Köyünde, kasabasında şehrinde, bölgesinden,
ülkesinde ayrılmadan, farklı ulus ve inançtan insanlar ile yaşamayanlar, bu
konuda bilgi edinmeyenler için eşit sosyal siyasal haklar, barış ve birlikte yaşam söylemi bir
şey ifade etmeye bilir.
Barışın ne barışı olduğuna anlam veremezler.
Sorunun ne sorunu olduğunu idrak edemezler. Kuşku duyarak önyargılı
davranırlar. Korkulara kapılırlar. Kendi yaşamlarından bir şeylerin
değişeceğini sanarak telaşa içinde olurlar. Ülke bölünmesi, zayıflaması
endişesi taşırlar.
Oysa, barış içinde farklı ulus ve inançtan
topluluklar ile birlikte yaşama; insanlar için zenginlik, huzur, sevginin
yeşermesi ve güvenli güçlü bir ülke demektir.
Manisa’da Yaşam
Türkiye’nin şanslı üç beş şehirlerinden
birisi olan Manisa, “yerlileri” Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya’dan gelen
„göçmenler” ile tanıştı. Bu topluluklar Manisa çevresine bir halka açarak kenar
mahalleler oluşturdu. “Yerliler” bir basamak yukarı çıkarak ilk halkada
dairenin merkezi oldular. Göçmenler, içinde bulundukları koşullarından dolayı
yeni yerleşim alanlarında tutuna bilmek için düşük ücretlerle en zor işleri
yaptılar. “Yerlilerin” yaşam alanları, kültürleri, işleri, ekonomik koşulları
göçmenlere göre çok farklıydı. Kimine göre uyum, kimine göre katılım süreci
yaşanması uzun dönemler aldı. “Yerlilerin” içinden göçmenleri kabullenmeyenler
çıktı. Göçmenler zorunlu olarak tüm kazanımlarını geride bırakarak geldikleri
ülkelerini rüyalarında acı ve tatlı anıları ile canlandırarak Manisa ile
bütünleşmeye çalıştılar. Bu yazıyı okuyanların birçoğu kendi yaşamlarından
örnekler ile bana katılacaklarından eminim.
Türkiye’den 1960 yılların başında Avrupa
ülkelerine çalışmaya giden göçmen işçilerin ekonomik olarak iyileşme gösterince
köylerinde bıraktıkları ailelerini 1970 yılı başlarında kentlere taşıdılar.
Anadolu kırsalından, 1980 sonlarına kadar
kentlere iç göç sürdü. Manisa o dönem en çok göçü Malatya’dan aldı. Manisa’da
ikinci halkayı oluşturan yurtdışı göçmenlerinin çevresinde üçüncü halkayı
Anadolu kırsalından Manisa’ya gelen Türkmenler oluşturdu. Yurtdışı göçmenleri ikinci
basamağa çıkarak merkeze yakınlaştılar. Yurtdışı göçmenlerinin ilk
geldiklerindeki yaşadıkları sıkıntılı süreci Anadolu’dan gelen göçmenler
yaşayarak Manisalı oldular.
Türkiye’nin kara tarihi
Bence, Türkiye’nin en karanlık tarihi olan
1990 – 1996 yılları arasında yaşandı. Orta Doğu’nun yeniden dizayn edilme
sürecinin start aldığı dönemdi. Emperyalistler Orta Doğu’da miladı dolmuş
işbirlikçilerini çağa uygun yenileme süreci başlattılar. Bizim ülkemizi
içerisinde açıktan değişim yaratamayacaklarından dolayı köy boşaltmalar, faili
meçhuller, gözaltında kayıpları, etnik köken, inançların ayrışmasın
çatışmasının provasını yaptılar. Yığınlarca insanımız bu süreçte çok acılar
yaşadı. Ekonomik ve siyasal nedenlerden dolayı Kürt aileleri batılı kentlere
yerleşmeye başladılar. Manisa bu süreçte oldukça çok göç aldı. Bir halka daha
genişleyerek Kürt insanlarına yerleşim alanları açtı. Manisa’nın kenar mahallelerini
oluşturan Kürt halkı ile Anadolu Türkmenleri, Manisa yerlileri ve yurt dışı
göçmenleri aynı kentte buluştu. Bu buluşma Manisa için kültürel zenginlik ve
sosyal doku oldu.
Emperyalistlerin geliştirip sahneye koyduğu
Türkiye’yi parçalama oyunları sürekli seyircisiz perde açtı. Kürt yoksulları,
çatışma ortamının madunları, yönlerini Orta Doğu petrol zenginliğine
dönmediler. En çaresiz oldukları anda yönlerini Türk coğrafyasına Türk
insanları ile birlikte yaşamaya döndüler. Kürt kardeşlerimizin bu tutumu biz
Türkler açısından çok önemli bir kazanım. Bunu güçlendirmek için birlikte daha
çok çaba harcamalıyız.
Kazanımlar ve Kültürel zenginlik
Manisa dört halka ve dört basamak olarak
merkezden kenar mahallelere doğru genişledi. Merkez, Malta, Yenimahalle,
Horozköy, Feyzi Çakmak ve diğerleri…
Manisa’nın Tarım ve Sanayi şehri olma
özelliğinden dolayı iş bulma ve iş kurmak olanakları sağladı. Göçmenler var
gücü ile çalışarak başlarını sokacak konut edenime mücadelesi verdiler. Kenar
mahallerde oturup iş bularak çok kazananlar, iş alanları yaratanlar şehrin
merkezlerine doğru mülk edinerek ilerlemeye başladılar. Manisa’da kenar mahalle
yoksullarının ent merkezlerine yönelim; 2000 yılları başından sonra sanayinin
gelişmesi ile pareler olarak hızla yayıldı.
Kentli ve kır yoksullarının uyum- katılım
süreci
Bazıları ekonomik olarak zenginleşmenin
kendilerini değiştirmediğini iddia ederler. Bal gibi değişirsiniz. Önce
evinizin yeri değişiyor. Sonra arabanız, gittiğiniz sosyal mekânlar, yemek yeme
alışkanlıklarınız, bu alanlarda edindiğiniz arkadaşlıklar, dostluklar,
çocuklarınızın okul standartları, giyim tarzınız, konuşmanız, şiveniz,
komşularınız değişir. Bu süreci engelleyemezsiniz. Manisa’da yaşayan dört
halkanın içinde yakınlaşma, kaynaşma uyumu hızla 2000 yılları başından sonra
gelişti. Kenar mahallelerden kent merkezlerine doğru ilerleyiş ile komşu,
müşteri, sınırdaş, iş arkadaşı, iş ortağı, dünür oldular. Çocukları aynı
okullara gitti. Aynı yerden giyinmeye başladılar. Aynı eğlence mekânlarında
karşılaştılar. Bu kaynaşmanın gizemli gücü var mı? Hayır! Ekonomik değişimin
kendi doğal akışının yansımasıdır.
Katılım ve kaynaşma süreci birçoğunun ön
yargılarının kırması ve değişik kültür, inanç ve milliyetlerden insanları
tanımalarına vesile oldu. Malatyalı ve Muşlu aile ile dünür oldu. Makedonya
göçmeni aile ile Bitlisli ortak iş kurdu. Manisa yerlisi bir aile Bulgar
göçmeni ile komşu oldu.
Barış, hemen şimdi
Yazımın girişinde farklı ulus ve inançtan
insanlar ile iç içe yaşamamış olanlar, bu konuda bilgi edinmeyenler, köyünden,
kasabasından, şehrinden hele de ülkesinden ayrılmayanlar barışın ve birlikte
yaşamanın ne anlam ifade ettiğini algılayamazlar demiştim.
Anadolu insanının köylerden kasabalara
şehirlere, askere giden çocuklarına en çok tembihi ne olur bilirimsiniz? Alevi olduğunu, Kürt olduğunu
kimseye söyleme tembihidir. Aile büyüklerinden bu tembihi alan çocukların ruh
halini tahmin edebileniniz var mı? Çevresindeki
her harekete kuşku, şüphe içinde bakan çocukların ruh halleri ne olur? Ben, birçok Kürt arkadaşlarımdan
değişik hikâyeler dinlediğimde kendi ulus insanlarımın davranışları karşısında
Türk olarak içim acıdı. Bir Türk olarak daha çok barış çığlığı atma
sorumluluğumun olduğunun farkına vardım.
Barış içinde birlikte yaşamayı en iyi
Almanya’ da yaşayan Türkler anlar
Bugün inanç, ulus ve kültür olarak farklı bir
ülkede yaşıyoruz. Adınızı heceleyerek söylediğinizde, alaycı bir eda ile size
gülen oldu mu? Bazı harfleri yutarak, bazılarını değiştirerek isminizi
isminizle alakası olmayan kelimeler ile çağırdılar mı? Tramvayda yanına
oturduğunuz başka bir ulusun insanı, sizi sevmediğinin tepkisi olarak
yanınızdan kalktı mı? Okul, park ve sokakta adı ile alay edilen çocuğunuz
ağlayarak yanınıza geldi mi? Eğlence merkezlerine gittiğinizden farklı bir ulusun
insanı olmanızdan dolayı içeri alınmamanın ne demek olduğunu bilirimsiniz?
Çocuklarınız Okulda kendi ana dilinde eğitim olmadığı için yabancı kelimeyi
doğru söyleyemediğinde sınıfça gülmelere maruz kaldı mı? Aşağılayıcı ve alaycı
saldırılara kahredip, gülüşmeleri duymamak için parmakları ile kulaklarını
kapatarak, sınıfından kaçarak evinin bodurum katına gelip, kendini ip ile
tavana asan çocuğunuzun ölü bedeni ile karşılaştınız mı? Yeme alışkanlıklarınız, giyim
tarzınız farklı diye dışlandınız, alaycı sözlü saldırılara maruz kaldınız mı?
Sabah köpeğini gezdiren Alman aynı güzergâhta sabah koşusu yapan Türk kızına
“sen bu saatte burada koşma. Köpeğim seni sevmiyor, seni görünce
huzursuzlaşıyor” sözlerini siz duysaydınız ne yapardınız? Gittiğiniz resmi dairede
sizden bir önceki kişiye güler yüzlü hizmet veren memurun sıra size geldiğinde
surat asarak gözelerinize gözünü dikerek aşağılayıcı tavırlar sergilediğinde
tepkiniz ne olurdu? Her kırminal olay sonrası en çok şüpheli durumuna düşmenin
ne anlam ifade ettiği bilirimsiniz?
Bizler bunları Almanya’da yaşadık, yaşıyoruz.
Bunları yaşayanlar olarak barış içinde birlikte yaşamanın kıymetli olduğu için
sesimizi yükseltiyoruz. Bizim burada yaşadığımız deneyimlerimizi aktardığımızda
Türkiye’de yaşayan Türk ve Kürt halkları kendilerinden mutlaka bir şey bularak
olumlu yönde barış sürecine katacaklar.
Avrupa’da yaşıyoruz
İnsan haklarının olduğu bir ülkede yaşıyorken
başımıza bunlar geliyor. Ölümler yaşadık. Evlerimizde diri, diri yakıldık.
Irkçı saldırılara maruz kaldık. İbadet ettiğimiz camilerin önünde yuhalandık.
İş yerlerimizde, resmi kurumlarda ayrımcı uygulamalar yaşadık. Bu saldırılara
karşı Alman halkının çoğunluğu bizim yanımızda oldu. Bazen bizden daha kitlesel
katılımlar sağlayarak ırkçılara karşı bizi savundular.
Eşit haklar için mücadele ettik.
Bizler ayrımcı yasalar ve uygulamalara karşı
sesiz kalmadık. Bizi bizden çok destekleyen Alman halkı ile birlikte eşit
sosyal siyasal haklar için mücadele ettik. Tren yolu, otoban, tramvay yolu
kapattık. Yasa dışı gösteriler yaptık. Bizim haklarımız için Almanlar bizden
daha fazla katılım sağlayarak en ön saflarda yer aldılar. Bu süreç içerisinde
birçok haklarımızı alırken var olan haklarımızın gasp edilmesini engelledik.
Hiç kimse size durduğunuz yerden hak vermez.
Bizim ortak sorunlarımızın çözümünün yaşadığımız ülkede farklı ulusların
halkları ile ortak mücadele ederek aldık. Birlik olmamızı istemeyenler, bu
güçten korkanlar bizleri, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, sağcı-solcu olarak bölmek
istediler. Bu girişimleri zaman, zaman başarılı oldu. Bu dönemde, çocuklara
vize uygulaması, oturma hakları benzer hak gasplarını parlamentolardan
geçirerek yasallaştırdılar. Kim kaybetti? Biz!
Mücadele ettik ve kazandık.
Bugün Almanya genelinde üç bin cami var.
Alman yasalarına göre askerliği ret edip eline silah almak istemeyen bir genç
camilerde çalışarak askerliğini yapma hakkına sahip. Camilerin kendi bünyesinde
yaptığı Almanca kursu, meslek eğitimi, gençlik çalışmaları, sosyal- kültürel
aktiviteler için gerekli paraları projelendirdiğinizde Alman Makamları size
ödüyor. Birçok eyalet okullarında çocuklarımız Türkçe ve Kürtçe ana dilde
eğitim, Sünni ve Alevilik üzerine din dersleri alıyorlar. Evlerimizde kendi
dilimizde seyredebileceğimiz Türk televizyon kanallarını izleme hakkımız var.
Biz bu haklarımız için mücadele ederken az sayıda ırkçı Alman karşımızda
olurken yığınlarca Alman halkı bu süreçte haklarımızı almamız için bizim
yanımızda yer aldı.
Küçük zekâlar kişileri, orta zekâlar
toplumu tartışır. Büyük zekâlar proje üretir.
Bu sözü söyleyen bilge insan, bize çok
şey anlatıyor. Avrupa’da yaşayan Türkler olarak, bu ülkede yaşadığımız
deneyimleri Türk ve Kürt halkları ile paylaşarak barış sürecine katkı
sağlamalıyız. Alman ırkçılarının bizleri yakmaları, öldürmeleri karşısında
Alman halkının çoğunluğu bize siper olarak sosyal siyasal haklarımız için en
önde mücadele ettiler. Alman sol-sosyalistleri, İslam din dersleri ve
anadilimizde eğitim almamız için bizimle birlikte kararlılıkla mücadele
ettiler. Bizim cemaatimizin insanları Cuma namazından çıkıp evine giderken
Alman halkı Cami karşıtı İslamofobi taraftarlarına karşı camilerimizin önünde
siper olarak sabahladılar.
Türkiye’de barış konusunda biz Türklere daha
çok görev düşüyor. Akan kanın durması, çatışma ortamında ekonomik
kayıplarımızın önlenmesi, barışı içinde birlikte yaşamayı hayata geçirilmesi
için bizlerin daha çok çaba harcaması gerekiyor.
Bilindik tekrarlar ile zaman kayıp etmeyelim.
Bilindik laflarla tartışma sürdürme
cehaletinden kurtulmalıyız. Ulus, millet kavramlarını bilmeyen, bu konuda kitap
kapağı açmamış insanlar, Alman ırkçıların Türk tanımı yaptığı gibi, Türk-Kürt
tanımı yapıyorlar.89
Biz anadilde eğitim istediğimizde, Alman
ırkçıları “Burası Almanya. Anadilinizi öğrenmek istiyorsanız ülkenize dönünüz”
dediler. Buna karşı yığınlarca Alman bizim yanımızda yer alarak anadilde
eğitimin insanlık hakkı olduğunu savundular.
Şu türden söylemleri duyduğum insanlarda
Hitlerin şemailini görüyorum. Kürtlerin neyi eksik? Bir ülkenin bir dili
olur? Ülke bölünsün mü? Kürtçe eğitime gerek var mı? Kürtçe diye dil var mı?
Kürt diye bir ulus var mı?
Sesli düşünelim. Bir Kürt gencini adını
nüfusa Kawa olarak yazdığımızda Türklüğümüzden ne kayıp ederiz? W harfini
yazmak konuşmak Türklüğümüzü nasıl bozar? Her birey kendi bilgisi dâhilinde
katkı sağlamalı. Bilgisi olmayan dinlemeli, araştırmalı, bilimsel yaklaşılmalı.
Hak birlikte mücadele ile alınır.
Başbakan Erdoğan: Anadilinizi öğrenin ama
yaşadığınız ülkenin dilini en iyi şekilde öğrenin. Erdoğan’ın bu çağırısı
Anadilde eğitimin gerekliliğinin bilimsel olarak tespit edilmiş olmasındandır.
Almanya’nın bazı eyaletlerde çocuklarımız anadilde eğitim görüyorlar. İlk
gelenlerimiz Bayram Namazını Kiliselerde kıldılar. İnanç özgürlüğü talebi ile
cami istedik. Bugün, Almanya’da 3.000 bin civarında cami var. Alman alfabesinde
ö,ü,ş harfleri yok. Şenay ismini Alman Senay, Ümit ismi Umit olarak çağırıyor.
Alman ırkçıları: Türker’in neyi eksik? Milletvekili seçildiler, bakan oldular. Artık
bunlara Almanya’nın ihtiyacı yok. Ülkelerine dönsünler. Benzeri söylemler ile
bizlerin 51 yıllık katkısını hiçe sayıyorlar.
Bugün
sağcı ve Hıristiyan partilerde Türk kökenli Milletvekilleri, Bakanlar var. Bu
vekiller Anadilde eğitim, din eğitimini, ırkçı-ayrımcı yasaların
kaldırılmasını, eşit hakları için mücadelemizi partileri ve kendileri
desteklemiyor, taleplerimize sahip çıkmıyorlar. Bunlar bizim Milletvekillerimiz,
Bakanlarımız olarak temsilcilerimiz olabilirler mi?
Almanya parlamentosunda Türk kökenli
Milletvekili olup, Türklerin sosyal –siyasal insan hakkını savunmayanlar Türk
halkının temsilcileri olamazlar. Türkiye parlamentosunda Kürt kökenli
Milletvekilli olup Kürt halkının sosyal-siyasal insan hakları taleplerini
savunmuyorsa bizim anları Kürt halkının temsilcileri olarak dayatmamız ne kadar
geçekçi olur?
Almanya’da yabancılar yasasına karşı, eşit
sosyal siyasal haklar mücadelesi veren sol- sosyalist partiler Türkiye’de AK
Partiye, MHP’ye yakın Türk ve Kürtlerin oyunu alıyorlar. Almanya Türkleri ile
Türkiye Kürtleri arasında benzerlik kurmamı özümseyemeyenler, benzetmeyi doğru
bulmayanlar olabilir… Benim tavsiyem Türkiye’den çıkıp dil, ulus, inanç olarak
farklı bir ülkede yaşamayı deneyip, kitaplardan araştırma yapsınlar o zaman
Kürtleri çok iyi anlayacaklar.
Manisa’nın barış sürecindeki yeri önemli
Manisa yerlisi, yurtdışı göçmeni, Anadolu
Türkmenleri ve Kürt halkı ile harmanlanmış kültürel zenginliğe sahip. Bu
birleşim, güç ve mayalanma mesir tadında bütünleşmiş.
Türklerin doğası gereği ve İslam inancından
olması ile farklı milliyet ve inançları tanıma, hoşgörü ve birlikte yaşama
duyarlıkları diğer uluslara göre daha fazladır. Dünya ülkelerinde; din, ırk,
mezhep çatışmaları yaşanırken Türkiye’de iki ulusun birlikte yaşam söylemleri
ve ısrarcı olması çok ama çok önemlidir.
AK Parti, Kürt sorununu çözme konusunda
attığı adım çok kıymetlidir. Ocağına ateş düşmeyenlerin durduğu yerden ahkâm
kesmelerine, ajitasyonlarına aldırmadan bu yolda kararlılıkla yürünmelidir.
Çatışmaların ve ölümlerin durdurulması en temel sorundur. Ayrışma yerine eşit
sosyal siyasal haklar ile birlikte yaşam Türkiye’nin kazanımıdır. Birimizin,
diğerlerinin ne düşündüğünü sorgulamak yerine biz insan olarak de düşündüğümüzü
ortaya koymalıyız.
Ayrışmanın; milliyeti, inancı, mezhebi, sağı,
solu olmaz. Sağ-Sol kavramını
kutsal bir kavram değil. Fransa parlamentosunun sol tarafında oturanlar insan
haklarını gündeme getirdiklerinde, sağ tarafında oturanların karşı çıkışı ile
sağ-sol terimleri ortaya çıkmış. Sağcı- solcu, inançlı, ateist, milliyetçi,
hümanist her ne olursak olalım. Önce insan olduğumuzu ve insani değerlerimizin
sorumluluğunu taşıysak temelde insan hakları ile insan olacağı temelde süreci
desteklemeliyiz.
AK Parti hükümetinin konumu gereği başlattığı
Kürt sorununu çözme ve 30 yıldır süren çatışma ortamını barışa dönüştürmek bu
sürece halkları dâhil ederek sonuçlandırılması, dinamik Türkiye’nin
tasarımcısı, barışın güvercini olacak anılacak. Bu coğrafyada; huzur, mutluluk,
kalkınma vatan sevgisi güçlenecek. Başta AK Parti’ye düşen; Emperyalistlerin
tüm entrikalarına, bölge ülkelerinin şaşkınlık içinde barışı boşa çıkarma
oyunlarına, ülke içinde kandan beslenenlerin çırpınışlarına aldırmadan süreci
kararlılıkla barışa taşımaktır.
Kürt sorununu bugün çözme, yarın zenginlik
değildir
Kürt sorununu çözme ve barış süreci Manisa’da
ayakkabı boyacılığı yapan Muşlu Kawa’nın, Güre’de keçi otlatan Manisalı
Cemal’in ekonomik kaderini bugünden yarına değiştirmeyecek. Bu değişim ekonomi,
kültür, tarih alanında zenginlik yaratırken halklar arasında, özgürce birlikte
yaşam, kardeşçe paylaşım inşası ile güçlü Türkiye yaratacak.
Erdoğan: Anadilde eğitiminizi mutlaka
alınız. Yaşadığınız ülkenin dilini iyi öğreniniz.
Anadillerini bilmeyenler; Sosyal-kültürel,
siyasal ve eğitim alanlarda başarılı olamıyorlar. Birlikte yaşadığı ülkeye uyum
sağlamakta zorlanıyorlar. Bu tanımlama yeni bir buluş değil. Bilimsel bir
tanımdır. Bitlisli Berivan’ın isminin Beriwan olarak yazıldığında isini ortaya
çıkaran içindeki W harfinin Manisalı Gülsüme ne zararı olur? Kürtçeyi iyi
konuşan birinin Türkçe öğrenme çabası bize ne kaybettirir?
Şu örneği çok aydınlatıcı bulduğum için
vermek istiyorum. Almanya’da birçok semtte Kilise okulları var. Okullarda Türk
ve diğer Müslüman ülke çocukları eğitim görüyor. Müslüman çocuklar ve
Hıristiyan çocuklar birlikte masaya yemek için oturuyorlar. Tabak, masa çatal,
bıçak, kaşık, yemekleri farklı değil. Tek ayrıntı, Müslüman çocukların
yemekleri sığır, koyun eti diğerlerinin yemeklerinin domuz eti ile
yapılması. Görevliler:
Müslüman olanlar elini kaldırsın. Müslüman olanlar şu masaya otursunlar.
Diyerek çocukları rencide etmiyorlar.
Irkçılık her yerde aynı ipten
dokunur.
Irkçılık en zalimliği ve en acımasızlığı
Almanya’da yaşandı. Anaokulundan başlatılarak okullarda, müzeye dönüşmüş o
dönemin izlerini taşıyan toplama kamplarına çocuklar götürülerek ırkçılık
anlatılır. O dönemi yaşayanlar yaşadıklarını anlatmaları için okullara davet
edilir.
Bir kez daha altını çiziyorum. İnanç,
dil, ulus olarak farklı bir ülkede yaşayanlar, Türkiye’de başlatılan bu barış
sürecinin önemini ve hayata geçirilme özlemini çok iyi bilirler. Çocukluğumuzda
kırmız karıncaları “GAVUR” diye öldürür siyah karıncaları Türk diye korurduk.
Yıllar sonra Yunanistan’da Yunan halkını tanıdığımda, çocuk dünyam içerisine
aldığım o kinli duygumdan utandım.
İnsan sevgisi edinerek pratik yaşam içerisinde
bu sevgiye bağlı yaşam sürenler, dil, renk, ulus ayrımı yapamazlar. Müslüman
inancını taşıyan bir mümin farklı bir inancın, ulusun diline, yaşam şekline
İslam’ın hangi emri ile karışma, engel olma, yok sayma hakkını kendinde bulur?
Barış sürecini Türkler daha çok desteklemeli
Bizler çoğunluk bir ulusuz. Akan kanların
durması, ekonomik kalkınma, sosyal ve kültürel zenginlik, eşit sosyal siyasal
haklar ile birlikte yaşama daha çok katkı sunmalıyız. Orta Doğu batağına
çekilmeden, kurtuluş savaşı süreci benzeri güçlü birlik ruhu ile
Emperyalistlerin karşısına dikilmeliyiz. Orta Doğu’da akan Müslüman kanını
durdurmak, Dünya ülkelerinde yaygınlaşan İslamofobi saldırı ve karalamalarını
boşa çıkaracak Türkiye halklarına mazlum halkların ihtiyacı var. Orta Doğu’da
akan kana, Dünya yoksullarına yapılan sömürü ve saldırılara karşı kayıtsız
kalamayız. Bunlara yardım edebilmek için biz kendi hasta yanımızı tedavi
etmeliyiz.
Almanya ırkçılığının tavan yaptığı günün
akşamı, iktidar çökünce sabah ülke kalkınması çağırısı yaparak, kapılarını yabancı
ülke işçilerine açtılar. Ülke geçmişinden ders çıkararak dünya halklarına barış
ve Almanya’nın yeniden inşası çağırısı yaptılar.
Türkiye içerisinde yaşayan halklar; Mevlana,
Hacıbektaş, Yunus sevgisi ve hoşgörüsü ile mayalandılar. Dokusunu buradan alan
halklar nefret, kin ve ayrışmaya gönül vermezler, vermemeliler.
Barışa el uzat
Ülke sevgisini milliyetçi duygu ile ifade
edenlerin, İnancını insan sevgisi ile bütünleştirenlerin, Vatan topraklarını
emperyalistlerin sömürüsüne karşı savunanların, özgürce birlikte yaşam
mücadelesi verenlerin bu barış sürecine daha çok katkı sunmaları gerekiyor.
Herkes için barış
Ellerimizi taşın altına koymaya çağırıyorlar. Barış, elimizi ezecek taş ağırlığında değil. El ele tuttuğumuzda dünyayı kucaklayacak büyüklükte.
Ellerimizi taşın altına koymaya çağırıyorlar. Barış, elimizi ezecek taş ağırlığında değil. El ele tuttuğumuzda dünyayı kucaklayacak büyüklükte.
Manisa barışa el uzat.
Horozköy ’den zılgıtlarla gelen Kürtleri,
davul zurna ile karşılayan Yeni mahallenin Türkmenleri, Malta’da Andolka oyunu
tutmuş göçmenlerini yanlarına alarak Manisa Cumhuriyet meydanında Arpazlı
Zeybeği oynayan Manisalı Efelere karıştılar. Ayrı dillerden aynı vatan için
sevgi türküleri söyleyerek birlikte halaya durdular.
AK Parti’nin başlattığı barış süreci
içerisinde en çok katkı sunanlardan biri olan Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınç Manisalı. Mecliste en çalışkan, en hareketli
Milletvekili olmasından dolayı TBMM Başkanvekili Meral Akşener, ''haşarı çocuk'' dediği CHP Milletvekili Özgür Özel Manisalı. Horozköy Mahallesini Bozköy
mahallesinden ayırmayıp aynı hizmeti veren MHP’li Belediye Başkanı Cengiz Ergün
Manisalı. Bu değerleri mesir tadında Manisa’da harmanlamak için barışa el
uzattığımızda Türkiye kazanacak.
İnsan olmanın, Müslüman olmanın, Türk
olmanın, Kürt olmanın temel öğesi eşit sosyal siyasal haklara sahip
demokrasinin kurum ve kuralları ile Türkiye’de birlikte, kardeşçe yaşamaktır. Biz bunu
başarmalıyız.
Barış
için:
''Niçin hep birlikte barış ve uyum içinde
yaşamayalım? Hepimiz aynı yıldızlara bakıyoruz, aynı gezegenin üzerindeki yol
arkadaşlarıyız ve aynı gökyüzünün altında yaşıyoruz.'' (aunius aurelius
simachus)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder