Ali Gültekin

1 Aralık 2016 Perşembe

AB, ABD, ŞANGAY- YA DA BAĞIMSIZ TÜRKİYE


 Dört kişilik bir ailenin açlık sınırının bin 405, yoksulluk sınırının 4 bin 577 TL’ye dayandığı, işsizliğin yüzde 11,3’ü bulduğu, genç işsizliğin ise yüzde 20’lere ulaştığı bir dönemde Türkiye AB, ABD ve ŞANGAY üçlüsü arasında “cebelleşme” niye? 
TÜRKİYE EKONOMİSİ VE YABANCI SERMAYE 
Rusya krizi, AB gelirimi, 15 Temmuz darbe girişimi, ABD seçimleri, TSK Suriye’ye girmesi ve son olarak Avrupa Parlamentosu’ndan gelen müzakereleri dondurma kararı ile birlikte Türkiye ekonomisi tartışmalarını öne çıkardı. Yakın zamandaki ekonomik krizler ve bugün. Türkiye’de 2001, dünya Mart 2008-Eylül 2009 krizi yaşadı. 2001’de dünyada para bolluğu vardı. TELEKOM, PETKİM, TEKEL… özelleştirmeden satın alındı. Borsa, hisse senetleri, tahviller, bankalar… satın almaya başladılar. Bu dönemlerde Türkiye’deki kârlar dünyadaki diğer bölgelere göre daha yüksekti. Yabancı sermaye daha çok sisli havada “sıcak para”  avına çıkarak vur-kaç yapmaz mı?
 AB GERGİNLİĞİ NEREYE? AB 
ülkelerinde Sosyal Demokratlar ve Yeşiller yıllardır Türkiye’nin AB’ye alınması konusunda yoğun çalışma yürütüyorlardı. Bugün gelinen noktada Türkiye’yi AB’nin “en temel değerleri” olan basın, düşünce özgürlüğü ve hukuk devleti değerleri üzerinden diğer partiler karşısında savunamaz duruma geldiklerini söylüyorlar. 
AB İLE İPLER KOPAR MI? 
Türkiye ihracatının yarısını AB’ye yapıyor. Dış kredilerin neredeyse tamamına yakını AB ülkelerinden alınıyor.  Doğrudan yatırımlar, sıcak para AB ülkelerinden geliyor.  AB ile dış ticaret payı yüzde 60-65’i buluyor. Şangay veya başka bir alternatif ile bu pazar buluna bilinilir mi? 15 Temmuz darbe kalkışması öncesi ülkeye gelen 41 milyon turist içinde AB vatandaşı oranı 35 milyondu. Bu açığı turistlerin ekonomik, sosyal ve kültür standartlarını da göz önüne alarak Türkiye nereden nasıl kapatacak? TÜRKİYE AB’DEN NASIL KOPACAK? AB, 
Türkiye'nin toplam ihracatının yüzde 48,5’ini oluştururken Şangay Beşlisi sadece yüzde 3'lük bir paya sahip. 1950’lerden bu yana Türkiye, sanayileşmesinde, ekonomik yapılanmasında batıya ve AB’ye yönelik bir sistem oluşturdu. Kullandığı hammaddeler, teknolojiler, dış borçlanmalar, ithalat bunun üzerinden yürürken bu sistem nasıl değişecek? NATO’dan ayrılmayı nasıl göze alacak? Rusya, Çin, İran; Suriye’de kaleleri zapt etmiş. Fillere ganimetleri yüklemiş. Atları ile bozkırda cirit atıyor. Ortadoğu piyonları ile işbirliği yaparak, vezirlerce ağırlanıyor. Peki, Türkiye bu masada hangi hamle ile Şah mat diyecek? İç ve dış politikayı ülke çıkarlarını dengeleyerek yürütmek gerekmez mi? 
ABD AÇMAZI 
ABD, Türkiye arasında uzun süredir Ortadoğu “anlaşmazlığı” sürüyor. Barış sürecinin dondurulmasının ardından ABD ve diğer koalisyon güçlerinin PYD, YPG’yi desteklemesine Türkiye’nin karşı çıkışı ile ipler iyice gerildi. Son olarak FETÖ’nün ABD’de yasaklanması ve Gülen’in iadesi konusunda görüşmeler hala çıkmazda. Türkiye, Trump’un seçimi kazanmasıyla iyimser beklentiler içine girmiş olsa da Trump ekibinin isimleri ortaya çıktıkça Türkiye ilişkilerinin hiç de yolunda gitmeyeceği görünüyor. ŞANGAY ÇIKIŞI VE GERÇEKLER
 Şangay’ın Türkiye’ye “gel bize katıl” gibi bir çağırısı yok. Şangay, ABD, AB’ye karşı bütünleşmiş bir kutup olma bütünlüğünü yaratmış da değil.   Peki, Şangay 5'lisi nedir? Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın katılımıyla 1996 yılında Şangay Beşlisi adıyla kuruldu. Özbekistan’ın 2001 yılında katılımı ile ismi "Şanghay İşbirliği Örgütü" olarak değiştirildi.  2015 yılında Rusya'ya bağlı Başkurdistan Cumhuriyeti'nde düzenlen "Şangay İşbirliği Örgütü" liderler zirvesinde açıklamalar yapan Rusya Devlet Başkanı Vladimi Putin, Hindistan ve Pakistan için yeni bir üye kabul prosedürü başlatıldığını ve örgüt için yeni bir dönemin başladığını duyurmuştu.  ŞANGAY İLE BİRLİK OLUR MU?
 Türkiye’nin ŞANGAY üzerinden Rusya ve Çin’e yaklaşma çözüm mü? Rusya, Çin, İran hala Suriye devlet bütünlüğünü ve hükümetin meşruiyetini savunmuyorlar mı? Rusya, Ermenistan’la askeri güç oluşturmak üzerine çalışma yürüttüğü bilinmiyor mu? Moldova ve Bulgaristan’da seçimi Rusya yanlıları kazanmadı mı? Süreç böyle yürürken Türkiye hangi dostluğu kuracak? 
SAVAŞ ÇIĞLIĞI 
Medya’da, Musul, Kerkük, Telefar, Halep’e “yürüme”  söylemleri savaş çığlığı atanlar Atatürk’ün “ yurtta sulh cihanda sulh” barış nutkunu unuttu mumu?    Küresel güçler; Irak, Suriye, Libya, Yemen, Somali, Endonezya, Malezya ve Pakistan’a milliyet-din-mezhep çatışmaları, ayrışmaları yaratarak girmediler mi?  Bu güçler, Türkiye toprakları üzerinde inanç ve ulusal değerler üzerinde politikalar geliştirerek ekonomik–siyasal çözümsüzlük körüklemiyorlar mı? Afganistan ve Irak’ı işgal emri çıkaran J.Walter Bush, “Allah Irak’ı işgal et dedi, ettim; Allah Saddam’ı vur dedi, vurdum“ diyen  J.Walter Bush’un İslam inancı ile alay edişi ne çabuk unutuldu? Milliyet, din, mezhep istismarı hala az gelişmiş ülkelerde savaş koşullarının oluşması için en etkili silah değil mi? Türkiye, Kürt, Arap, Fars düşmanlığı yaratmak için Ortadoğu’da kan gölünün içine çekmeye çalışanların tuzağına düşmemeli.
  NE AB, NE ABD, NE DE ŞANGAY, BAĞIMSIZ TÜRKİYE! 
Bu gün; tüm milliyetlerden ve inançlarından vatandaşların eşit sosyal- siyasal hakları ile laik demokratik tam bağımsız Türkiye’yi ısrarla savunma günü değil mi? Zaman; ABD, AB ve ŞANGAY “cebelleşmesi” yerine sanayi, tarım, hayvancılık alanında milli ekonomi, milli sermayeyi yaratma zamanı değil mi? ÇÖZÜM!
 Türkiye halkları, farklılıklarına hoş görü göstererek, demokratik hak ve özgürlükleri ve milli sermayeyi güçlendirmeli.  Türkiye üreten bir toplum olunmalı. Tam bağımsız Laik Demokratik Türkiye savunulmalı. Vatan toprakları üzerinde birlikte yaşamı güçlendirmekten başka yol arayışında olunmamalı
 Hadi hayırlısı…

UTANÇ RESMİ

Bir çocuk duruyor araç yolunun tam ortasında. Çamurdan sarı renk olduğu yer yer gözüken ayağında  büyük duran pabuçları ile. Sol ayağından diz altına kadar çekilmiş yeşil çorabı. Sağ pabucunun ucunun yırtığından siyah çorabını sündürerek dışarı çıkaran başparmağı gözüküyor. 
 UTANÇ RESMİ 
Bir çocuk yol kenarında duruyor. Kartal bakışlı gözleri ile sarı, kırmızı, yeşil yanıp sönerek yayalara, araçlara  yol veren trafik lambalarını izliyor. Milyon dolarlık, yüzlerce milyar liralık, milyarlık arabaların gelip geçtiği kavşağın orta yerinde  elinde ambalajı buruşmuş iki çift kâğıt mendili ile bir çocuk duruyor. UTANÇ RESMİ
 Bir çocuk dolaşıyor sırtında iki beden büyük ceketi ile trafik lambaları arasında. Solgun yüzleri,  çelimsiz bedenleri, üşümüş elindeki mendili camı açık araçlara uzatıp kaç lira verirlerse almak için
. UTANÇ RESMİ 
Bir çocuk dolaşıyor araçların arasında. Çocuğun boyu yanına yaklaştığı TIR’ın tekerinin boyundan daha küçük. Yolcu otobüslerinin tekerinden azıcık daha büyük.  Şoförlerin bazıları  bir elini aracının açık camından dışarı sarkıtmış tespihini çekiyor. Kimileri aracının camını açarak sönmemiş  sigara izmaritlerini atıyor  yere. Kimileri telefonla konuşurken, birileri son ses  müzik dinliyor. UTANÇ RESMİ 
UTANÇ RESMİ 
Bir çocuk fırladı yola.  Tam araçlara kırmızı yanmıştı. Parayı bastırıp soy adını  plakasına yazdırmış araç acı firen yaparak zor durdu. Tanımayanlar soysuz sanmasınlar diye aracının plakasına "soyunu”  yazarak tüm cihana ilan etmiş. Aracı zor durduran hatun yan koltukta açık duran çantasını alıp dikiz aynasına bakarak dudağına rujunu sürerken  arka tarafta elinde mendil olan kirli dağınık saçlı, gözleri ay ışığı kadar parlak, üzerindeki ceketi iki beden büyük çocuk gördü. Aniden otomatik düğmeye basarak aracın camını kapadı. Aracın arka koltuğunda  cep telefonu ile oynayan çocuğuna seslendi. "bak kızım bir daha söz dinlemez, yaramazlık yaparsan seni de bu çocuk gibi buraya bırakır çalıştırırım. Şu kağıt mendil satan dilenci kılıklı çocuğu görüyor musun?" Elindeki dokunmatik telefonla oynayan çocuk ne etrafına baktı ne de annesine cevap verdi.  Belki de Annesini hiç duymadı. Anne rujunu yan koltuğun üzerinde duran ağzı açık çantasına atarak vitesi  ikileyip gaza basarak yoluna devam etti. 
UTANÇ RESMİ 
Bir çocuk duruyor trafik lambasının tam önünde. Annesi yayalara yeşil yanan ışıktan geçen bir diğer çocuk  annesini durdurdu. " Anne  çocuk üşümüş.Elindeki iki mendili alalım evine gitsin.” Anne: Onlar bizden zengin. Hem bak bugün öğretmenler günü olduğu için çok para verip öğretmenine hediye aldım. Onların annesi benim gibi iyi anne değil. Kötü anneler çocuklarını okula  göndermeyip çalıştırıyorlar.  UTANÇ RESMİ 
Bir çocuk fırladı yola. Bazılarının annesi,  bazılarının babası yok. Kimileri annesiz  ve babasız... Ne okula gitmezlik yapmış ne de haylazlık yapmıştı. Onlar, vatansız, evsiz, okulsuz, eşyasız, oturumları olmayan… Göçmendiler... 
UTANÇ RESMİ
 Muradiye'de ağacın dalından kopardığı cevizi  karga tam İngolstadt bulvarı üzerinde uçarken gagasından boşluğa düşürdü. Suriyeli Bediya yeşil alanda ağaca  sırtını yaslamış gözleri pür dikkat araçlara kırmızı yanacak elettik direğe bakıyor.  Kırmızı ışık yandı. Araç gürültüleri azaldı Bediya tam yavaşlayan araçlara  doğru harekete geçecekti ki ayakkabısının tozunu alarak önüne bir ceviz düştü. Ceviz kabuğundan ayrıldı, ama kırılmadı. Bediya cevizi elinden alıp karganın peşinden koşmak, hatta kanatlanıp uçarak yetişip cevizini vermek istedi. Sağ elinde tuttuğu cevizi  parmaklarını ağır ağır açarak tam avucunun ortasına getirdi. Sol elini de sağ elinin yanına getirip cevizi iki avucunun ortasına alarak buğulu gözleri ile soğuktan titreyen ellerinde duran cevize baktı. Bediya: Karga cevizi acaba yavrusuna götürüyor olabilir mi? Bugün başka yiyeceği var mıydı? Bu düşünceler ile derinden iç çekerek bir kez daha gökyüzüne baktı. Cevizini gagasından düşüren karga sise karışarak gökyüzünde, Bediya avucunda sımsıkı tuttuğu cevizi ile  akşam karanlığına karışarak yeryüzünde   kayboldular.
 UTANÇ RESMİ
 Bu acılı yaşamları; Cumhurbaşkanları görüyor. Başbakanlar görüyor. Bakanlar görüyor Muhalefet Parti liderleri görüyor. Milletvekilleri görüyor. Valiler görüyor. Kaymakamlar görüyor Belediye başkanları görüyor İş adamları görüyor.  “Karga bir cevizini veriyor” ... Körelmiş vicdanlar görmüyor. 
Hadi hayırlısı… 

TOPLUMSAL ŞİDDET BÜYÜYOR

Vatandaş olma bilinci yok oluyor. Sorumlu birey olma duygusu yitiriliyor. Yasalara uyma sorumluluğu bilinci oluşmuyor. Kendilerini “devlet yerine, güvenlik güçleri yerine, yargıç” yerine koyarak suç işleyenler ülke yasalarını yok sayarak toplum içinde yaşamaya devam ediyorlar. 
KİM KENDİNİ DEVLET YERİNE KOYABİLİR? 
Türkiye’nin yasaları var. Güvenlik güçleri var. Mahkemeleri var. Bütün bunları görmezden gelerek kendilerini devlet yerine koyarak da ne oluyor? Kim hangi gerekçe ile kendini yargıç, polis, jandarma… yerine koyabiliyor? Türkiye’yi nereye, hangi ortama çekmek istiyorlar? 
ŞİDDETİ KİMLER NEDEN TIRMANDIRIYOR?
 -  Samsun’da bir kişi gayrimeşru ilişki sonucu dünyaya gelen ve hastalanan ikiz çocuklarını görmek için kara çarşaf giyerek gittiği hastanede canlı bomba zannedilip meydan dayağı yedi.
 -  Sivil polisi 'hırsız' şüphesi ile döven apartman sakinlerinden olay yerine gelen resmi kıyafetli polis memurlarınca kurtarıldı.
 -  Çin'in Doğu Türkistan'da katliam yaptığı iddiasıyla bir Türkiye’de suşi restoranını basıp yanlışlıkla Uygur vatandaşlarını dövdüler.
 -  Sultanahmet Meydanı'nda Çinli sanıp Korelilere saldırıldı.
 -  Türkmen Dağı'ndaki Rus saldırılarını protesto edenler bayrakları karıştırınca Hollanda konsolosluğuna yumurta fırlattı.
 -  Ersin Korkut olduğu iddia edilen kişiyi köşeye sıkıştıran bir kişi "Vatan haini" ve "terörist" diye bağırarak art arda yumruk ve tekme attı. Olay anını cep telefonuyla çeken bir kişi, videoyu sosyal medyada paylaştı. Fakat saldırıya uğrayan kişinin Ersin Korkut değil, ona benzeyen biri olduğu ortaya çıktı.
 -  Konya’da Yeni Meram gazetesinden Salih Köprülü'nün haberine göre gece saat 11.30 PKK’lı olduğu gerekçesi ile biri linç edildi. Bu kişinin bir ziyaret sonrası evine dönmek için yola çıkan görevinde başarılı bir hava pilot üsteğmen olduğu ortaya çıktı.
 -  Sakarya'nın Akyazı'da Boztepe Mahallesi'nden iki kişiden birini Adil Öksüz'e benzettikleri için yakalayan vatandaşlar şiddet uyguladılar.
 -  Konya'da bir apartmandan kaçan hırsızlık şüphelisini arayan mahalle sakinleri, hırsız sandıkları Suriye uyruklu kişiyi dövdüler. Polis ekipleri tarafından kurtarılarak Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırılan Sait Muhammed'in hırsız değil Hatay'a gitmek için evinden yola çıktığı öğrenildi. -  MarkAntalya AVM’nin tramvay durağı yönünde esmer tenli bir kişiyi görünce  yaklaşık 10 kişilik grup, genci tekme tokat dövdü. Linç edilmek istenen genci sivil polisler kurtardı. Bu sırada genç, sivil polise “Abi ben Burdurluyum, MHP’ciyim. Beni neden dövüyorlar anlamadım” dedi.
 -  Kasımpaşa Cami Kebir Mahallesi Bahariye Caddesin’de tuvalet ihtiyacını karşılamak için inşaata gelen Arif Tekeli'yi hırsız sanarak hastanelik oluncaya kadar çalışanların lincinden Polis kurtardı. Tekeli’nin Polis sorgusunda hırsız değil balıkçı olduğu ortaya çıktı.
 -  İddiaya göre Ankara'da 'Demokrasi Nöbeti' adı altında ellerinde bayraklarla sokaklarda turlayan bir grup, Fransız turiste sallaması için bayrak verdi. Grubun ne isteğini anlamayan turist ardından darp edildi. Fransız turisti darp eden grup, görüntüleri sosyal medyadan yayımladı.
 -  İki kişi, kız kardeşlerine küfür ettiği iddiasıyla halk otobüsü şoförünü demir çubuklarla öldüresiye dövdü. Daha sonra saldırganların yanlış şoförü dövdüğü ortaya çıktı.
  -  Cihangir’de yemekli Radiohead etkinliği düzenleyenlere Ramazan ayında oruç tutmuyor diye saldırıda bulundular. Saldırılan kişilerin Koreli oldukları ortaya çıktı.
 -  Osmaniye’de oğlu rahatsızlanınca baba en yakın sağlık ocağına götürdü. Muayene sonucu Doktor hastanın rahatlaması için uyku ilacı verdi. Sabah oğlunun uyanmadığını gören baba oğlunun öldüğünü sanıp sağlık ocağına giderek elindeki sopayla Doktor’u başından yaraladı. Yaralı Doktor Devlet Hastanesine kaldırıldı. Daha sonra uykudan uyanan hastanın saldırgan babasından Doktor şikayetçi oldu. 
SONUÇ OLARAK 
Devletin yasalarını ve güvenlik güçlerini hiçe sayarak kendini kanun yerine koyarak sokaklarda terör estirenler Türkiye halkını derinden üzüyor. Yukarıda Türkiye’de yaşanılan örneklerden çok azını haber sitelerinden derleyerek okuyuculara aktararak nereye sürüklendiğimize dikkat çekmek istedim
. ÇÖZÜM OLARAK!
 Bir ülke vatandaşı suç işlerse güvenlik kuvvetlerince gözaltına alınır. Mahkemeler yargılar. Suçu varsa cezasını yasalara dayanarak yargıçlar verir. Suçlu suçunu yasalar gereğince çeker. Türkiye’nin yasaları, yargıçları, güvenlik güçleri ne için var? Neden Polis’in elinden zanlılar alınarak linç ediliyor? Neden Devlet varken toplulukları galeyana getirerek linç etme senaryoları sergileniyor?  Bu gidiş Türkiye’yi nereye sürüklüyor. Bu gidişatın önlemi yetkililerce acilen alınmalı. Devlet kendi yetkilerini, bireyler vatandaşlık sorumluluklarını bilmeli. Bilmek istemeyene yasalar çerçevesinde bildirilmelidir. Devlet toplumsal adaleti sağlamalıdır ki vatandaş kendisini güvende hissedebilsin
Hadi harılısı...


10 Kasım 2016 Perşembe

YENİ “BAŞ-KAN” TRUMP


Küresel sermaye daha çok kazanma, kendisine baş kaldıran halkları daha çok baskı altına almak için kendi ülke yoksullarını ve sömürge ülkelerin halklarını açlık ve ölümlerle “terbiye” etmeye çalışıyor. İşgal ve sömürü ortamı için ulus, inanç ve mezhep çatışmaları zeminleri hazırladılar. Baş kesilen, kan dökülen, halkları  zulüm gören… ülkeleri işbirlikçileri ile ittifak yaparak işgal eden küresel güçler insanlığı koruma iddiası ile girdikleri ülkelerde kendi sermaye alanlarını güvence altına alıyorlar.

 ÇATIŞMA, SAVAŞ VE İŞGALLER YAYILACAK MI?

Emperyalistler Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde ulus, mezhep çatışmalarını körükleyerek işgal gerekçesi oluşturdu. Ölümü göstererek acılar içerisinde yaşamaya dua ettirecek zalimlikte zulüm ediyorlar. Ortadoğu ve Kuzey Afrika işgalci güçler ve onların işbirlikçileri halkları kurşunlanırken, evleri başlarına yıkılırken, kasabalar şehirler yaşanılmaz duruma getirilecek şekilde bombalanırken ne hikmetse petrol kuyuları tıkır tıkır çalışıyor. Latin Amerika ülkelerinde yenilgilerinin intikamını yine o ülkelerde iç çatışmalar ile almak için karmaşa yaratıyorlar. Afrika ülkelerinde açlıktan ölümleri sadece seyrediyorlar. Meksika yoksullarına duvar örmeye kalkarken Brezilya’da uyuşturucu baronlarına kucak açıyorlar.
HANGİ DEMOKRASİ?
Küresel sermayenin başını çektiği ABD, Rusya ve AB (Avrupa Birliği) hangi özgürlüklerden bahsedebilirler? Hangi insan haklarını savunabilirler?
ABD’de her geçen gün ırkçı saldırılar ile sarsılırken, yoksulluk açlık sınırına dayanmışken hangi politikaları ile demokrasi ve özgürlüklerden söz edebilir? Rusya keza yine açlık yoksulluk içinde yaşayan kendi halkını görmezden gelerek, ABD ile paylaşım savaşı içinde olması hangi demokrasi ile izah edilebilir? AB ülkelerinde göçmen ve İslam düşmanlığı güçleniyor. AB ülkeleri gelişen bu ırkçılığa karşı mücadele etmeden Ortadoğu’da hangi dünya barışını sağlama iddiası içinde olabilir?
SİZ ÖNCE KENDİ ÜLKELERİNİZDE BARIŞI SAĞLAYINIZ
Kendi ülkeleri ırkçı saldırılar, yoksulluk, göçmen karşıtlığı, ayrımcı politikalar… içinde inim inim inlemesini görmezden gelerek küresel güçler dünya ülkelerine hangi refahı getirecekler? Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da  petrolleri üzerinde aç kuzgunlar gibi uçuşarak kanat çırpanların derdi; barış, kardeşlik, halkların kendi kaderini tayin etme hakkı olabilir mi?
TRUMP ABD MİLLİYETÇİLİĞİNİ DİNDİRME DÜNYA FAŞİZMİNİ GÜÇLENDİRME PROJESİDİR
ABD içinde sınıflar arasındaki ekonomik-siyasi dalgalanmanın yükseldiği milliyetçi seslerin ve saldırıların güçlendiği bir dönemde Trump’un seçilmesi bir tesadüf müdür? “Siyahi” bir başkanın “siyahi” halka umut olmadığını göstererek karşılarına ‘beyazların ayrıcalıklı’ olmasını açıktan savunan, göçmeleri, farklı renkten, inançtan insanları aşağılayan, İslam inancına karşı açıkça tehdit savuran ırkçı Trump’un getirilmesinin nedeni başta ABD’de milliyetçi ve sermaye çevrelerine umut, dünya ülkelerindeki milliyetçi akımlara ilham kaynağı olmak değil miydi?
ABD TRUMP KARŞISINA HİLLARY CLİNTON’U NEDEN ÇIKARDI?
ABD’nin temel sorunları; işsizlik, ırkçılık, Ortadoğu çıkmazı, Afrika’yı görmezden gelmesi, Latin Amerika yenilgisi, Rusya politikaları, İslam karşıtlığı diğer sömürge ülkelerdeki tutumu ve ekonominin gidişatı değil mi? Bernie Sanders, bu tespitleri yaparak önseçim döneminde kampanya başlatmıştı. Sanders, sosyal demokrat talepleri savunan, emekçi sınıfların sosyal yaşamını temel alan somut öneriler belirlemişti. Trump’ı iktidara taşımak için ABD sermaye çevreleri tercihlerini zayıf halka olan Hillary Clinton’u Bernie Sanders’e karşı destekleyerek aday çıkardı. Oysa 2008 krizinin yarattığı sosyal-ekonomik buhranın baş sorumlusu olarak bilinen Demokratlar ve o dönem kabinenin etkili ismi Hillary Clinton yoksul halkların beleklerinden hala silinmemiş seçilme şansı Sanders’e göre daha azdı.
IRKÇILAR ALKIŞLIYOR
Trump’ın kazanmasının ardından Avrupa’daki sağ parti ve göçmen karşıtları “Trump” başarısına “Hitler selamı” durdular.
Fransa’daki Ulusal Cephe’nin lideri Mariene Le Pen, İngiltere’nin AB’den ayrılma aktörü Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) eski başkanı Nigel Farage, Hollandalı ırkçı Geerd Wilders, Almanya’da sağcı AfD yöneticileri… Trump’un kazanmasını kendilerini başarıya taşıyabileceği sevinçleri ile ayakta alkışlayarak ırkçı mesajlar yayınladılar.
SONUÇ OLARAK
ABD’de Faşist Trump’un kazanımı başta ABD’de milliyetçi kesimler güçlendirilerek. AB ülkelerindeki göçmen karşıtı ırkçı partileri daha çok cesaretlendirecek. Uluslar arası sermaye kendi ülkeleri ve sömürge ülkelerindeki; fabrikalarında, işletmelerinde, halkların birlikte yaşama, iş, ekmek, özgürlük… gibi ortak taleplerinin karşısında sermaye kendine gül bahçesi yaratmak için din, dil, ulus, renk, mezhep olarak ayrıştıracak. Küresel güçler arasında sömürge ülkelerde hakim olma, Pazar kazanımı, sermaye çelişkileri daha çok derinleşecek.
Dünya insanlığına düşen görev: Farklılıklarımıza hoş görü ile yaklaşmalı. İnsanlığın ortak değeri olan eşit sosyal-siyasal haklarına sahip çıkarak faşizme karşı birlikte mücadele etmeli. Emperyalizmin sömürü, savaş, işgallere karşı ülkelerinin ekonomik-politik özgürlüklerinden yana tutum almalı. Dünya ezilen halkları; Kapitalizmin uluslar arası sömürüsüne, faşist baskısına karşı farklı renkleri, dilleri, inançları, mezhepleri ile ortak değerleri olan insanlığı, doğayı, hayvanları… bir bütün olarak dünyayı yok etmek isteyen istilacılardan kurtarmalıdır.

Hadi hayırlısı…

3 Kasım 2016 Perşembe

İDAM TARTIŞMALARI İLE NEREYE?

Temmuz faşist darbe girişiminin sonrası meydanlarda soluğanlaşan “idam” Türkiye gündem olmaya devam ediyor. Oysa Türkiye halklarının birliğini, bütünlüğünü, ulusal değerlerini, inançlarını yok etmek isteyen faşist darbeci canilere karşı demokrasi ve özgürlükler şiarı ile hukuku öne çıkararak bütünleşmek daha akılcı olur diye düşünüyorum.  Bugün “idam” soluğanları, yara bere içinde basın önüne çıkarılan tutuklu görüntüleri darbe girişimini farklı ülkelerden yöneten veya darbe girişiminin başarılı olmadığını görerek farklı ülkelere kaçan darbeci canileri korur duruma geldi. Darbeci caniler kaçak yaşadıkları ülkeye “işkence görüntülerini” ve idam tartışmalarını kendilerinin Türkiye’ye iade edilememeleri için gerekçe gösteriyorlar.  
 OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE İDAMLAR 
Hala yaşayan tanıklar, yazılan kitaplar, yapılan haberler, çekilen belgeseller,  o anların kamera kayıtları idamı Osmanlıdan günümüze taşıyor. Bugünün kuşağı ölüm fermanlarını Osmanlı dönemlerinden kafaları kılıçla havaya uçurularak idam edilme yöntemlerini yazılı kaynaklardan okuyor. İstiklal Mahkemeleri'nin tartışmalı idam kararları ve sayılarından bağımsız olarak Cumhuriyet döneminde kaynaklarca 1920 ile 1984 yılları arasında 15'i kadın toplam 712 kişi yağlı urganlar boğazlarına geçirilerek idam edildiği yazılıyor.  
 GÜNÜMÜZE DAMGA VURAN İDAMLAR 
1- Menemen'de Yedek Asteğmen Kubilay Bey'in 23 Aralık 1930 günü öldürülmesi olayı ile ilgili 37 kişi ölüm cezasına çarptırdı. Meclis, 28'inin ölüm cezasını onayladı. 2-Cumhuriyet tarihinin casusluk gerekçesiyle tek idamı Sovyetler Birliği hesabına çalıştığı saptanan Aram Şanesyan adlı kişi 1949'da infaz edildi. 3- On yıl başbakanlık yapan Adnan Menderes ile Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın 16 ve 17 Eylül 1961'de idam edildiler. 4- Deniz, Yusuf, Hüseyin; 6 Mayıs 1972'de, Türk Halk Kurtuluş Ordusu, THKO üyesi Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi. 5- Darbeci Kenan Evren’in 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından 50 kişi idam edilmiş, ilk idam edilen Necdet Adalı son idamı Hıdır Arslan oldu.   
İNSANLIK TARİHİNİN UTANCI İDAMLAR 
İnsanlık tarihi boyunca boğazına yağlı urgan geçirilerek, kafası, taşla, pala ve kılıçlar kesilerek, kafasına kurşun sıkılarak, taşlanarak, atarlın, araçların arkasına bağlanıp sürüklenerek idamlar yaşandı. Farklı bir idam yöntemi olan Giyotin Fransız Devrimi ile adını duyurdu. Avrupa'nın uzun yıllar kullandığı giyotin benzeri araçlar bulunsa da Fransız yapımı bu makine standart bir idam biçimi olarak ortaya çıktı.   
GÜNÜMÜZDE İDAM TARTIŞMALARI 
Türkiye Cumhuriyeti’nde idam cezası resmi olarak ilk önce 21. Dönemde DSP- MHP-ANAP koalisyon hükümeti işbaşında iken, Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz’ın imzalarının da bulunduğu teklifin,  3 Ekim 2001 tarihinde TBMM’de kabul edilmesiyle “savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışında kaldırılmıştır.  22. Dönem AKP  iktidarında da, 7 Ekim 2005’te Meclis’te kabul edilen, “İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Avrupa Sözleşmesi,  Ek 13 No’lu Protokolü’ne ilişkin Kanun’la “savaş ve yakın savaş tehlikesi zamanları da” dâhil olmak üzere her durum için kaldırılmıştır.   Türkiye, bu uluslararası taahhütlerinden geri dönemez. Dönerse Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile ilişkileri baştan aşağı bozulur. Bütün bunlara rağmen getirirse bütün bu uluslararası taahhüt ve anlaşmaları tanımaması gerekir.  
 AB, ABD NE DİYOR?
 ABD ve AB yetkilileri çeşitli basın kuruluşlarına verdikleri demeçler ile Türkiye’de tartışılan idam cezasının geri getirilmesi konusunda yorumlar yaptılar. Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini: İdam cezası uygulayan hiçbir ülkenin AB üyesi olamaz. Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nin üyesi olduğunu ve Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi'nin altında imzası olduğunu belirten Mogherini, "Darbe teşebbüsü, Türkiye'nin hukukun üstünlüğü ilkesinden sapmasına bahane olamaz" dedi. Almanya Başbakanı Angela Merkel: İdam cezasının geri getirilmesi Türkiye'nin AB ile müzakerelerini noktalandırır. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande: Avrupa Birliği'ne girmek isteyen bir ülke idam cezasını geri getiremez. AB ile katılım müzakereleri bile olsa, ilişki içinde olmak isteyen bir ülkenin iç hukukuna idam cezasını geri getiremez. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry: Türkiye’ye anayasal düzene tamamen uyma çağırısı yaparak, ülkede hukukun üstünlüğünden uzaklaşacak adımlar atılmamasına dikkat çekti. Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier: idam cezasının gelmesi durumunda Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinden başarılı sonuç alınmasının önüne geçileceğini söyledi. Almanya’da hükümet sözcüsü Steffen Seibert: İdam cezasını kesinlikle reddediyoruz. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ek protokolünü imzalamış ve böylece idam cezasının tamamen kaldırılması konusunda yükümlülük altına girmiştir. İtalyan Mülteci Konseyi (Cir) Cir Başkanı Christopher Hein, Avrupa'nın anlaşma kapsamında söz verdiği 6 milyar euro'yu bu şartlar altında Türkiye'ye ödemesinin gerektiğini savundu. "Türkiye'deki göçmenlerin şu an kendilerini güvende hissettiği şüpheli. Ayrıca, 'Türkiye idam cezasını geri getirirse AB'ye giremez' deyip de mültecileri buraya göndermeyi sürdürmek bir paradoks teşkil ediyor" dedi.  
 SONUÇ OLARAK 
Türkiye faşist darbeci canileri hukuk üstünlüğü içinde adil yargılayarak en üst düzeyde cezalandırmalıdır. Türkiye’nin bu hukuksal tutumu aynı zamanda farklı ülkelere kaçan darbecileri ülkelerden geri alarak ülkeye getirerek yargılama hakanı sağlayacaktır. Toplum içerisinde algı yönetmeye kalkışmaların önünü kesecektir. Türkiye kendi ekonomik -siyasal bağımsızlığı demokratik değerleri içerisinde insan hakları çerçevesinde hukuka göre hareket etmelidir. Mesele, “Rüzgara savrulan  toplum söylemlerinin esintisine yelken açmak değil. Asıl mesele: Türkiye’nin değerlerine tutunan güçten rüzgarın kopararak önüne aldığı esintiyi birleştirecek akılcı tutum ve toplumsal bütünlüğü sağlayacak rüzgara karşı yürüme kararlılığıdır. 
Hadi hayırlısı…  

TÜRKİYE’NİN NEDENLERİ



Neden insan ve vatandaş olma sorumluluklarımızdan kaçarak umursamaz olduk? Neden ticari, siyasi, yönetici üçkağıtçılığı başarı grafiği olarak olağanlaştı? Neden yalancılık, dolandırıcılık salgınlaştı? Neden tüketici toplum olmayı kanıksadık? Neden hoş görüden uzaklaştık? Neneden “nerelisin, hangi millettensin, hangi mezheptensin, hangi partidensin” soruları önceliğimiz oldu? Neden kanun nizam tanımıyoruz? Neden işlerimizi kaba kuvvet, mevki, makam ve siyasal çevre gücümüzle çözüyoruz? Neden bilim ve eğitimi dışlayarak dedikodular ve hurafeye inanıyoruz? Neden kanunları yapacağımız işe göre dönüştürerek iş yapmak iş bilirlik olarak “saygın meslek” oldu? Neden onlar -biz ayrışmasını kaşıyoruz? Neden karşılaştığımız insanlara “merhaba, günaydın, iyi akşamlar” diyemez olduk? Neden sermaye gücü insanlığın üzerinde baskı olarak hissettiriliyor? Neden tüm siyasiler ortak değerimiz olan Türkiye bütünlüğü, ekonomik ve siyasal bağımsızlık ve halkların kardeşliği temelinde birlik yaratamıyor? SİYASİLERİN NEDENLERİ 

Neden tüm Türkiye’yi bütünleştiren politikalar ve ekonomik kalkınma modelleri üretme yerine, hala ulus, din, mezhep, bölge üzerinden siyaset yürütülüyor? Neden siyasi güç kendi çıkar çevreleri için kullanılıyor? Neden yabancı sermayenin ülkemize girmesine sevinen toplum güçlendirilmeye çalışılıyor? Neden yerli üretim, milli sermaye umursamaz olundu? Neden zengin ve fakir arasındaki ekonomik denge her geçen gün daha çok derinleşiyor? Neden bilimsel tartışma, uzlaşma yerine “ben yaptım oldu” tavrı ortaya konuluyor? Neden insanlar kendi düşüncelerini özgürce ifade edemiyor? Neden ülke sorunları konusunda somut veriler ortaya konularak ortak çözümler üretilemiyor? Neden iktidar muhalefet devlet bütünlüğü içinde birleşerek ekonomik-siyasal gelişme sağlayamıyor? Neden parasız eğitim, sağlık, barınma… konularında sosyal bir devlet olamıyoruz? Neden hala ülkemizde kadın hakları, çocuk hakları, özgürlükler, sosyal - siyasal haklar tartışılıyor?
 ULUSLAR ARASI SERMAYE NEDENLERİ
 Neden ülkemizde uluslar arası güçlerin üstleri var? Neden uluslar arası sermaye ülkemize istediği şekilde girerek ülke olanaklarından kar elde ederek kazanımlarını kendi ülkesine taşıyor? Neden komşu ülkelerimizde uluslar arası güçlerin talanlarına seyirci kalıyoruz? Neden komşularımızın toprak bütünlüğü, halklarının özgürlüğü için savaşlara, işgallere karşı durmuyoruz? Neden uluslar arası sermayenin kendi varlıklarını sürdürmeleri, ülkeleri baskı altında tutmak ve sermayelerini güçlendirmek için kurdukları IMF, NATO, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası… üyesiyiz? Neden bu üyeliklerden bu güne kadar bir fayda sağladık? Neden onlarca ülke Türkiye’ye vize uygularken Türkiye’ye o ülkeler vizesiz seyahat hakkı tanıyor? Neden ülkeler Türkiye’de askeri üstler kurarken Türkiye o ülkelerde askeri üstler kuramıyor? …
 Hadi hayırlısı…  

21 Ekim 2016 Cuma

“MANİSA ÜZÜMÜNE AĞLIYOR”

 Manisa sanayi, hayvancılık, tarım şehri. Tarih, kültür-sanat, bilim, ilim, inanç merkezi. Sultaniye üzümünün ana vatanı.
 ÜZÜME AĞIT
 Spil dağı, mitoloji ve flora zenginliğini yıllardır Manisa ovasının şah damarı üzmeme sunar.  Karadağ’ın 1517 metre zirvesinden başlayarak vadilerinden, derelerinden yağmur, kar suları üzümün toprağına ulaşır. Yıllardır çocuklarının ardından gözyaşı dökerek taş kesilen kahırlı anaların simgesi Niobe 2016 yılında üzüm hasadı zamanı “çocuklarının acısına acı katan Manisalı üzüm üreticilerine ağlıyor”. Manisa ovasının 600 m yüksekliğinde bulunan sülüklü göl kaybettiği sülükleri için dövünmeyi bırakarak suyunu Manisa Sultaniye üzümleri üzerine için buharlaştırdı gökyüzüne.   Manisa Tarzan’ı ve 8 Eylül 1956’da Niğde’deki Aladağların Demirkazık zirvesine tırmanırken kayalıklardan yuvarlanarak hayatını kaybeden Manisa'nın ilk dağcısı Manisa Dağcılık Kulübü öğrencilerinden Engin Kongar ebedi istirahatlarında topraktan aldılar Manisalı üzüm üreticilerinin 2016 yılı çilesi haberini.
 MANİSA ÜZÜMÜ İLE VAR OLDU! 
 Hititler,Frigeler, İyonyalılar, Persler, Romalılar,,Bizanslılar, Saruhanoğulları,  ve Osmanlılara beylikler, tahtlar kuran, şifa dağıtan, Çanakkale’de askerimizin karavanası olarak bu güne kadar bizi onurlandıran Sultaniye üzümü 2016 yılı bağ bozumu sonrası fiyatları üreticinin yüzünü güldürmedi. 
ÜZÜME SAHİP ÇIK! 
 Alaşehir, Akhisar, Gördes, Salihli… üzüme ağıt yakan üretici anaların gözyaşları Gediz'e karıştı. Cephede üzüm hoşafı içerek Çanakkale savaşından gazi madalyası ile Uşak iline dönen Gazi İsmail Efe Gediz'e elini uzatıp bir avucuna su aldığında üzüm üreticisi emekçi anaların gözyaşının Gediz’in suyuna karışmış olduğunu anlayarak gazi madalyasını önüne koyup, gözyaşlarını içine dökerek namaza durdu. Beylikler kuran, Şehzadeler yetiştiren, Padişahları taht kurarak, beyliklerin, şehzadelerin  sancağı Manisa'nın Sultaniye üzüm üreticilerinin üzerinde dalgalanmıyor. 
MANİSALILAR ÜZÜMÜNDEN VAZGEÇMEYECEK.
 Cumhuriyetin TARİŞ’i, Kooperatifleri, üretici sendikaları…  Manisa üzüm üreticilerini “öksüz bıraktı” . 8 Eylül 1922’de Yunan işgalinden kurtuluş günü. 8 Eylül 2016 Manisa’da üzüm hasat zamanı. Dün Yunan işgaline direnen Manisalılar bugün üzüm fiyatlarının düşüşüne direnemiyorlar. Mazot paralarına, banka kredilerine, elektrik faturalarına, traktör taksitlerine, zirai ilaç paralarına, yoksulluklarına… karşı direnemiyorlar. Düğünlerini yapacakları, okula gönderecekleri, giysiler alacakları, karınlarını doyuracakları çocuklarına karşı mahcuplar… Yunan işgali sonrası geri çekilirken yakıp yıktığı Manisa için İskoçyalı  tarihçi Kinross  Kurtuluş savaşında Yunan’ın geri çekilişini, " …Tarihi kutsal şehir Manisa'da 18 bin binadan sadece 500'ü ayakta kalabilmişti."  Şeklinde yazmıştı. SONUÇ OLARAK!
 Yıl 2016 Manisa ovasında ne kadar üzüm bağı ayakta kalabilecek? Bu bilgisizlik, ilgisizlik, sahipsizlik ne kadar sürecek?  -Manisa üzüm üreticileri yastığa huzur içinde baş koyup uykuya yatamıyor. -Manisalı üretici üzümünü değerinde satamıyor. -Manisa üzümsüz macun katamıyor. -Manisalı bağlarını kökleyip bir kenara atamıyor. …
Hadi hayırlısı…

GELİŞEN TÜRKİYE!

 Rahatsızlığı olan biri doğal olarak hastaneye gider. Hastane kişiyi rahatsızlığına göre bir servise Doktor muayenehanesi için yönlendirir. Buraya kadar olan süreçte olağan seyrinde sürüyor.
 HAK İHLALLERİ 
İnsanların, mesleklerin, yönetim ve devletlerin hak, hukuk ve yasaları var.  Sosyal bir devlet vatandaşının sağlığından sorumludur.  Bunun için hastaneler inşa eder. Doktorlar, hemşireler, teknik elamanlar, çalışanları eğitimle yetiştirir. Kanunlar ile Doktor, çalışan, hasta haklarını belirler. Ancak bunları denetler mi işte burası muamma… Asıl mesele tam da bundan sonra başlıyor. Hasta odaya alındığında üç hastanın ve hasta yakınlarının odada olduğunu görüyor. Doktorun odasında sıranın kendine gelmesini beklerken Doktor’un diğer hastaları muayene sırasında kendi hastalıkları ile ilgili sorduğu tüm soruları duyuyor. Hastanın ne hastalığı var onun hakkında bilgi sahibi oluyor. Hadi bu hasta yan komşu, hadi bu hasta oğluna istemeyi düşündüğü gelin adayı, bu hasta sevmediği bir kişi de olabilir. Onların hastalığı hakkında bilgi edinmesi ne kadar doğru? Ultrason yapılan odada görevli bayan üç hasta ve yakınları ile oturuyor. Paravanın arka tarafında Doktor muayene ettiği hastası hakkında bilgileri görevliye yazdırıyor: Sol memede …. Cm. falan filan, sağ memede 3cm. çapında kitle… devam ediyor. Görevli bilgisayarına yazarken diğer hastalar bunu dinliyor. Biraz sonra paravanın arkasından genç bir kız içeride üç hastanın ve yakınlarının olduğu bölüme hangi duygular içerisinde geliyor olabilir? Her biriniz kendi duygunuza göre bunu yorumlayınız lütfen! 
BU DA YETMİYOR… 
Yüzlerce kişinin beklediği hastane koridorunda muayene odasının kapısını açılarak dışarı çıkan görevli “Sol memesi alınan kontrol için gelen Meral… burada mı?” biraz sessizlik belli ki Meral yok. “sidiğini tutamayan Memet …  burada mı?” Mehmet amcanın yakını ayağa kalkarak Mehmet amca’yı elinden tutarak kaldırıp odaya doğru götürmeye çalışıyor.
 HASTA HAKLARI NEREDE 
Doktor muayenesinde çalışan elamanlar kendi işi konusunda ne kadar eğitimli? Çalışan bu işe eğitimi üzerinden mi işe başladı? Çalışan tanıdık siyasiler, mevki sahibi aracılığı ile veya taşeron şirketlerce mi işe alındı? Her hangi yoldan işe alındıysa alınsın fakat onun öncelikli görevi hasta haklarını korumak olmalı. Koridora çıkarak hastayı ismi soy ismi ile çağırma yerine hastalığı ile çağırma hakkına sahip olabilir mi? Muayene kapısı aralıklı dışarıda onlarca bekleyenin duyacağı şekilde içeride hastanın hastalığını konuşma bir Doktor’un mesleki ahlakı olabilir mi?
 HİPOKRAT YEMİNİN NEREDE?
 Muayene, ultrason veya kan değerleri …, hastanın hastalığı hakkında konuşan Doktor bunu sadece hasta ile baş başa olduğu ortamda yapması gerekmiyor mu? Bazen yanında ahbabı dostu, bazen odada üç beş başka hasta ve yakınları varken hastayı muayene ederken bilgilerini sesli olarak konuşması ne kadar doğru? Doktor’un Hipokrat yeminine bağlılığı bu mu?
 DOKTORU DA ANLAMAK! 
Elbette ki birçok Doktor hastanelerde kendilerine güzel bir muayene ortamının sağlanmadığından rahatsızdırlar. Elbette mesleğinde eğitimli elamanlar ile çalışmak isterler. Tamam, da ahbap dost ile muhabbet ederken göz ucu ile hastaya bakıp yarım ağızla soru sormak da ne oluyor? Hastanın hastalığını odana aldığın misafirlerinin yanında deşifre etmek de ne demek? Hasta beklerken telefonundan özel konuşmalar yapmak da ne oluyor? Hipokrat yemini bunları içermiyor mu? 
SONUÇ OLARAK
 Devlet hastane koşullarını düzeltmeli. Hastaların bekleme yerleri sağlıklı koşullarda olmalı. Doktorların muayene odaları hasta muayenelerine elverişli duruma getirilmeli. Çalışanlar mesleğinde eğitimli olmalılar. Bütün bunlar denetlenmeli. Doktor ettiği Hipokrat sadık kalmalı. Çalışanın, Doktor’un, hastanın hakları korunmalı. 
Hadi hayırlısı…  

DOĞA VE İNSAN

 Canlılar dünyası insanlardan, bitkilerden ve hayvanlardan oluşur. İnsanlar, bitkiler, hayvanlar, toprak ve su doğal yaşam bütünlüğüdür. Doğada insanlar, bitkiler, hayvanlar birlikte kendi doğası içinde yaşarlar. Doğa içerisinde birlikte yaşadığımız hayvanlar insan yaşamı için önemlidir. İlk olarak köpek evcilleştirilirken sonraki zamanlarda ise koyun, keçi, at, tavuk, kedi ve sığır türleri hayvanların evcilleştirilmeleri sağlanır. Doğayı doğallığı ile korumak sosyal bir devletin temel yasalarından biri olmalı. Doğa sevgisi; Toprağı, suyu, bitkileri, yeşili ve hayvanları korumakla, sevmekle başlar. Bünyesinde doğa sevgisi olmayanlar duyarsız, duygusuz, sorumsuz ve bencildirler… Yüreklerinde başka sevgileri taşımaları olası değildir!
 DOĞAYA SAYGI! 
Yaşadığımız çevredeki en önemli parça tabi ki doğadır. Bu sayede hava temizlenir, besin kaynaklarımız ortaya çıkar, yaşam alanlarımız oluşur. Doğa tüm canlılar için anaç bir yuvadır. Daha sağlıklı bir hayat ve bizden sonraki nesillere güzel bir çevre bırakmak için doğaya daima sahip çıkmalıyız. Daha fazla para kazanma hırsı ile akarsularımız, ormanlarımız, tarım alanlarımız, su kaynaklarımız, insanların ve hayvanların yaşam alanları talan edilmemeli. 
DOĞA İLE DOĞAL YAŞAM SÜRDÜREBİLİYOR MUYUZ? 
Yediğimiz ekmekten, içtiğimiz suya, soluduğumuz havaya kadar her şeyi doğadan alırız.   Doğa ile bütünleşen insanlar sağlıklı yaşamlarına katkı sunan doğa sporlarını ortaya çıkardı. Doğa ve insan sevgisini doğru algılayan insanları ayrı tutarak bazı eleştiriler paylaşmak istiyorum.  Son yıllarda doğa yürüyüşü Türkiye’de yoğun ilgi görüyor. Her geçen gün yeni yürüyüş gurupları oluşuyor. Gurupların gelişip güçlenmesi, doğa ile bütünleşmesi şehir yaşamındaki stresini geride bırakarak doğaya çıkması gerekirken yurdumun insanı parçalama, bölme alışkanlığını, dindarlığını da doğaya taşıyor. Yürüyüş gurupları içinden guruplar çıkıp ayrılırken gurup içinde de grupçuklar oluşuyor.  Bu ahlak doğa sevgisi ahlakı olabilir mi? Sağlıklı yaşam ve doğa ile bütünleşmeye çıkan bir insan aynı amaçlar için doğaya çıkan insanlardan hangi farklı görüşle ayrışma yaşaya bilir? Araçla geçerken bekleyen veya beklerken araçla geçen diğer gurupları görürsünüz. Kişiler, yöneticiler ve guruplar hakkında sabah doğa yürüyüşe başlamadan olumsuz konuşmalar başlar. Daha önce birlikte yürüdükleri gurup, gurup rehberleri ve insanlar için çirkin sözleri, aşağılayıcı cümleleri duydukça bu yaratıklar doğaya hangi amaçla çıkıyor diye kendinizce sorgular ama cevabını bulamazsınız.   Bu anlayıştaki yaratıklar doğaya sağlıklı yaşam ve toprağı, ağaçları, bitkileri, böcekleri, suyu, hayvanları sevdikleri için doğa yürüyüşüne yapıyor olabilirler mi? İnsan sevgisi olmayanın doğaya saygısı olabilir mi? 
NEDEN AYRIŞMA? 
Neden her yıl gurup içinden guruplar ayrılır? Neden gurup içinde grupçuklar oluşur? Neden doğa dostluğu yerine ön yargılar güçlendirilir? Yan yana yürüdüğün, gurup "arkadaşına", aynı amaç için doğada yürüyen farklı bir doğa gurubuna karşı kindarlık, istememezlik, çirkin sözler sarf etme nasıl bir doğa dostluğu? Yüreğinde bu kadar kötülük besleyenlerin doğa yürüyüşü yapma amacı doğa sevgisi olabilir mi? İnsan düşmanlığı ile beslenen bedende doğa sevgisi yaşar mı?
 DOĞA BİLİNCİ!
 Önce insan doğa yürüyüşüne neden çıktığının bilgisini kavrayacak bilinçte olmalı. Eğer doğa sevgisi ve sağlıklı yaşam için çıkıyorsa bu samimiyeti ile doğada olmalı. İnsanlar doğa sporları yapmaya başlamadan önce bu konuda profesyoneller tarafından mutlaka eğitilmeliler. Devletin yetkili kurumları mutlaka bu gruplar ile koordineli çalışma yürütmeli. Yürürken bir çiçeğe basmama, böceği ezmemek, katı atıklarını doğada bırakmama hassasiyeti olmayanların doğa sevgileri olamaz. Aynı gurup içinde yürüdüğü arkadaşlarına tehlike ve ihtiyaç anında yardım etmeme duygusu taşımayanların doğa ve insan sevgileri olmaz.
 ORTAK DEĞERLERDE BÜTÜNLEŞME 
İnsanlar, toprağın kokusunu, kuş-böcek sesini, tarihin dokusunu, doğanın görselliği yaşamak ve sağlıklı yaşam için birlikte doğa yürüyüşü yaparlar. İnsanlar bu ortak değerleri üzerinden birlikte hareket ederler. Birlikte yaşama ortamları sağlarlar. Bilgi, deneyim ve paylaşma bilinci oluşur… Bu tutum, canlı cansız varlıklardan oluşan doğa ve insan bütünlüğü ortaya çıkarır. SONUÇ OLARAK! Doğa sevgisi ve insan sevgisini bütünleştiremeyen kendi insani değerine saygısız, yaşamları boyu zavallıca sevgisiz yaşarlar. 
Hadi hayırlısı…

MİLLİLEŞMEK!

 Nerede başarısızlık var, o şehrin en yüksek tepesine en büyük Türk bayrağı dikiliyor. Nerede başarısızlık var, ulusal ve dini söylemler öne çıkarılarak kargaşa yaratılıyor. Nerede başarısızlık var Cumhuriyet ve Atatürk polemiği yaratılıyor. Ne zaman bir çıkmaz içerisine giriliyor, dini ve milli duygular ön plana çıkarılarak ayrıştırılıyoruz. ÇÖZÜMDEN NEDEN UZAĞIZ?
 Nerede Atatürk’ü özümsememiş başarısız bir kurum veya yönetici var başarısızlığı eleştirildiğinde kendi tembelliğini sorgulamadan “Atatürkçü olduğu için haksızlığa uğradım” çığlığı atıyor. Nerde İslam dinini yaşayamayan, İslam’a uygun davranışlar sergilemeyen bir yönetici var yaptığı iş tartışmaya açıldığında “din düşmanları Müslüman inancına karşı zulmü yapıyorlar” feryadını yükseltiyor. Nerede kanun dışı bir çalışma yürütülüyor bunu sorgulayanlar vatan haini ilan ediliyor. Bu geleneksel tutum öylesine olağanlaştı ki artık ulusal değerlere, inançlara, toplumsal bütünlüğe zarar vererek uçurumun kenarına kadar sürükledi. Bütün bunların birikimi faşist caniler ülkeyi 15 Temmuz darbe girişimine sürüklemedi mi? Bu acılar daha dün yaşanmadı mı? Ocaklara düşen ateşlerin hala dumanı yükselirken hala neden aynı yolda yürüme hevesi içinde tutum alınıyor? BAYRAK KUTSALDIR
 Bayrak bir ülkenin kutsal değeridir. Türk Bayrağının çekileceği yerler, yarıya indirilme nedenleri, Bayrağın örtülecek yerler ve yasakları kanunla belirlenmiştir.
 İNSANİ DEĞERLER ULUSAL KİMLİĞİ BELİRLER
 İnsani değerler ulusal kimliği belirler. Bir ülkenin kendi gerçeğinden soyut söylemler ile hayali üstün ırk olunmaz.  Bir ülkenin saygınlığını milli değerleri belirler. Ülkenin; Sanayi, eğitim, sağlık, kültür, sanat… ekonomik - siyasal bağımsızlığı ve sosyal bir devlet olması, milli gücü uluslar arası alanda söz sahibi olma yetkisini belirler.
 İNANÇ YAŞAM BİÇİMİDİR! 
Her bireyin inancı kendini bağlar. İnsanlar inandığı gibi yaşıyorlarsa inançlarına bağlıdırlar. Eğer insanların, ülke yöneticilerinin yaşam şekli inançları ile örtüşmüyorsa dini duyguları çıkar amaçlı kullandığı ortaya çıkar. Bu hem kendini kandırma hem de inancına karşı suç işleyerek insanlıktan çıkmadır. 
MİLLİ VE DİNİ DUYGULARI KULLANMAK… 
Şehrin en yüksek tepesinde Türk bayrağı dalgalanıyor. Şehrin sanayi bölgesindeki fabrikalarda, işletmelerde İtalyan, Alman, Japon, ABD… Bayrakları dalgalanıyor. Bu durum nasıl bir ulusal övgü yaratabilir? Araçların ön ve arkalarında parıl parıl paralayan logoları ile Fransız, Hollanda, İtalya, Alman, Amerikan markaları araçlara Türk Bayrağı takarak korna çalma nasıl bir milli duygu? Türk Bayraklı kılıfları ile Kore, Amerika, Japon… marka telefonlarıyla Türkçeyi katlederek konuşan Kanada, İtalya… marka giysili gençler ülke geleceğini nasıl milli bir ruhla inşa edecekler? Bir türlü düzelmeyen eğitim sistemimiz sayesinde ülke dışına giderek okuma, çalışma arayışında olan genç beyinleri ülkemizde nasıl tutacağız? 
MİLLİLEŞMEK!
 Millileşme, ilk olarak eğitim, sağlık, ülkenin her bölgesinde konum ve koşullarına uygun sanayi, tarım, hayvancılık ve diğer alanlarda kalkınma ile olur. Milli duyguyu yaşama, milli onuru koruma, milli sanayiyi üretimi ile olur. Milli birlik, ülkede her inançtan ve milliyetten insanların kendini ifade ettiği demokrasi ile olur. Gösteriş düşkünü, tüketici bir toplum olmadan çıkarak üreten bir toplum olunduğunda milli değer ortaya çıkar.   Bir birimize karşı bayrak sallama yarışı ile cebelleşmekten kurtulsak. Tüketim toplumu olmak yerine eğitim, bilim,  ilim, kültür, sanat, araçlar, gereçler, ürünlerimiz, projelerimiz, şirketlerimiz ile Madde in Turkey markası ve Bayrağı dünya ülkelerinde var olmak daha gerçekçi, daha onurlu, daha gururlu olmaz mı?
 SONUÇ OLARAK!
 Mesele,  soyut söylemler ile sahte güç algısı yaratmak olmamalı. Asıl mesele; Ortaya çıkardığın değerler ile güç ve söz sahibi olmaktır. Bunun temeli: Demokrasiyi özümsemektir. İnsan sevgisidir. Vatan sevgisidir. İnsanlığa saygıdır. Dünya insanı olmadır. Ekonomik ve siyasal bağımsızlığı, laik demokratik yönetim ile ülke saygınlığı yaratılır. Ülkeler ancak bu değerleri ile dünya ülkeleri içinde gücünü ortaya koyarak söz sahibi olur.
   Hadi hayırlısı… 

"SEN ŞEYTANSIN"

 Maslak’ta bir otobüste yolculuk yapan Ayşegül Terzi’ye şort giydiği için  "sen şeytansın" diye tekme atan Abdullah Çakıroğlu, emniyetteki işlemlerinin ardından öğle saatlerinde Kartal'daki Anadolu Adalet Sarayı'na getirildi. Olaya ilişkin nöbetçi savcılıkta ifade veren Çakıroğlu'nun, "Ben vücutta açık gördüğüm yerlere tekme atarım. Giyimini beğenmediğim insanları döverim. Devlet bunlara ceza vermiyor. Devlet bunları cezalandırmalı" dediği öğrenildi. "KİM YÖNLENDİRİYOR?" 
 Tüm Türkiye pür dikkat bu habere kilitlendi. Bazı anneler, eşler, aile büyükleri evden şort giyerek çıkan eşlerini, kızlarını, kardeşlerini güvenli bir şekilde tekrar eve getirebilmek için şalvar alarak okulların, iş yerlerinin, kurumların, tiyatro, sinemaların önüne giderek ellerinde şalvarlar ile yakınlarının çıkış saatini beklediler.   ÜLKE NEDEN GERİLİYOR?
 " Ülkede seferberlik başladı."  Tam da krize giriyoruz derken yeni bir pazar oluştu. "Bursa ipeği, kumaşı, Buldan, Manisa bezi tırlara yüklendi. Elazığ, Malatya, Adıyaman, Sivas,  Urfa'ya yola çıktı. Yollar güvenli tırları durduran savıcı yok.  Can Dündar'da Türkiye'de olmayınca tırla zamanında Elazığ, Malatya, Adıyaman, Urfa illerindeki toptancılara ulaştı. Terziler şalvar dikecekleri kumaşı almak için akşamdan toptancıların önünde sıraya girdiler. Sabah ezanı okununca namaz kumaş kuyruğunda kılındı. Malatya' da bazı terzilerin ön sırada olanları emniyete "bunlar paralelci" diyerek ihbar etmesi sonucu harekete geçen 'Polis ilk yedi sırada bulunan Terzileri gözaltına aldı.' Ülkede şalvar piyasası oluşuyor." 
 YENİ BİR MODA MI DOĞUYOR?
 Hazır giyim mağazaları okul, işyeri, sinema, otobüs durakları önlerinde Sivas, Malatya, Elazığ, Adıyaman’a, Urfa'dan getirilen mankenler ile defileler düzenlenerek yeni model şalvarlar tanıtılıyor.   Milli irade akın akın defilelere akarak yeni model şalvarları ve mankenleri dikkatle izliyor.   Terzilerde dikilen şalvarların ilk partileri İzmir, İstanbul, Antalya'ya gönderdi. Bankalar şalvar alacaklara kredi taksitlerini 4'den 9' a çıkardı. Mağazalar mahallelerden otobüsler kaldırarak şalvar günleri düzenliyor. Televizyonların sabah programları formatlarını değiştirerek şalvar programları yapıyor. Seyahat acenteleri şalvar giyilen şehirlere turlar düzenliyor. 
KADINLAR ÖZGÜRLÜKLERİ İÇİN DİRENİYOR
 İzmir'de " özgürce yaşam hakkı" pankartı açıp, şort giyen on binlerce kadın şehir girişine barikat kurarak şalvar yüklü tırların şehire girişine izin vermedi.  Şehir ‘in ara sokaklarında Abdullah Çakıroğlu'nun resimlerini ve "sen şeytansın" yazılı plaktalar taşıyan küçüklü büyüklü gruplar toplanarak tekbir getirdiler.   Fransa haber kanalı Abdullah Çakıroğlu haberini " Osmanlı Türk torunu şort giysili Cumhuriyet kadınına 'sen şeytansın' diye saldırdı" olarak verince Fransızlar tüm seyahat rezervasyonlarını değiştirerek "şeytan" görme heyecanı ile tatillerinin rotasını İstanbul’a çevirdiler.
 HABERLER ETKİLİYOR MU?
 Derslerini bitirenden sonra akşam haberlerini ailesi ile seyreden evin küçük kızı 9. Sınıf öğrencisi Melek uyumak için odasına gitti. Sabah okula gitmesi için Annesinin öpüp okşayarak uyandırdığı Melek Annesini şortlu görünce "Anne sen şeytan mısın? diye bağırdı.  İstanbul'da İşportacılar piyasa ‘da ne kadar şalvar varsa toplayarak Etiler, Ortaköy, Beyoğlu, Bağdat caddesinde  " aç kal açık giyme, şortla şeytan değil, şalvarla sultan ol"  pazarcı piyasası oluşarak tezgâh başlarında bağırışlar başladı.  
BOHCACILAR BOĞAZDA 
Bohçacı bacılar İstanbul Boğazının her iki yakasında Yalılar, Villalar, Rezidansların önlerinde bohçalarını açarak allı, güllü şalvarlarını sosyeteye satmaya çalıştılar "Allah korusun kızınız, eşiniz şortla dışarı çıkar, saldırıya uğrar, biz sizlerin güven içinde yaşamasını sağlamak korumak için buradayız. Şort giyerek ölüm korkusu yaşamayın. Şalvar giyerek yaşama tutunun" şeklinde satış stratejisi yarattılar. Yaratıcılık biz Türk milletine mahsus değil mi? Türkiye bu mu olmalı? Biz millet olarak buna mı layığız? Devlet ne önlem alacak? Ülkemizin, çağın sorunu bu mu?  Milli irade ne yapacak?  Aristofanes'in Lysistrata adlı oyununun sinema uyarlaması olan 1983 tarihli Türk yapımı Şalvar davası yeniden sınamalarda gösterime başlayacak... Milli irade sinemaları doldurup gülüp ağlayıp çıkacak. 
SONUÇ 
İnsani değerlerimize, ülkemizin birliğine beraberliğine sahip çıkalım. Farklılıklarımıza hoşgörü ile yaklaşalım.  Ülkemizde üretim durma noktasına gelmiş. Tüketici bir toplum oluyoruz. Çin malı toplu iğne kullanmaktan utanç duymayarak, insanların başörtüsü, şort giysisi ile uğraşma gafletine düşmek de ne demek oluyor?
  Hadi hayırlısı... 

SİLAHA YATIRIM, SAVAŞA KIŞKIRTMA

 Dün Hitler faşizmi Alman halkı açlık yoksulluk içinde yaşarken sanayi üretimi yapan fabrikaları silah fabrikalarına dönüştürdü. Savaş uçakları inmesi için Yahudileri, diğer azınlık ve muhalifleri ceza evlerinden çıkararak kölelik koşullarında çalıştırarak yollar yaptırdı. Hitlerin çevresindeki tuzu kuru yandaşlar savaş çığlıkları atarak öğrencileri, memurları, para dağıtarak topladıkları kalabalıklara coşkulu ırkçı konuşmaların yapıldığı mitingler düzenlediler. Bu insanlık dışı kalkışma sonucunda 50 milyon insanın canına mal oldu.
 “HİTLER ÖLDÜ “HAYRANLIĞI DEVAM EDİYOR”
 Hitler hayranları dünya açlık, yoksulluk, kuraklık ile yaşarken onlar silahlara yatırım yapıyorlar. Kendi düzensizliklerini yaşatmak için çeperlerinde beslendikleri silah tekellerini güçlendiriyorlar. Ortadoğu’da Amerika mayosu, Alman can simidi, İtalya gözlüğü, Fransa parfümü sürerek Arap Emirleri misafirperverliğinde kan denizinde yüzüp güneşlenen silah taciri kapitalistler ölümler üzerinden saltanat sürüyorlar. Yoksul Müslüman gençler içerisine pompalanan ayrımcı politikalar ile yaratılan karşıt gurupların ellerinde modern teknolojilerle donatılan silahlar verilerek birini diğerine boğazlatıyorlar. Birinci Paylaşım Savaşı sonrası ikinci Paylaşım Savaşının bedeli daha çok ağır oldu. Şimdi savaşı çığlığı atanlar bilsinler ki üçüncü dünya savaşı çıkarsa insanlık yok olur.   SİLAH TELEKLERİ İNANILMAZ KARLAR EDİYOR
 Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından bu yılın nisan ayında açıklanan raporda dünya genelinde silah endüstrisinde ki karını “patlama” olarak işaret ediyor. Rapora göre; Dünya genelinde silahlanmaya ayrılan bütçe miktarı 2011-2015 arasında 2006-2010 yıllarına oranla yüzde 14 artmış. Başka bir değişle 2011-2015 arasında toplam 1.7 trilyon dolar askeri giderlere harcanmış. Askeri harcamalara en fazla bütçe ayıran ülkenin, 595 milyar dolarla ABD olduğu biliniyor. Onu Çin, Suudi Arabistan ve Rusya takip ediyor. En fazla silah satın alan ülkelerin başında Hindistan, Çin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Avustralya geliyor. Silah satarak en çok kazanan ülkelerin başında ise ABD, Rusya, Çin ve Almanya geliyor. Çin, her üç kategoride yer alan tek ülke. Geçmişteki “iki kutuplu”  dünya da bile silahlanma bugünkü kadar değildi. Bugün, Ortadoğu ve Pasifik’e kapitalistler ulus, din, mezhep kışkırtmalarını silah satışları ile harlayarak kışkırtıcı politikaları ile savaş çemberini genişletiyorlar.   GÖZÜMÜZÜ NEDEN KAN BÜRÜDÜ
 -  “Dünya Jandarmalığını yapan Amerika” , “Avrupa Birliği “cengâverleri” Almanya
 -Fransa, “Asya’da yeni yetme Çin, Yanı başımızdaki Rusya dünyada gelişen tüm olumsuzlukların çıbanbaşı değiller mi?
 -  Orda doğu’da patlayan silahları onlar imal etmiyorlar mı?
-  Ortadoğu’da işleyen ırkçı, dinci, mezhepçi, ayrımcı politikalar onların siyaset mühendislerinin icadı değil mi? 
- Ortadoğu semalarında uçuşan bu leş kargaları nasıl oluyor da bizim müttefiklerimiz oluyor? 
SAVAŞA HAYIR
 - Suriye iç savaşı bizim savaşımız mı?
-  Suriye’de Allahu ekber diyerek baş kesenler bizim dindaşlarımız mı?
-  Suriye’de Allah için savaşıyoruz diyen guruplar ile bizim ittifakımız olur mu? 
NEDEN Mİ? 
-Her biri “Allah adına savaşıyoruz” diyorlar. İslam hangi kitabında, hangi Peygamberi ile müminlerine savaşın dedi? 
-Hz Muhammet zamanında mezhepler var mıydı? - O zaman hangi mezhep kendini hangi yetki ile İslam’ın temsilcisi ilan edebiliyor?
 BARIŞ İÇİN
 Jean-Paule Sartre’nin dediği gibi; “Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür.” Der.   Yüklü savaş masrafından kaçan Amerika bize Menbic, Rakka ve Musul yolunu açıyor. Cephede çocukları olmayan tuzu kuru patronlar, bürokrat ve siyasetçiler savaş çığırtkanları ile Halep’i hedef gösteriyor. Türkiye, Suriye batağına girme “hevesi” ile nereye kadar gidebileceğinin ölçüsünü bilmeden şuursuzca hareket etmemeli.  Türkiye halkları, kapitalistlerin yayılma politikalarına, işgallere, savaşlara, silah tekellerine karşı ısrarla barışı savunmalı. İslam’ın birliği, Mezheplerin bütünlüğü, ırkçı ayrımcı savaşa politikalarına karşı barışı savunmalı.   Başbakan Yardımcısı Numan Kurtuluş’un “Başımıza ne gelmişse yanlış Suriye politikasından geldi” biçimindeki saptaması dikkate alınarak Türkiye kendine düşman cephesi açmamalı. Kendi toprak bütünlüğünü koruyarak  içeride ve dışarıda iradeli bir şekilde barışı savunmalı. 
Hadi hayırlısı…

BU HALE NASIL MI GELDİK?

 Ülkeyi kan gölüne çevirerek 12 Eylül darbesinin olgunlaşmasını hazırlayan süreci görmezden gelerek, faşist darbeye devrim denildiği için 12 Eylül darbecilerinin silahları gölgesinde yapılan anayasa oylamasına % 99 evet denildiği için. Ülkede; kitaplar, filmler, kasetler yakılarak, yasaklanarak eğitim - okuma önemsizleştirilerek, gençler Popçu, Topçu, Manken… olmaya özendirildiği için. 12 Eylül mağdurlarının, gözaltında kayıpların, yargısız infazların… hesabı yasalar karşısında sorulmadığı için. “Benim memurum işini bilir, bir defa ana yasayı delmekle bir şey olmaz” söylemleri karşısında güldüğümüz için. Her başarısızlıklarını Atatürk ile gölgelemeye çalışan, eğitim, sağlık, sanayi, tarım, hayvancılık, ulaşım… alanlarında Atatürk devrimlerini devam ettirme, ülke kalkınmasına katkı sunma yerine, 10. yıl marşında kalınıp sadece insanların inancı ve başörtüleri ile uğraşarak Atatürk devrimlerini sıcak tutma yanılgısına düşüldüğü için. Sivas’ta Allahu ekber diyerek insanların yakılışı tekbir getirilerek seyredildiği için. “Kürt sorununu vardır, Kürt sorununu çözeceğiz, Kürt sorunu yok…” yıllarca sürümce de bıraktığımız için. 28 Şubat, e-Muhtıra Askeri tehditler yapıldığında iktidar düşecek sevinçleri yaşanıldığı için. Kendi hatalarımızı görmezden gelerek her husumeti “dış güçler yaptı” diyerek ötelediğimiz için. Reha Muhtar’ın bıçaklanmış kan akan insan bedenleri ile “ acı var mı? ” sözleri ile haber sunuşuna gülerek cinayetler, ölümler, kan olağanlaştığı için. Amcasının eşinin, amcasının kızının ırzına gecen Behlül karakteri Türkiye’de kadınların hayranlığını kazanarak bir numara olduğu için. Türkiye’nin önemli örf ve adetlerinden olan geleneksel misafir ağırlama kültürümüzün yemekteyiz programı ile linç edildiği için. Türkiye’de katillerin bulunması konusunda güvenlik güçlerinden umudunu kesenlerin “Müge Anlı programından medet umduğu” için. Sınava girene soru servis eden cemaat cazibesi, işe giren yandaş kıyağı, hak arayana polis dayağı, işini kötüye kullananın parti ayağı politikası geliştiği için. Bir kesimin kendini üstün ırk, üstün din, mezhep görerek, diğer ulus, inanç ve mezheplere hoş görü gösterilmediği için. Eğitim, sağlık, ticaret siyasete endeksli yapılandırıldığı için. Siyasi partiler seçim vaatlerinde kalkınma planları yerine milli, dini, mezhepsel duygular üzerinden propaganda yaparak, “cemaatler ile ittifak yaptıkları için”. Muhalefet günümüz ülke ve dünya koşullarına göre örgütlenerek iktidar olmayı hedeflemenin gerisinde durduğu, bazı çevrelerin hükümetin her tökezlemesinde askeri darbe ve Fettullah Gülen’den medet umduğu için. Bir taraftan "Gençlik gelecek” diyerek diğer taraftan, siyaset, eğitim, iş alanı, özgürlükçü yaşam… alanlarında gençlerin “önü kesildiği için”. Herkes kendine göre terör tanımı yaparak, yasalara dayalı hak- hukuk arayanlar da terörist, bölücü ilan edildiği için. Aç, yoksul, çaresiz insanlar çoğalırken bencilliğin, bananeciliğin, güvensizlik, duyarsızlık artarken, zenginlikler tavan yaptığı için. Ülke’de ölenlerin, şehit olanların haberi karşısında televizyonlarda evlilik programlarının, toplumsal değerlerimizi yok eden dizilerin daha çok reyting yaptığı için… 
SONUÇ!
 Ne sen sor, ne de ben söyleyeyim. Yaşanmışlıkları, heba edilen zamanları…
 Hadi hayırlısı…