Biraz kendimizi sorgulaya bilmeyi öğrensek. Türklüğümüzü
üstün görmek, inancımızı üstün görmek, kendimizi her şeyin üzerinde görmekten
bizi nereye götürüyor? Ben yerine biz olma bilincine erişenler bu hastalıktan
kurtulur. Farklılıklarımıza hoşgörü ile yaklaşmak bu kadar zor mu? Farklı bir
ülke, vatandaş ve inanca saygı duymak zor mu? Bütün bunları bizim gerimizde
görme yerine yanımızda görmek, yan yana durmak bize ne kaybettirir? Bence
kaybettirme yerine kazandırır. Bu türden sahte algı hastalığı tüm yaşam
alanlarımızı sarar. Bugün farklı ülke vatandaşlarına, inançlara karşı kendimizi
üstün görme vebasını yarın en yakınımızda olan aile bireylerimize, dostlarımıza
bulaştırarak yayacağız.
Kaynak vermeden attım tutarsa üslubu ile tartışma
alışkanlıklarımızı değiştiremiyoruz. Almanya'da yaşayıp Türkiye'de gelişmeleri
tartışıp kendi sorunlarına duyarsız kalıyoruz. Bu tutumumuz sadece bununla da
kalmıyor kendi sorunlarımız konusunda duyarsızlık göstererek lüzumsuz konularda
ahkâm kesmeye çok hevesliyiz.
Almanlar yabancı olduğum için haksızlık yapıyor. Bu
cümleyi ilk kurduğumuzda çok masumane buluyorduk. Bugün okullarda, meslek
yerlerinde, çocuk yuvalarında aynı suçlamaları çocuklarımız yapıyor. Bunu
haksızlıklar olmuyor anlamında algılamayalım. Gerçeklerimizle yüzleşemeyip,
hatalarımızı öteleyerek düzeltmediğimiz için bizler zarar görüyoruz.
Çocuklarımıza gelen telefonlarda evdeydik yok dedirttik. Temrinlerimize gitmeyip
yalanlar ekleyerek telefon edip mektup yazdırdık. Her sorunda bir yakınımızı
öldürdük. Bugün bizim yöntemlerimizi çocuklarımız kullanınca neden zorumuza
gidiyor? Bütün bunları öğrenmelerine biz vesile olmadık mı?
Aziz Nesin bizleri ne kadar da güzel anlatmış
1934 yılında Soyadı Kanunu çıktı, her Türk kendine bir
soyadı alacaktı. Herkes kendi soyadını kendisi seçtiği için insanların bütün
gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı. Dünyanın en cimrileri 'eli açık',
dünyanın en korkakları 'yürekli', dünyanın en tembelleri 'çalışkan' gibi
soyadları aldılar. Bir mektup yazabilecek zamanda ancak imzasını atabilen bir
öğretmenimiz kendisine 'Çevikel' soyadının almıştı. Irkçılığın yayıldığı günler
olduğundan, özellikle Türklüğü karışık olanlar ırkçılığı anlatan soyadlarını
kapışıyorlardı. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için güzel soyadı
yağmasında da sona kaldım. Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı
kalmadığından, kendime 'nesin' soyadını aldım. Herkes 'nesin' diye çağırdıkça
ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.''
Yalnızken kendimizi sorgularız. Ben kimim? Bu sorunun
cevabını yutkunarak içine akıtanlar bilsin ki dışarıya zehir saçmış oluyor.
Bunun düzelmesi insan olabilme özelliklerine kavuşarak, insani değerlerin
korunması ile mümkün.
Tartışma yöntemlerimiz insan yaşamında çok önemli.
Bizler her zaman suçlama veya kendimizi mağdur gösterme
üzerinden tartışma sürdürmeyi severiz.
Bilgimizin olduğu konuda tartışmak, bilgimiz olmadığı
konuda dinlemek ve dinlediklerimizi kaynaklardan araştırarak karşılaştırıp
doğrulama yöntemlerini geliştirmeliyiz.
Zehir saçan kelimeleri ''eleştiri'' adına kullandığında
her kelime namludan çıkan kurşun olur. Bu yolu kullandığında, karşındaki ölü,
sen de insanlıktan çıkmış katil olursun.
Eleştirdiğin insani hatalarından arındırmak, kazanmak
için kullandığın yapıcı her kelime gül olsun ki, sen de onu soldurmayan insan
olasın.
Hadi hayırlısı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder