz devrimci saflardan neden havlu atıp gittiniz? Gittiniz neden Alevi öğretisine uygun yaşam sürdürmüyorsunuz? Anlaşılmayan, derin çelişki yaratan, şüphe uyandıran yer burası.

Bir süre sahalarda ısınma hareketi yapanlar, tekrar kadroya mı alındılar?

Televizyon kanallarında, gazete köşelerinde, toplantı salonlarında karanlıklarını ışık sanan düşkünler kendilerini düşünür ilan ettiler. Bu “cengâverler” yıllardır inanç yerlerinde özünü yaşayan, çalıştıkları, yaşadıkları yerlerde sosyal- siyasal talepleri doğrultusunda STK’lar içinde yerlerini alan Alevileri öğretilerinin özünden koparmaya çalışıyorlar.

Ozan Mahsuni Şerif’in dilinden:

Yuh! Yuh!

“Her türden,din, mezhep, ulus, milliyet… Ayrımcılığına karşı devrimci saflarda birleşiniz” bildirileri dağıtan, afişleri asan, ajitasyon çeken, konferansları veren, panelist olan… Biraz daha öte giderek örgüt liderlikleri taslayanlar sizler değil miydiniz?

“Düzen partileri” dediğiniz partilerin önüne dizilen yine sizler değil misiniz?

Dün, inançlara, mezheplere, ayrımcılığa, Cami’de siyasete karşı çıkan sizler değil miydiniz? Bugün Alevilerin inanç duyguları üzerinden siyaset yapan sizler değil miydiniz?

Hadi, kişisel olarak siz insanlıktan çıktınız. Keklik ötüşü ile halkı saflarınıza çağırarak elinde silah evsinde bekleyen avcılara vurduracak kadar pusu kurup ihanetçi olmayınız.

“İTHAL” ADAYLARA NE DEMELİ ?

Son yıllarda Avrupa’dan CHP, HDP içerisinde açıktan, AK Parti’ye sinyaller göndererek Milletvekilli, Belediye Başkanı olmak isteyenler çoğaldı.

Avrupa’da Alevi inancı içinde yaşam sürdüren milyonlarca insan var. Avrupa’da Hüseyin Mat ve yönetici arkadaşları inançlarını değerlerine uygun başarı ile sürdürüyorlar. İnanç değerleri için haklarını alıyorlar. Yaşadıkları ülkede siyasi partiler içerisinde yerlerini alıyorlar. Özelde kendi sorunları, genelde yaşadıkları ülke hakları ile ortak sorunları için STK’lar içinde aktif yer alıyorlar. Türkiye’de gelişmelere karşı uluslar arası dayanışma içinde oluyorlar. Olması gereken, insani değere, inancına sahip çıkma tutumu budur.

Benim sorum, Alevi öğretisi ile yaşamayan, Yaşadıkları ülkelerde kendi sorunlarına duyarsız kalan, Alevi kamuoyundan kopuk, Avrupa’da Türkiye'nin günlük siyasetini sürdürenlerin Türkiye’de Partilerde mevki arayanlara.

HADİ SORALIM?

Türkiye’de Alevi dernekleri yok mu?

Türkiye’de Alevi dernek üyeleri yok mu?

Türkiye’de Alevi dernek Yöneticileri yok mu?

Türkiye’de Alevi dernek Başkanları yok mu?

Türkiye’de Alevi dernek Alevi önderleri yok mu?

Türkiye’de Milletvekili, Belediye başkanı olacak yetenekte Alevi yok mu?

Sizler, Türkiye siyasetini, Türkiye’de yaşayanlardan daha iyi mi biliyorsunuz?

Sizler, Avrupa’da dernek olanakları ile son model arabalar içinde şehirleri, ülkeleri gezdiniz. Türkiye’de Alevi önderleri kendi olanakları ile çamurlara batıp çıkarak köy yollarında Alevi çalışması yaptılar. Siz, Milletvekilli, Belediye başkanı adayı olmayı Türkiye’de yaşayan Alevilerden daha mı çok hak ediyorsunuz?

Peki, sizin burada ne işiniz var? Kime ne faydanız olacak? Hangi donanımınız, deneyiminiz ile kime ne katkı sağlayacaksınız?

Tüm bunlara rağmen siyaset mi yapacaksınız? Yüreğiniz yetiyorsa Alevileri alet etmeden kendi adınıza yapınız. Görelim!

Türkiye’de yaşayan Alevilerin iradesine rağmen Avrupa olanakları ile Türkiye’de siyaset yapmaya kalkışanlar boylarının ölçülerini nasıl aldıklarını görmediniz mi?

ALEVİLİĞİ DOĞRU ANLAMAK!

Türk ve Arap halkı arasında Müslümanlık öncesi evliliğe dayalı hısımlık kurarak, soy ağacı dikiyorlar. Türk- Kürt Alevi Dedelerinin Ehlibeyt soyundan geldiklerini iddia ederek, insanların dini, milli duygularını istismar ediyorlar.

Hangi bilimsel kaynak Ehlibeyt soyundan gelen Türk kabilesi gösterebilir? Bunu, kim bilimsel, tarihsel, ilmi temele, fizyolojik, sosyolojik hatlara dayandırarak açıklayabilir? Bektaşiliğin İslam veya Alevilik ile hangi bağları var? Hiç kimsenin yoğun çaba harcamasına gerek yok. Bektaşiliği merak edenler Hıristiyan Türklerin yaşadığı Gagavuz Cumhuriyetine giderek görsünler.

Türkler Müslüman olmadan önce dedelik var mıydı? Varsa, 120 yıl kim sürdürdü? Sonradan ortaya çıktıysa dedeler Ehlibeyt soyundan nasıl geliyor? Hz. Muhammed’in ölümü sonrası böyle bir yetki verecek makam kaldı mı?

Sonuç olarak!

İnsanlar, Alevi, Bektaşi, Sünni, Şafi… Hıristiyan, Yahudi, Budist, Ateist… İnançlarını özgürce yaşamalı. STK’lar içinde birlikte sosyal, siyasal, ekonomik ortak talepleri için örgütlenmelidirler. Farklılıklarına hoş görü göstererek kardeşçe yaşamalıdırlar

Bir söz de: Pratik yaşam içerisinde yer almayıp, telefon tuşlarlarına dokunarak “Alevi kardeşlerimizin yanındayız” mesajları gönderenlere söylemek istiyorum. Siz önce kendi insani değerinizin yanında olun. Sosyal, siyasal, ekonomik haklarınız için STK’larda yer alın ki, güçlü, örgütlü toplum yaratıldığında kimse Alevi evlerine işaret koymaya cesaret edemesin.



Filistin atasözü der ki; “Ülkenizin aslanlarına sahip çıkın, yoksa düşmanın köpeklerine yem olursunuz.”

Hadi hayırlısı…

YALNIZ KALMAK



Türkiye son olarak Suriye konusunda dünya ülkeleri içerisinde yalınız bırakıldı.

Küresel güçler Orta doğu ülkeleri içinde kendi sömürge ve askeri alanlarını yaratmak için Halaç pamuğu gibi atıyorlar.

Küresel güçlerin başını çektiği ABD ve Rusya kilometrelerce uzaklardan gelerek Ortadoğu ülkeleri üzerinde kuzgunlar gibi kan kokusuna iniş yapıyorlar. İşgallerinin adını demokrasi diyerek sempatikleştirerek inanç, mezhep, ulus, milliyet ayrışmasını körükleyerek çıkardıkları çatışmalara sözde ağabeylik yapıyorlar.

Trump, Suriye’ye askeri hareketi, S-400 alımlarını… dünya manşeti yaparak Türkiye’yi yaptırımlar ile tehdit ediyor.

ABD, Ermeni Soykırım Tasarısını tanıma atakları ile Türkiye’yi kıskaca almaya çalışıyor.

Özgür Suriye Ordusu yeni ismi ile Suriye Milli Ordusu ile birlikte Türk askerinin Suriye sınırına girmesine uluslar arası tepkiler büyüdü.

Uluslar arası haber siteleri, gazeteler, televizyon kanalları Türk Ordusu ile “cihatçı giyimli” Özgür Suriye Ordusu yeni ismi ile Suriye Milli Ordusunu yan yana verdiğinde toplum zihninde IŞİD çağrışımı oluşuyor. İslami fobi yayılıyor. Türk düşmanlığı, İslam karşıtlığı ve ırkçılık gelişiyor.

YETİM KALMAK

ABD, AB, Asya, Rusya ülkelerinde Türkiye’nin “yetim kalması” niye?

Türkiyeli bilim insanları, yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, sporcuları, ressamlar, iş adamları, politikacılar, şairler sanatçılar… Dünya ülkelerinde yaşamıyor mu?

Elbette yaşıyor!

Bilim insanları, yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, sporcular, ressamlar, iş insanları, politikacılar şairler sanatçılar Türkiye’de kendilerini özgürce ifade edebiliyorlar mı?

Edemiyorlarsa neden edemiyorlar?

Edebiliyorlarsa uluslar arası alanda neden ülkelerini anlatmıyorlar?

Hani ülke olursa olsun, kendi yazarlarını, gazetecilerini, akademisyenlerini, sporcularını, ressamlarını, politikacılarını, şairlerini, sanatçılarını özgürleştirememişse dünya ülkelerinde yalınız kalır.

Sivil Toplum Kuruluşları ülkelerin dinamiğidir.

Uluslar arası arenada ülkelerini tanıtırlar. Ülkelerine karşı gelişen uluslar arası küresel sermayenin ekonomik ve siyasal saldırılarını ilk göğüsleyenler Sivil Toplum Kuruluşlarıdır.

İşçi Örgütleri, Meslek Örgütleri, Sivil Toplum Kuruluşları uluslar arası eş örgütleri ile demokratik alanda dayanışma yaparlar.

Bugün, ABD, AB, Rusya ve diğer dünya ülkelerinde milyonlarca Türkiyeli neden lobi oluşturamıyorlar?

Cevap: Yaşadıkları ülkelerde; Alevi–Sünni/ Türk-Kürt/ Laik-Muhafazakâr… Olarak ayrıştıkları için

Bunun nedeni nedir?

Ülke içinde ulus, milliyet, inanç, mezhep… Üzerinden yapılan politika kültürünü yaşadıkları ülkelere taşımalarındandır.

Millileşememek, milletleşememek, birleşememek, bütünleşememek…

Güçlü ülke olma, güçlü Meslek Örgütleri, güçlü Sivil Toplum Örgütleri, güçlü İşçi, Emekçi Sendikalar ile mümkündür.

Ülkeleri, politikacılar anlatır. Askerler korur. Sanatçılar, Yazarlar, Akademisyenler, Şairler… Tanıtırlar.

Hadi hayırlısı…

ŞEMA VE ŞATAFAT

Özgürlük, eşitlik, demokrasi… İsteyenler bir araya gelerek Sendika, Parti, Vakıf Dernek… Oluşumları sağlarlar. Bu aşamada en özgürlükçü, en eşitlikçi, en demokrat, en bilgili insanlar yönetim kadrolarında yer alırlar. Bu güne kadar teorik olarak gelişen söylemler ile ilerlenmiş artık, fiziki olarak yöneticidirler.
Bu aşamadan sonra sorumluluklarını yerine getirenleri tenzih ederek, sitemim emek ağacının gölgesinde yatanlara.
İnsanlar beden ve beyin gücü ile çalışırlar. Bazı insanlar beden ile çalışarak yaşam sürdürür. Bazı insanlar beyin ile çalışarak yaşam sürdürürler. Her ikisi de emek harcarlar. Beden ve beyin arasında bağlantı arza verdiğinde tıbben felçli yaşam sürdürme tanımı yapılır.
Yaşamlarını beyin gücüne odaklayarak bedeni beslemeye başlayan yöneticiler oturdukları koltukları sahiplenerek tüm beynini o koltukta yaşamaya odaklarlar. Yönetim olanaklarını kendi rahat yaşamının bir parçası olarak algılarlar, yönetim şemasını koruma altına alır. Teorik aygıtlar ile özünde demokrasi gibi gözüken ama aslında hiyerarşi oluşumunu tamamlayan yönetimler yıllarca kendi şemalarını korurlar. Bu süreç içerisine yüzlerce birikimli üye yönetim hiyerarşinin tutumu ile “telef” edilir. Bu yönetimler; En asalak, en bencil, en bireyci, en anti demokrat karakterlere dönüşerek özgürlüğü, eşitliği…Demagojik olarak kendilerini koruma amaçlı kullanırlar.
İş ve sosyal alanlarında gecesini gündüzüne katıp çalışanlar, ekmeğinden bölüp maddi -manevi destek verenler, her faaliyette en ön saflarda yer alarak faaliyet yürüten üyeler kendi sınırlarının dışına taşmaması için yönetimce kontrol altında tutulurlar. Bir adım öne çıkanlar kitapların orta sayfalarından yapılan alıntılar, Filozofik teoriler, terimler ile saf dışı edilirler. Özellikle kendi alanlarında tutulan taban içinden yönetimde yer almanın önüne set çekilir. Yönetim içinde ölümden kaynaklı boşluklar oluştuğunda bilgi, birikim, çalışması ile öne çıkan Dernek, Parti, Vakıf, Sendika üyeleri yerine yönetimin kendilerine uyumlu ehlileştirdikleri üyeleri belirleyerek yönetimlerine dahil ederler.
Göstermelik seçimler demokrasi gibi lansa edilse de seçilecek delegeleri, yönetimi yine önceki yöneticiler belirler. Her şeye rağmen kendi çabası ile seçilen delegeleri, ya süreç içerisinde muhalif yönlerini törpülenerek yönetime uyumlu hale getirirler veya entrikalar ile saf dışı ederler.
Toplumsal yaşamdan uzak, iş yerlerinde alnı terlememiş, elleri çekiç, kazma, kürek tutmamış, gece vardiyası çalışmamış, çalışarak ev geçindirmemiş… Teorik birikimleri ile yönetime gelen kadroları arasında gün geçtikçe demokratik değerler yerine kendi değerleri koruma eğelimi oluşur. Toplumun yaşamından uzak, sadece alt kademe yönetimleri ile bağ kuran üst yönetimler sadece teorik bilgiye dayalı stratejiler geliştirme çabası harcarlar. Bedensel tembellik, rahat yaşam sürdüğü koltuğunu koruma algısı yöneticilerde zihinsel sapma yaratır. Aynılaşan yöneticiler bir birlerine bağımlı hale gelirler. İçgüdüsel olarak bir birlerini tutunarak yönetici yaşamı sürerler. Bu türden yönetimlere “ölüm dâhilinde” kadro açılmadıkça yeni bir yöneticinin girmesi nerdeyse mümkün değildir.
Her insan, üyesi olduğu Sendika, parti, Vakıf, Dernek… Şemasına bir baksın. Onlarca yıldır aynı insanlar yönetici kadrolarındadırlar. Aynı insanlar, partilerin, sendikaların, vakıfların derneklerin adeta işçileridirler. Peki, on, yirmi, otuz, elli yıl içerisinde tabandan bir kişi yönetim düzeyine geçme donanımı kazanamamış mıdır?
Kazanamadı mı?
Peki; Onlarca yıldır yönettiği sendika, parti, vakıf dernek… Çevresinde yönetim kademelerinde görev alacak üyeler yetiştiremedinizse onlarca yıldır sizler o yönetim kademelerinde ne yapıyordunuz? Ne yapıyorsunuz?
Bu yapı değişir mi?
Böyle bir yapı oluşmuşsa asla değiştirilemez. Dernek, Sendika, Vakıf, Parti… Yönetimleri içinde oluşan içgüdüsel bağımlılık, bir birini koruyarak yönetimi elinde tutma ağlısı demokrasiyi ortadan kaldırmış, oligarşi bir yapı ortaya çıkmış, zihinsel gerileyen yöneticiler düğümünü kimseler çözemez.
Her insan yaşamına şöyle bir göz atsın:
En zor şartlarda, en zor koşullarda, en çaresiz anlarda en inançlı halleri ile üyeler her alanda çalışma sürdürürler. Üyeler sadece yönetici eşleri, çocukları, gelinleri, damatları yakınlarının görev alanlarına giremezler.
Yöneticilerin; Eşleri, çocukları, gelin, damat yakınları en görenekli, en popüler, en medyatik ve en gösterişli protokollerde yer alırlar.
Demokrasi, eşitlik, birlikte yaşam… Teorisini hayata geçirmede neden zorlanılıyor? Yöneticiler; 30, 50, 60 yıl hangi filozofun tanımı ile görevde kalıyorlar? Bunca yıl milyonlarca üyeden bir, iki kişi yönetime geçme, lider olma yeteneği kazanamıyor mu? Yöneticiler; Bir, iki üyeye neden bu yeteneği kazandırmıyor?
Taban: Çoğalamıyor, azalıyoruz.
Yönetim. Nasıl çoğalamıyoruz? Bir zamanlar ben ve eşim vardık. Şimdi; damadım, kızım, oğlum, gelinim ve onların arkadaşları ile biz en görenekli, en popüler, en medyatik ve en gösterişli protokollerde çoğalıyoruz.
Size gelince: Tabanda azalmalar var. Takdiri ilahi ölümler oluyor. Sizin çocuklarınız sizi, bizi sorgulamaya kalkıyor. Siz doğal olarak bize laf söyletmiyorsunuz. Bu tutumunuzdan dolayı biz de size incitici laf söylemiyoruz. Birlik beraberlik içinde yıllardır yaşıyoruz.
Safları sıkıştırmanız daha çok çalışmanız gerekiyor. “
Hadi hayırlısı…