Hartz
yasalarının 10. Yılı ile ilgili yazı yazma niyetindeydim.
Araştırmalara başladığımda Yeni Hayat gazetesi yazarı Umut
Yaşar'ın yazısını okudum. Bu araştırma yazısına katkı
sunacak veya karşı çıkacak bir kelime bulamadığımdan Umut
Yaşar'a teşekkür ederek ''emek hırsızlığı yaparak'' köşemde
yazısını yayınlamak istedim.
Almanya'nın
bütün burjuva basın organları ''Hartz Yasaları'nın 10.
Yıldönümü''nü kutluyorlar. Neredeyse bütün gazete ve TV
kanallarında, ''herkes dinamik iş piyasası için Almanya'yı
kıskanıyor. Her yerde işsizlik artarken Almanya'da işsizlik
düşüyor, hatta kalifiye elaman sıkıntısı çekiliyor'' diye dem
vuruluyor.
Hatırlayalım:
-
22 Şubat 2002 günü dönemin Başbakanı Gerhard Schröder (SPD),
Volkswagen tekelinin personel şefi Peter Hartz'ı, ''İş
Piyasasına yönelik Modern Hizmetler Komisyonu''nun başkanlığına
atadı. Aralarında bir eski (Harald Schartau/IG Metall, NRW Çalışma
Bakanı) iki aktif sendikacının (Peter Gasse/IG Metall NRW Başkanı
ve Isolde Kunkel-Weber Ver.di YK üyesi) ve 8 işveren temsilcisinin
bulunduğu toplam 15 kişilik komisyon çalışmalarına başladı.
-
16 Ağustos 2002'de komisyon iş piyasasının
modernleştirilmesi için ''13 temel öneri ve dört yasa fikrini''
büyük bir şovla hükümete sundu.
-
22 Ağustos 2002'de Bakanlar Kurulu oybirliğiyle önerileri
dört adımda yasalaştırmayı karar altına aldı.
-
23 Aralık 2002'de daha sonra Hartz I, Hartz II ve Hartz III
diye anılacak ''İş Piyasasına yönelik Modern Hizmetler
Yasası'nın birinci ve ikincisi''ni 1 Ocak 2003'de ve 1 Ocak
2004'de yürürlüğe koymak üzere ise üçüncüsünü karar
altına aldı.
-
24 Aralık 2002'de ise ''İş Piyasasına yönelik Modern
Hizmetler Yasası'nın dördüncüsü''nü yani Hartz IV'ü 1
Ocak 2005'de yürürlüğe koymak üzere karar altına aldı.
YASALAR
NEYİ DEĞİŞTİRDİ?
Hartz
I, ''bütün iş piyasasının yeniden düzenlenmesini, yeni çalışma
formlarının yürürlüğe girmesini kolaylaştırmayı''
hedefliyordu. Bu kapsamda işçi kiralama kolaylaştırıldı,
özellerin yanı sıra devlete bağlı işçi kiralama büroları
kuruldu, aynı işyerinde kiralık işçi olarak çalışmanın
süreleri uzatıldı, ''mesleki kalifiyelik için eğitim çekleri''
adı altında özel kurumlara eğitim alanında bir piyasa açıldı.
Hartz
II, birinci yasanın devamı olarak çıkan bu yasayla düşük
ücretli işlerin (mini ve midijobs) arttırılması hedefleniyordu.
400 Euro'luk işler, o güne kadar 15 saatle sınırlı olan düşük
ücretli işlerde bu sınır kaldırıldı ve ''girişimciliği
teşvik'' adına ''Ich AG''lerin (''tek kişilik şirket'') kurulması
teşvik edildi.
Hartz
III yasası ile Federal ve yerel düzeydeki çalışma dairelerinin
yeniden yapılandırılması başladı. Daha sonra dairelerin adı
''Çalışma Ajansı'' olarak değişti.
Hartz
IV yasası ise ''İş Piyasasına yönelik Modern Hizmetler
Yasası''nın en çok tartışmaya neden olan bölümüydü. Buna
göre daha önce ayrı ödemeler olan ''İşsizlik Yardımı'' ve
''Sosyal Yardım'' ödemeleri ALG II (İşsizlik Parası II) adı
altında birleştirilecek, ödemeler sadece Çalışma Ajansları
tarafından yapılacak ve normal İşsizlik Parası ALG I en fazla 18
ay (bu ödeme yaş durumuna göre12-18 ay arası değişiyor, 58.
yaştan itibaren bu süre 24 aya çıkıyor) ödenecekti. Bu arada
çocuklar için ödenen sosyal yardım yüzde 10 dolayında
kısıtlandığı gibi sosyal yardım kapsamındaki birçok yardım
da ödenmez oldu.
''TEŞVİK
VE TALEP'' DÖNEMİ (!)
Yasaları
işverenlerin ve sendikaların (ilerleyen dönemde komisyonda yer
alan ve yer almayan bazı sendikacıların, ''biz tam böyle
olacağını bilmiyorduk'' diye kendilerini savunmaları bir yana)
onayı ile karar altına alan hükümet, ''Biz bu yasaları işsizliğe
karşı mücadele etmek için çıkardık. Artık yan gelip yatmak
yok. Teşvik ve talep programları uygulanacak'' diyordu.
Schröder
hükümetinin bu açıklaması 1999 yılında ''Blair-Schröder
tezleri'' olarak anılan, İngiliz New Labor Party'nin teorisyeni
Antony Giddens tarafından kaleme alınan ve ''üçüncü yol''
başlığı altında süren tartışmaları hatırlatıyordu. Nitekim
bu tezlerde de ''artık geleneksel sosyal devlet anlayışının
değişmesi gerektiği'' ileri sürülüyor ve ''yeni sosyal
demokrasinin sosyal devlet anlayışının temelinde ‘teşvik ve
talep politikası' (''Fördern und Fordern'') olacak'' deniliyordu.
(Buradan bakıldığında aslında Ajanda 2012 olarak anılan reform
saldırısının da bu yazı kapsamında ele alınması gerektiği
anlaşılacaktır. Fakat yer darlığı nedeniyle bunu hatırlatarak
geçiyoruz.) Yani bundan böyle devlet işsizi teşvik edecek ama
karşılığını da talep edecekti.
Bu
anlayış pratikte şu anlama geliyordu: İşsiz kalırsan, ücreti
ne olursa olsun her türlü işi yapmak zorundasın!
Ayrıca
ALG II almakta artık eskisi gibi kolay değildi. Eskiden işsizlik
parası bittiğinde işsizlik yardımına başvurmak yetiyordu. Yeni
uygulamada 18 sayfalık bir anketin doldurulması gerektiği gibi
işsizin bütün varlığını veya yoksulluğunu kanıtlaması
gerekiyor. Yasal sınırı aşan birikim sahibi olan işsize ALG II
ödenmiyor.
HARTZ
YASALARI NEYE YOL AÇTI?
Yukarıda
ifade edilen yasaların çıkarılma gerekçelerinin hepsi geçtiğimiz
yıllarda hayat buldu denebilir. Bir şey hariç: Yasal değişiklikler
ileri sürüldüğü gibi işsizler lehine hiçbir olumluluğu
sağlamadı ve ''kitlesel işsizliğe çare'' de olmadı.
Kırbacın
değmesine gerek bile kalmadan, havada vınlayarak çıkardığı
sesin yarattığı etkiyi herkes bilir. Hartz Yasaları'nın da
Almanya işçi sınıfının üzerinde bu etkiyi yarattığını
söylemek abartı olmayacaktır. İster yıllarca ortalama bir işte,
ortalama bir ücretle çalışmış bir işçi olsun, ister otomobil,
çelik, makine veya kimya işkolunda, diğerlerine oranla görece
dolgun ücretle çalışmış bir işçi olsun hepsinde yeni bir
korku ortaya çıktı: 12 ay işsizlik parasından sonra Hartz IV'e
düşme ve ücreti ne olursa olsun her türlü işi yapmak
zorunluluğu korkusu! Çalışma Ajansı'nda aşağılanma, kendini
bir işe yaramaz hissetme, sosyal çevrenin dışına düşme vs. ise
işin cabası!
Ayrıca
milyonlarca emekçi bu çalışma ve yaşam koşullarında ciddi
psikolojik rahatsızlıklar yaşıyor. Psikolojik rahatsızlıklar
nedeniyle rapor alanların sayısı son 10 yılda ikiye katlanmış,
ilaç kullananların, çareyi alkolde arayanların sayısı
milyonlarla ifade edilmekte!
Bu
korkuya kapılan emekçi ister istemez, bilerek ve bilinçaltından
işverenle ''işbirliğine'' giriyor. ''İşvereniyle'' kendini
''kader birliği'' içinde görmeye başlıyor. On yıllardır
sendika genel merkezleri tarafından örgütlenen ve işyerlerinde
işyeri temsilcilikleri aracılığıyla uygulanan ''sosyal
partnercilik'' anlayışı ve 1996'dan 2007'nin ortasına kadar
resmi olarak uygulanan ''İş için Birlik'' anlayışının
yarattığı zemin üzerinde Hartz yasaları adeta yeşerdi! İşçi
sınıfının belirli kesimleri içinde ''işverenin işleri iyi
giderse benim de işlerim iyi gider'' anlayışı genel bir anlayış
haline geldi; işveren lehine imzalanan ve TİS'leri delen işyeri
sözleşmeleri, esnek çalışma modelleri, ücretsiz fazla mesailer,
fazla mesai havuzları, düşük ücretli ve güvencesiz işler,
kiralık işçiliğin ve taşeron firmaların yaygınlaşması vb...
Bütün
bunlar ''sosyal partnercilik'' anlayışı ve üzerine eklenen Hartz
Yasaları'yla mümkün oldu.
Gelinen
yerde işleri iyi gidenin sadece sermaye kesimi olduğu geniş emekçi
kitleleri tarafından da görülmekte fakat yıllardır içinde
bulunulan kısır döngüden çıkmanın o kadar kolay olmadığı da
anlaşılmakta. Birkaç istisna fabrika, işletme dışında binlerce
fabrikada birkaç saatlik uyarı grevleri artık en son çare olarak
görülüyor. Süresiz greve çıkmak bir yana, süresiz grev
oylaması bile yıllardır yapılmıyor! Fabrikalarda giderek hiç
mücadele tecrübesi olmayan nesiller egemen oluyor.
KORKUYU
YENMEK, DURUMU DEĞİŞTİRMEK ELİMİZDE!
Ama
bir taraftan da geniş emekçi kitleler arasında hoşnutsuzluğun
arttığı biliniyor (Her ne kadar bu hoşnutsuzluğun dışa vurumu
yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı sınıfa yaraşır bir
şekilde olmasa da). Dürüst, sınıftan yana sendikacıların ve
ileri işçilerin görevi, bu durumu tespit ettikten sonra yakınmak,
topu sendika bürokrasisine atarak, ''suçlu onlar, isteselerdi bu
durum böyle olmazdı'' diye hayıflanmak olamaz. Dürüst, sınıftan
yana sendikacıların ve ileri işçilerin sendika bürokrasisinden
beklentisi ne olabilir ki?!
Onların
ancak tabanın baskısını üzerlerinde hissettiklerinde, artık
kaçacak başka yol bulamadıklarında harekete geçtikleri öteden
beri biliniyor. Korkuyu yenmenin de, durumu değiştirmenin de bizim
ellerimizde olduğunu görmeli, ona göre örgütlenmeli ve hareket
etmeliyiz.
Sendikaların
bütün organlarında Hartz Yasaları'nın geri alınmasını,
haftalık çalışma sürelerinin tam ücret ve personel karşılığı
kısaltılmasını, kiralık işçilikle ilgili sözleşme imzalamak
yerine işçi kiralanmasının yasaklanmasını gündeme getirip
tartıştırmalıyız! Tabi ki sendika bürokratları bu talepler
karşısında, ''tamam olur'' demeyecekler, tabi ki bu talepleri
ileri sürenleri, ''beton kafalıkla'', ''çarkı geri döndürmeye
çalışmakla'' suçlayacaklar ve tabi ki ''var olan durumda en
iyisini elde etmeyi'' önerecekler! İşte tam da burada dürüst,
sınıftan yana sendikacılar ve ileri işçiler farklarını da
ortaya koymalılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder